11 Eylül'ün ardından, dünyanın önemli bir bölümü zanlı statüsüne sokulmuş ve "terör" kavramı, emekçilerin ve tüm ezilen kesimlerin hak alma mücadelesini de kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Uzun ve zahmetli mücadelelerle elde edilmiş olan demokratik haklar "terör tehdidi" gerekçesiyle istendiği gibi tırpanlanmaya çalışılmıştır. Bu saldırının ardından Amerika Birleşik Devletlerinin Afganistan'la başlayan, şimdi ise Irak'ı hedefleyen bir müdahaleler sürecini başlatması kaygı vericidir. İnsanlık çağlar boyunca yaşadığı acı deneyimlerin ardından 21. Yüzyılı demokratik uygarlık çağı haline dönüştürebilecek bir olgunluğa ve bunun araçlarına kavuşmuşken, dönemin yeniden savaş yüzyılı ilan edilmesi büyük bir talihsizliktir. Silahlanmaya ve askeri harcamalara ayrılan kaynaklarla tüm dünyada açlık ortadan kaldırılabilir; eğitim, sağlık ve barınma gibi temel insani sorunlar çözülebilir, çocuk felci, tüberküloz gibi hastalıklar yok edilebilir.
Amerika Birleşik Devletleri öncülüğünde 11 Eylül sonrasında geliştirilen politikalar Türkiye'yi ve Ortadoğu barışını yakından ilgilendirmektedir. Irak'a olası bir müdahale tüm bölge halkları açısından olduğu gibi Türkiye açısından da telafisi zor sonuçlar doğuracaktır. Türkiye'nin bu tür savaş politikalarına taraf olmak yerine içine düşmüş olduğu derin ekonomik krizden kurtulmanın ve artık tüm toplumun talebi haline gelen demokratikleşme adımlarını tamamlamanın yollarını bulması gerekmektedir.
Uzun süredir devam etmekte olan siyasal kriz ekonomide de önemli oranda bir kirlenmeye ve ardından da derin bir ekonomik krize yol açmıştır. Banka hortumlama olayları bu kirlenmenin çarpıcı örnekleriydi. Ekonomik krizin etkilerinin bu kadar ağır olmasında gelir dağılımındaki eşitsizliğin de rolü büyüktür. Her geçen gün derinleşen bu kriz ancak demokratikleşme konusunda cesur açılımlar yapılarak durdurulabilir.
Türkiye'de demokratik açılımlar konusunda olumlu adımlar da atılmıştır. Örneğin idamın kaldırılması, anadil öğrenimi ve yayın yolunun açılmış olması bu olumluluklar arasında sayılabilir. Ancak beklenen demokratikleşme doğrultusunda atılmış olan bu adımların diğer alanlardaki demokratikleşme reformlarıyla tamamlanmasıydı.
Üç Kasım seçimlerine doğru giderken, bu konuda hayal kırıklığı yaratan gelişmeler yaşanmıştır. Siyasi parti genel başkanlarının seçilme hakkından yoksun bırakılması Türkiye'de demokratikleşme sürecinin daha fazla emek ve çaba gerektirdiğini göstermektedir. Bu gelişmeler moral bozmak yerine daha fazla örgütlenme, daha fazla mücadele etme gerekçesi olmalıdır.
Demokrasi ve barış mücadelesini ancak demokrasiye ve barışa ihtiyacı olanlar yürütebilirler. Ve DEHAP çatısı altında bir araya gelen ittifak - ki kadınları da bu ittifakın başlı başına bir bileşeni saymak mümkündür - bu mücadelenin asıl yürütücüleri olacaktır. Seçimlere giderken barajı aşma kaygısı taşınmamaktadır. Aksine, ekonominin nasıl tüm toplumun yararına bir kalkınma sürecine sokulacağı, işsizlik sorununun nasıl çözüleceği, kadın özgürlüğünün koşullarının nasıl yaratılacağı, demokratik bir iktidarın koşullarının neler olduğu gibi konular temel yoğunlaşma gündemini oluşturmaktadır. DEHAP iktidarı hedefleyen bir partidir ve bunu özgürlük için istemektedir. Bugün Türkiye'nin sorunlarını ancak demokratik bir iktidar çözebilecek yeteneği gösterebilir. Eskiye ait olanlar bugünkü olumsuz tablonun sorumlusudurlar ve halkın artık gerçek bir yeniliğe ihtiyacı vardır. Bunun öncü gücü DEHAP çatısı altındaki ittifaktır. Solun, sosyalistlerin, emekten yana tüm güçlerin, kadınların ve ayrıma uğramış olan her kesimin güçlerini birleştirdiği bu ittifak demokratik bir iktidarın kurucusu olacaktır.
