Gün geçmiyor ki, Yamunamızın kapısında bir suyla çalışan havalandırma makinesi bitmesin. Hintli arkadaşlar odadaki pervane fana ilaveten soğuk suyla çalışan bir havalandırma kiralıyorlar birbiri ardına. Bu arada biz fansız ve havalandırmasız, geceleri camlar ve kapı kapalı, doğal saunamızda uyumayı bile beceriyoruz.
Havalar ilk ısınmaya başladığında fanımızı çalıştırıp oh, ne güzel püfür püfür oturuyorduk, geceleri mışıl mışıl fanımızın altında uyuyorduk. Gerçi fana rağmen arada uyanıyor sıcaktan insan, ama zaten ben kendimi hazırlamıştım, geceleri 4-5 saat uyuyabilsem yetecekti. O yüzden de ilk günden itibaren tek kelime söylenmeyerek kendime çok şaştım. Söylensek de aynı söylenmesek de. Bari durumu kabullenmiş olmak katlanmayı kolaylaştırıyor.
Bakterinin günlüğü
Bunlar hikayenin görece ferah kısımları. Derken bir gün, bir bakteri yedim. Daha önceki seferden biliyordum başıma gelecekleri; bir gece yarısı koştura koştura hastane yollarına düştük.
Uykusundan uyanmakta güçlük çeken doktor, gastrit olduğumu, kusmamı önleyecek bir iğne yapacaklarını, önemsiz olduğunu söyleyerek geri gönderdi. Böylece bakteri kardeş bir gün daha midem ve bağırsaklarım arasındaki gezmesini sürdürdü ve sonunda üstüne tıklanmış virüsün bilgisayar ekranını titrettiği gibi bütün vücudumu sarsarak son nefesini verdi. Tabii, biz bu arada yine hastane kapılarındaydık, bu defa bir başka hastane.
Meri olmasa ne yapardım, hastanede tam çıkartmak üzereyken hemşireler oturmuş bin defa izledikleri bir filmi yeniden izler gibi bakıyorlardı ki, Meri kova getirdi...
Sahne aynı roller farklı
Bu standart bakteri vakasını ben tam atlatmıştım, Meri hastalandı. Bu sefer okulumuzun sağlık merkezine gittik. Doktor istenebilecek tüm tahlilleri istedi. Fakat, kan tahlili Meri için en kazık işmiş meğer. İğneyi görür görmez, "bayılıyoruuuummm" dedi ve bayıldı.
Haydiiiii... Ayıldığında midesi bulanıyordu. Yine aynı sahne, aktörler aynı roller farklı, ben kovacıbaşı olarak rol alıyorum. Bin bir zorlukla bitiriyoruz testleri, fakat Meri bitmiş vaziyette, saat sekiz buçukta gittiğimiz sağlık merkezinden on bir civarında dönüyoruz yurda.
Ve sonunda Meri'nin de küçük bir bakteriyel enfeksiyonla hayatını paylaştığını anlıyoruz son günlerde. Doktor küçük diyor, bunun küçüğü büyüğü nedir pek anlamıyoruz, sonuçta her halükarda bir dolu ilaç alınıyor.
Delhi ve Istanbul nerede kesişir?
Bu arada ben "oh ne güzel iyileştim" derken fanlı uykuların sabahlarından birinde boğazım şiş kalkıyorum. Bir bu eksikti. Kafamı kaldıramıyorum, boğazım şiş, öksürüyorum, gıcık var vesaire. İşte yine, üç ayda dördüncü faranjit.
Bu hastalık Almanya'da ve Güney Afrika'da hiç ortaya çıkmamıştı. İstanbul ve Delhi'ye has, ortak paydaları hava kirliliği ve toz bu faranjit belasını hortlattı. Yine tutuyoruz sağlık merkezinin yolunu Meriyle. O kontrole gidiyor küçük bakterisini, ben boğazım için ilaç almaya.
Doktora derdimi söylüyorum, alerji diyor, sabahları erken ve akşamüstü sokağa çıkma, polenler alerji yapmış. Bu arada "havalar ısındıkça tüm vücudunu iyice kapatan şeyler giyin, güneş çarpar, şapka yetmez, şemsiye kullan" diye uyarıyor...
