Bugün holding medyasını, hükümeti ve Radyo Televizyon Üst Kurulu'nu (RTÜK) birer süper güç olarak nitelendirmek doğru değil ama, aralarındaki ilişki neredeyse "dehşet dengesi" haline geldi.
Tıpkı soğuk savaşın süper güçlerinin kendi aralarında bir nükleer savaş yerine üçüncü coğrafyalarda silahlı çatışmaya girdikleri gibi, bu üçlü de kendi aralarında bir çatışmadan kaçınıyorlar. Ancak yine tıpkı "dehşet dengesi"nin sonuçları gibi, bu üçlünün arasındaki ilişkiler de düzelmek yerine daha da geriliyor ve içinden çıkılmaz hale geliyor.
Bu yazıda, medya - hükümet ve RTÜK arasındaki bu "dehşet dengesi"ne dayalı ilişkileri;
1) Yeni RTÜK üyelerinin seçilememesi
2) Frekans tahsislerinin ve lisanslamanın yapılamaması ve
3) Reklam yayın sürelerindeki kaos konuları çerçevesinde ele alacağız.
Üst Kurul üyeleri niçin hâlâ görev yapıyorlar?
RTÜK üyelerinin görev sürelerinin dolmasına karşın hala görevde kalmaları, hükümet ve RTÜK arasındaki "dehşet dengesi"nin tipik bir göstergesidir.
Bilindiği gibi, önceki hükümet döneminde, 15.05.2002 tarih ve 4756 sayılı yasayla 3984 sayılı "Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkındaki Kanun"da değişiklik yapılarak dokuz üyeden oluşacak Üst Kurul'un beş üyesini siyasi parti kontenjanlarına göre gösterilen adaylar arasından Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin (TBMM); kalan dört üyesini de Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Genel Kurulu'nun belirleyeceği dört adaydan iki, en yüksek üyeye sahip iki, gazeteciler cemiyeti ve Basın Konseyi'nin müştereken belirleyeceği iki adaydan bir ve Genel Kurmay Başkanlığı tarafından belirlenen iki adaydan bir olmak üzere Bakanlar Kurulu'nün belirlemesi hükmü getirilmişti.
Ancak, TBMM'ce belirlenecek 5 üyeyle ilgili 6/a Madde ve tüm üyelerin bir ay içerisinde belirlenmesini öngören 13. Geçici Madde hakkında, Anayasa Mahkemesi 12.6.2002'de yürütmeyi durdurma kararı vermiştir. Anayasa Mahkemesi tarafından yürütmesi durdurulan hükümler için Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer daha önce 18.6.2001'de yasayı veto etmiş, ancak TBMM'de aynen yasalaşması nedeniyle yasayı onaylamış ve bu kez Anayasa Mahkemesi'ne götürmüştü. Yürütmesi durdurulmuş hükümler yerine, yeni bir yasal düzenleme de yapılmadığı için süresi dolan üyeler görevlerine devam etmekte hatta başkan bile seçilebilmektedirler.
Örneğin, son olarak yeniden başkan seçilen kişi, 30.05.1998 tarihinde ikinci kez üye seçilmişti. Böylelikle, hükümetin karşısında üyelikleri tartışmalı hale gelmiş olan üyelerden oluşan bir Üst Kurul bulunmaktadır. Önceki hükümetten devraldığı bu durum karşısında AKP hükümeti, yürütmeyi durdurma kararıyla uyumlu herhangi bir yeni düzenleme yapmamış ve yasal bir boşluk oluşmasına neden olarak durumun bu şekilde sürmesini zımnen desteklemiştir.
Bu durum karşısında tartışmalı üyelerden oluşan RTÜK'ün hükümet talepleri karşısında ödün vermesi kaçınılmaz hale gelmiştir. Bunun en belirgin örneğini, TRT Genel Müdür adaylarının belirlenmesi sürecinde gördük. Üyeliklerinin devamına göz yuman hükümet karşısında RTÜK üyeleri kraldan çok kralcı bir tutum içinde yasaları da zorlayarak hükümetin istediği kişiyi iki kez aday olarak gösterme yoluna gitmiştir.
Benzer bir durum, bugünlerde TRT Yönetim Kurulu üye adaylarının belirlenmesi süreci içinde de yaşanacaktır ve hükümetle RTÜK arasındaki zoraki uzlaşma bir "dehşet dengesi" şeklinde sürecektir.
Holding medyası ise, bu durumdan memnundur ve holding sahiplerinin korkulu rüyası olan "kamusal frekansların ihale edilerek lisans bedellerinin kamu maliyesine aktarılması" işlemini üyeleri tartışmalı bir RTÜK'ün asla gerçekleştiremeyeceğinden emindir.