3 Kasımda halkın tek umudu gerçekleştirilmiş olan "sol ittifak" tır. Emek, Özgürlük ve Demokrasi Platformu bu seçimlerde ülkenin içine düştüğü bu çıkmazdan kurtulmanın tek alternatifidir. Yıllardır demokrasi, insan hakları ve barışı savunan ve bunun mücadelesini veren HADEP, EMEP, SDP ve DEHAP'ın oluşturduğu ve Sivil Toplum Örgütlerinin desteklediği Sol İttifak giderek toplumun ezilen, sömürülen, emekçi kesimlerinden büyük destek almaktadır. DEHAP'ı en çok desteklemesi gereken kesim de kadınlar olmalıdır. Toplumun yarısı olan biz kadınlar DEHAP'ı iktidara taşıyarak mevcut konumumuzu aşmanın ve eşitsizlikleri ortadan kaldırmanın önünü açacağımızı biliyoruz.
Demokratik sistemin önemli unsurlarından biri olan siyasi partilerle ilgili demokratik düzenlemelerin acilen gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Siyasi partiler yasasının demokratikleştirilmesi, düşünce ve ifade özgürlüğü ile örgütlenme hakkının kullanımı önündeki engellerin kaldırılması ve seçim barajının düşürülmesi, demokratik bir seçimin ön koşullarıdır. Tüm bunlar henüz gerçekleştirilmemiş olduğu gibi, sol ittifakın önemli bileşenlerinden olan HADEP ve SDP Genel Başkanlarının, hukuki değeri tartışmalı bir şekilde seçime girmeleri engellenmiştir. Bu gelişme Türkiye'de demokratikleşme mücadelesinin daha sancılı bir mücadele süreci gerektirdiğini göstermektedir.
Üzerinden durulması gereken diğer önemli bir konu da kadınların parlamentodaki temsilinin yükseltilmesidir. Bugün kadınların parlamentodaki temsil düzeyi açısından, dünyadaki bir çok ülkeden oldukça geri bir durumda olduğumuzu istatistikler gösteriyor. Hatta Türkiye'de kadınlara seçme hakkının tanındığı 1935 yılında yapılan ilk seçimde ulaşılan % 4.56 temsil düzeyinin bile altına düşülmüş ve bugün meclisteki kadın oran % 4.18 düzeyini aşamamıştır (bugün meclisteki 550 milletvekilinin sadece 22'si kadındır). Bu oran gerçekten de kabul edilebilir değildir. Diğer yandan sadece mecliste yer alan kadınların sayısının artması da kadınların cins olarak temsil düzeyinin arttığı anlamına gelmemektedir. Kadınların niceliksel olarak meclisteki oranlarının artması elbette ki önemlidir. Ama bu da yeterli değildir. Asıl önemli olan; kadın bakış açısıyla donanmış ve kadınların sorunlarının parlamentoya taşınmasını sağlayacağı gibi, ülkenin genel sorunlarına da klasik erkek egemen siyaset anlayışı dışında yeni bir yaklaşım gösterebilecek kadınların mecliste yer almalarıdır.
Toplumun yarısını oluşturan kadınların temsil edilmediği demokrasiler eksik demokrasiler olacağı gibi kadınların yer almadığı parlamentolar da eksik parlamentolar olmaktan kurtulamayacaktır. Eksiksiz bir demokrasi kadınların kendi kimlikleriyle yer alabilecekleri bir temsil sistemini gerektirir.
Seçimlerin yaklaşmakta olduğu ülkemizde, bu sorunun aşılması için öncelikle kadınların meclisteki sayılarının artması önem taşımaktadır.