Ne bileyim, bizim oralarda havalar ısındıkça ince, tiril tiril şeyler giyilir diye ben de öyle havadar havadar dolanıyorum. Bu arada Hintli arkadaşların akıllarından zorları olduğunu da düşünmüyor değildim, bu sıcakta nasıl o Punjabi kıyafetlerini giyip bileklerine kadar bacaklarını, kollarını kapatıp bir de üstelik şal mal takabiliyorlar diye, meğer bir anlamı varmış.
Alerji haplarını almamaya karar veriyorum. Tibetli doktorlardan aldığım ilaçları denemenin tam zamanı diyorum. Başlıyorum onları almaya.
Derken Meri bir sabah uyanıyor. Boğazım şiş diyerek! Kulübe hoş geldin diyorum. "Alerji olmuşsundur". "Bunun neresi alerji, çıldırmış bu doktorlar" diyor. Bakteri doktoru, boğaz için başka doktora gönderiyor. Gidiyoruz yine, sağlık merkezinin muhteşem ikilisi olarak.
Doktor Meri'nin boğazında bir şey olmadığını söylüyor, "bakteri geçerken belki boğazın iç kısmını tahriş etmiştir, yoksa görünen bir şey yok" diyor. Meri ne kadar da boğazım ağrıyor dese doktor "her şey normal" diye diretiyor. "Peki" diyoruz "akşamları 37.5 ateş ne oluyor". "Ateş 38'den başlar" diyor, "37 - 37.5 normal" diyor.
Biz şaşkın şaşkın bakıyoruz. Nasıl yani? Başlıyoruz ikimiz birden, "nasıl olur doktor, 36.5 normaldir, 37'den başlayarak ateşi olur insanın bizim oralarda". "Herhalde" diyor "sizin ülkenizde farklı..." İyi de diyoruz, biz aynı ülkeden bile gelmiyoruz... Anlatamıyoruz derdimizi...
Bu durumda Meri alerji tanısıyla daha mutlu olmaya daha yakın...
Fanlı hayata son
Ve bütün bu hikayenin sonucu olarak artık odamızdaki fanları kullanamıyoruz. Sadece o da değil, fanlı hiçbir ortamda oturamıyoruz her ikimiz de. Başlıyoruz öksürmeye...
Fansız hayata birkaç günde alıştık en azından gündüzleri için diyelim. Odamızın camlarını açıp bütün gün sorunsuz dışarıdaki sıcaklığa aldırmadan rahat rahat oturabiliyoruz odalarımızda. Olabildiğince az dizlerimizi, dirseklerimizi katlayarak, bacak bacak üstüne atmadan oturduğumuzda, üzerimizden akan boncuk boncuk ter rahatsız etmiyor bizi.
Fakat geceleri tam bir felaket. Saat altıdan sonra sivrisinekler hücum ediyor kan kokusu aldıkları her yere. Bu durumda günlük faaliyetimizi gerçekleştiriyoruz. Camları kapatıyoruz, fakat camlar tam kapanmadığından arada kalan boşlukların da gazete kağıtlarıyla tamamen kapatılması gerekiyor.
Artık sistemi oturttuk, bir güzel tıkıştırıyoruz gazete kağıtlarını pencerenin açık kalan yerlerine, tek bir ışık sızmamacasına dışarı ve tek nefes hava girmemecesine içeri...
Ve bir anda saunaya dönen odalarımızda yavaş yavaş buharlaşarak uyumaya çalışıyoruz. Birkaç gün taktik olarak gece kaçta olursa olsun kalkıp duş alıp yeniden yatıyordum. Çünkü uyumanın başka çaresi yoktu. Fakat belli bir oranda böyle uyumaya da alıştım, sabaha karşı uyanıp saat beş gibi gazeteleri çıkarıp, camları açıyorum böylece en azından sekize kadar rahat bir uyku uyuyabiliyorum.
Ekstra havalandırma makineleri kiralayan Hintli arkadaşlara fansız oturduğumuzu ve hatta uyuduğumuzu söylediğimizde bize insanüstü varlıklarmışız gibi baktılar. Oysa ki, insan vücudunun her şeye nasıl uyum sağladığını anlamak birkaç günlük azap gerektiriyor. Mayısta havalar daha da ısınacakmış... Isınsın, biz 41 dereceyi fansız mansız idare ettikten sonra mayısta ısınacak hava artık hiç mi hiç korkutmaz bizi... (TS/BB)