Oraloğlu'nun artık geride kalan yaşamı da deliceydi. 1924'te İstanbul'da dünyaya gelen Oraloğlu, Dame de Sion, Şişli Terakki, Saint Pulcherie, Nişantaşı Ortaokulu ve Alman Lisesi'nde okudu. Lise yıllarında Galatasaray Kız Kürek Takımı'na girdi ve burada kürek kaptanlığı görevini üstlendi. En yakın arkadaşlarından yeni bir kürek takımı oluşturan Oraloğlu, 1951-1957 yılları arasında düzenlenen şampiyonalarda, takımıyla birlikte çeşitli dereceler aldı. Lise yıllarında aldığı 400 metre yüzme şampiyonluğu ve Türkiye gülle atma ikinciliğini de unutmamalı.
Bu dönemde tiyatroya da bulaştı. 7 yaşından beri piyano çalan Oraloğlu, konservatuarın piyano, sonra da şan bölümünde Muhiddin Sadak'ın korosunda 7 sene çalıştı. Yüksek şan talebelerine operaya hazırlanmak maksadıyla kurulan tiyatro kurslarına devam etti. 1950 yılında Muhsin Ertuğrul'un dikkatini çekti ve 1951 yılında açılan Küçük Sahne'de profesyonel olarak çalışmaya başladı. 1951-1956 yılları arasında Küçük Sahne'de sergilenen bütün oyunlarda önemli roller üstlendi. Küçük Sahne'nin dışında başka tiyatro sahnelerinde de seyirciyle buluştu.
1951 senesinde sinemaya da bulaştı. Meçhul Kadın, Kırık Çanaklar, Bir Kadın Tuzağı başta olmak üzere pek çok filmde başrolde oynadı. Perdeye yansıyan sıra dışı yüzü etkileyiciydi. Hiçbir zaman star olmadı, olsa Lale Oraloğlu olmayacaktı.
1954'te yapım şirketini kurdu -Cahide Sonku'nun yapımcılığından beş yıl sonra- ve kızının adını verdi: Alev. Dört film yönetti. Bir Kadın Tuzağı (1971), Hüdaverdi-Pırtık (1971), Hızlı Hızır (1972) ve Ölüm Bebekleri (1972). Kırık Çanaklar başta olmak üzere yedi filmin senaryosunda onun adı yazılıydı.
Ama belki de asıl karşılığı tiyatrodan aldı. 60'larda en güzel haliyle yaşayan tiyatro seyircisine unutamayacakları oyunlar oynadı. 1961'de kendi tiyatrosunu kurdu. Burada birçok tiyatrocunun da yetişmesini sağlayan Oraloğlu, annesi Alev Oraloğlu 90 yaşına geldiği ve yanında olması gerektiği için 1987 yılında tiyatroyu kapattı. Ama tiyatroyu hiç bırakmadı. 2006'da Levent Kırca-Oya Başar Tiyatrosu'nda sahnelenen "Ateşin Düştüğü Yer" adlı oyunda başroldeydi, Almanya'nın birçok şehrine turneye gitti.
Tiyatrodan pek çok ödül alan Oraloğlu, sinemada hem oyuncu hem de senarist olarak başarısının karşılığını buldu. Türk Film Dostları Derneği'nce 1953-1955 yılları arasında verilen ödüllerde adı üç kez "En İyi Kadın Oyuncu" olarak geçiyordu. 1955'te "Sevdiğim Sendin" filmiyle "en başarılı senaryocu" da seçilen Oraloğlu 1961'de Türk Filmleri Yarışması'nda "Kırık Çanaklar"daki Sabahat rolüyle En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü'nü almıştı.
2001'de 4. Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali'nin hazırladığı "Ötekinin Sesi-Yeşilçam'ın Görünmeyen Kadınları" adlı belgeselle ve verdiği ödülle sanat hayatının 50. yılında "görünür kılınan" Oraloğlu, yine Uçan Süpürge'nin bir çalışmasıyla belleklere kazınmıştı. 2005'te festivalin fotoğraf sanatçısı Muammer Yanmaz'la ortaklığından doğan "Kadın Yönetmenler Sergisi" afişindeki çığlık atan fotoğrafı Türkiye sinemasında sinema yapmak isteyen kadınların çığlığıydı aynı zamanda.
Son söz her zaman zordur... Bir hayatın son cümlesini kurmak daha da zor. Lale Oraloğlu'nun gidişini anlatmak da öyle. 56 yıl boyunca içinden sinemanın, tiyatronun, edebiyatın, müziğin ve sporun geçtiği bir kadını. Bütün bunlarla birlikte deli bakan kadını. Hep başka, hep tek olmuş kadını.
Son cümle kurulmasın o zaman! (UY/TK)