Ayrıca, bu yasal düzenlemeler gerçekleşirken, radyo ve televizyon sahiplerinni kamu ihalelerine girme ve borsada işlem yapma konusundaki sınırlamaları da kaldırıvermişti. En çok satan gazetenin genel yayın yönetmeninin bu değişiklikten son derece memnun olduğunu yazılarından okudur. Genel yönetmen, daha çok "hisselerin nama yazılması" konusundaki değişikliği ön plana çıkararak bu yasal düzenlemelere karşı çıkmanın neredeyse "medyada karanlık ilişkileri istemekle" eş anlamlı olacağını ileri sürmüştü.
Ancak bugün görüyoruz ki RTÜK, medyada sahiplik ilişkilerinin aydınlığa çıkması yönünde hiçbir adım atamıyor ve dehşet dengesi içinde olduğu holding medyası karşısında durumu sadece idare ediyor. Örneğin, yeni düzenlemelerle kendisine verilen ve daha çok holding medyasını kaygılandıran "izleme organlarına göre hisselerin denetlenmesi" görevine ilişkin herhangi bir çaba içine girmezken, daha çok küçük ve mali yapısı zayıf medya kuruluşlarını ilgilendiren, "ödenmiş sermayelerin belgelerinin tamamlanması" konusunu titizlikle takip etmektedir.
Frekanslar kapanın elinde kaldı
Holding medyası ile RTÜK arasındaki ilişkileri tipik bir "dehşet dengesi" olarak betimleyebilmemize neden olan asıl konu, frekans tahsisi ve lisans işlemleridir. Bu dengenin üçüncü ayağını ise hükümet oluşturuyor.
1994'te 3984 sayılı yasa çıkarılırken o günkü iktidar, frekans karmaşasına bir son verilmesi gereğini ön plana çıkarmış ve 3984 sayılı yasa RTÜK'e frekans tahsisini başlıca görev olarak vermişti. Bir üniversiteye verilen ulusal frekans planlaması işi gecikmeli de olsa tamamlanmış, ancak planlama teknikleri ve uygulama verileri bakımlarından hayli eleştirilen plan, çeşitli zamanlarda revize edilmişti. Bir başka yazının konusu olabilecek plana ilişkin sorunları bir tarafa bırakıyoruz.
Önemli olan bu planın hiç uygulanamamış olmasıdır. Planı esas alan ihale çalışmaları ise, bir çok nedenle sonuçlandırılamamış, 1997'deki ve 2001'deki ihalelerde ulusal frekans tahsisi ve lisanslama yapılamamıştır. 2002'de yapılan değişiklikle frekans tahsisi işleminin öncülü olacak frekans planlaması görevi Telekomünikasyon Kurulu'na (TK) verilmiş ve TK'nın planlarının Haberleşme Üst Kurulu tarafından onaylanması ile yürürlüğe gireceği hükme bağlanmıştır. Halen Telekomünikasyon Kurulu'nun frekans planlaması işlemlerinin sonuçlanması beklenmektedir. Bu yasal düzenlemeyle RTÜK neredeyse 'rahatlamış' ve 1995'ten bu yana bir türlü gerçekleştiremediği görevinin sorumluluğunu başka kurumlara atabilmiştir. Üstelik dijital yayıncılık teknolojilerindeki gelişmeler karşısında frekans planlaması konseptlerindeki değişikliklerin ortaya çıkması da, işi sürüncemede bırakabilmek bakımından yeni bir mazeret olarak gündeme getirilmektedir.
Yapılamayan işi bir kez daha betimleyelim: Tıpkı GSM frekanslarının ihalesinde olduğu gibi, kamunun sahibi olduğu frekansların kullanım lisansları, ihale yoluyla 1995 yılından bugüne kadar verilememiştir ve kamu maliyesi milyonlarca (belki de milyarlarca) dolarlık gelirden olmuştur. Özelleştirmedeki gecikmeleri hararetle gündeme taşıyarak özelleştirme gelirlerinin kamu maliyesi için nasıl önemli olduğunu sürekli dillendiren holding medyasının, frekansların ihale edilememesiyle kaybedilen kamu gelirleri konusunda sessiz kaldığını görüyoruz.
3984 sayılı yasanın geçici 6. maddesi lisanslar verilene kadar geçen sürede kullanılan frekansların hiçbir şekilde kazanılmış hak oluşturamayacağını hükme bağlıyor.
Holding medyasının neredeyse on yıldır bedava kullandığı frekanslar için "kapanın elinde kaldı" ifadesi abartılı olmayacaktır. RTÜK, holding medyasının ödemesi gereken ve doğrudan Hazine'ye aktarılacak frekans lisans bedelleri konusundaki ilgisizliğe karşın reklam gelirlerinden alacağı yüzde 5'lik pay için tam 9 adet genel tebliğ yayınlayarak şahin kesilmektedir, çünkü bu gelir kalemi doğrudan RTÜK bütçesine aktarılmaktadır ve RTÜK bütçesinin en önemli kalemini oluşturmaktadır.
Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu'nun RTÜK'ün 2001-2002 yılları eylem ve işlemlerine ait denetleme raporunda, "Frekans planlaması hazırlatılması ve kanal ve frekans ihalesi sürecinde; kararlı bir siyasal ve yönetsel iradenin işin sonuçlandırılması için çaba göstermemesi, konuyla ilgili diğer kamu kurum ve kuruluşlarının müdahaleleri ve sıkça mevzuat değişikliği yapılması nedeniyle çalışmalar çok yavaş ilerlemiştir. Üst Kurul, yayın izni ve lisansı vermeye başlayacağı tarihe kadar geçecek sürede, 3984 sayılı yasanın geçici 6. maddesi uyarınca, mevcut radyo ve televizyon kuruluşlarından kullandıkları kanal ve frekanslar için ücret alınmasını sağlayacak bir düzenleme de yapmamıştır" diyerek soruna dikkat çekmiştir.
"Dehşet dengesi"nin üçüncü ayağındaki hükümetin bu uyarı karşısında herhangi bir tepkisini duymadık. Çeşitli medya gruplarıyla kurduğu dengenin bozulabileceği endişesindeki hükümet, kendinden önceki hükümetlerin uygulamalarını zımnen benimseyerek RTÜK'ün eylemsizliğinden memnun görünüyor. Tabii son günlerde TMSF'ye devredilen radyo-televizyon kuruluşlarının sayısındaki artışa bağlı olarak devletin önemli bir özel (!) radyo-televizyon işleticisi durumuna gelmesi işleri biraz karıştırıyor, ama yine de özellikle ilginç demeçleri holding medyasınca neşeyle yayınlanan Maliye Bakanı'nın bu konuya eğileceğini safça ummak istiyoruz. Kim bilir? Belki de konu Uluslararası Para Fonu'nun direktifleriyle gündeme gelir!
Reklamlar ve timsah gözyaşları
Holding medyası, hükümet ve RTÜK arasındaki "dehşet dengesi" ilişkilerinin son dönemlerde reklam süreleri tartışmasıyla yeni bir boyut daha kazandığına şahit olduk. Üyeleri tartışmalı RTÜK, reklam süreleri konusunda 3984 sayılı yasa ile kendine verilmiş yetkileri kullanmak yerine holding medyası ile birlikte bir çözüm arama yoluna gitmiştir. Holding medyasını temsil eden Televizyon Yayıncıları Derneği, kendi aralarındaki uzlaşmayı RTÜK Başkanı'nın ve ilgili Devlet Bakanı'nın bilgisi dahilinde oluşturduklarını duyurdu.
Bu uzlaşmaya göre, dernek üyesi televizyon yayıncıları program aralarında 10, program içinde ise 8 dakikadan fazla reklam yayınlamayacaklar. Birden fazla reklam kuşağı arasındaki süre de 15 dakikadan az olamayacak. Ne gariptir ki, yasa ve yönetmelikte sırasıyla 8, 5 ve 20 dakika olan süre kısıtlamalarını denetlemekle 'görevli' RTÜK Başkanı bu uzlaşmayı bir öneri olarak değerlendiriyor ve AB standartları (?) çerçevesinde konuyu ele alacaklarını belirtiyor.
"Reklam arası dizi" ifadesiyle özetlenen "reklam kirliliği"ne ilişkin yakınmaların ayyuka çıkması karşısında RTÜK, yasadan ve yönetmelikten kaynaklanan görevlerini yerine getirmek yerine, bizzat kuralları ihlal edenlerin önerdiği çözümlerden medet umuyor. Sanayi ve Teknoloji Bakanının farklı bir amaçla dile getirdiği serzenişler nedeniyle reklamcılarla, dolayısıyla da holding medyasıyla arası kısa bir süre gerilen hükümet ise "dehşet dengesi"nin gereğini yerine getirerek sessizliği tercih ediyor.
İzleyici tepkisi de olmasa, ilgili taraflar neredeyse herhangi bir sorun yokmuş gibi davranacaklar. Bu olay, örgütlü izleyici tepkisinin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor. Bu alanda ülkemizde önemli bir boşluk bulunduğunu belirtmeliyız.
"Dehşet dengesi" diye betimlediğimiz holding medyası, hükümet ve RTÜK arasındaki ilişkilerin bu şekilde sürdürülebilmesi söz konusu dengenin doğası gereği olanaksızdır. Uygulanacak bir radyo televizyon yasası kaçınılmazdır. Yasa kural getirir. Deregülasyonu kuralsızlık olarak yıllarca sürdürenler yasadan ve yasanın uygulanmasında kaçamayacaklardır. Yeni bir denge kaçınılmaz görünüyor.(ÜA/BB)
* Prof. Dr. Ümit Atabek, Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi
* Yazı, TRT Genel Müdürü atamasından önce kaleme alınmıştır.