Aday listelerinin açıklanmasından sonra partilerin kadın adaylarına baktığımızda, aday sayısının en yüksek olduğu parti DEHAP'tır. Diğer partiler her ne kadar listelerini açıklamadan önce gösterecekleri kadın adaylar konusunda sözler verseler de listelerindeki seçilebilir kadın aday sayılarının son derece düşük olduğunu gördük.
Kadınların sayısal oranının artışından sonra temel alınacak önemli bir konu da, bu kadınların yukarıda belirttiğimiz gibi, kadın bakış açısına sahip olmasıdır. Alışılagelmiş iktidar anlayışı ve siyaset tarzının yerine demokratik toplumsal bir siyaset tarzı ancak kadının renginin, dilinin hakim kılınmasıyla mümkün olabilir. DEHAP listelerinden aday gösterilen kadınlar, gerçeğin, sevginin ve adaletin arayıcıları olarak bu iddiaya ve kararlılığa sahiptirler.
EGEMENLERİN SİYASETİNE KARŞI DEMOKRATİK TOPLUMSAL SİYASET :
Tarihsel ve toplumsal bir sorun olarak cinsler arasındaki eşitsizlik, 21. Yüzyılın en temel sorunlarından biridir. Ana tanrıça kültürüne dayalı ilkel eşitlikçi toplumların şiddete ve iktidar kültürüne dayalı erkek egemen yönetim yapıları tarafından alt edilmesiyle, insanlar arasındaki denge ve uyumu ortadan kaldıran, onları birbirine yabancılaştıran önemli değişimler gerçekleşmiştir. Erkek egemen tarzla şekillenmiş devletleşmeyle birlikte siyaset ve yönetim işleri toplumun üzerinde ve ona yabancılaşmış bir kurumlaşma sergilemiştir. Toplumlar yönetenler ve yönetilenler olmak üzere ayrışmışlardır. Diğer yandan bilgi de tüm toplumun hizmetinde olmaktan çıkartılarak bir iktidar aracı haline getirilmiştir. Bilgi ve yönetim, toplumun dışında bir avuç egemenin denetiminde olduğu sürece demokratik bir siyasetten söz edilemez. Yönetenler tüm toplumun iradesini kırarken kadınlar tümüyle toplumsal, siyasal, kültürel yaşamdan uzaklaştırılmışlardır. İktidarın en uzağındaki erkek bile yaratılan "erkeklik" kültürüyle sistemin bir parçası haline getirilmiştir. 21. Yüzyıla ağır toplumsal, siyasal, ekolojik sorunlarla girilmesinin kökeninde insanlar arasındaki bu en eski eşitsizliğin giderilememiş olması bulunmaktadır. Erkek egemenlikli toplumsal yapı varlığını hala sürdürmektedir. Rekabet, eşitsizlik ve sömürünün evrensel bir kültüre dönüşmesinin, çatışma ve çelişkilerin küresel düzeyde derinleşmesinin, şiddetin engellenememesinin en önemli nedeni bu yapıdır.
Mevcut siyaset tarzı toplumun büyük bir bölümünü dışlasa da günlük yaşamda yaratılan küçük iktidar sistemleri, bireyleri sistemin taşıyıcısı haline getirmektedir. Kadınlar tarihsel olarak iktidardan dışlandıkları için, erkeklere göre daha az bu sisteme bulaşmışlardır. Bu nedenle de sisteme karşı durmak için daha fazla gerekçeye ve olanağa sahiptirler. Çünkü zaten kaybedecekleri küçük iktidarları da yoktur.
İnsanlığın yarısını oluşturan bir cinsin kamusal yaşamdan dışlanması, eşitlikçi bir toplumun gelişmesini de engellemiştir. İnsanın doğayla, insanın insanla uyumu bozulmuştur. İnsanlık tarihinin ortaya çıkardığı ilk eşitsizlik ilişkisi daha sonraki eşitsizlik ve sömürü ilişkilerini de beslemiştir. Kadınların yer almadığı, dışlandığı, susturulduğu bir tarihin ürünü olan bugünkü dünyamız insanlığın sorunlarına çözüm üretememektedir. Toplumu, cinsler arası ilişkileri, siyaseti yeniden tanımlamak ve yapılandırmak zorunluluğu ortadadır. Toplumun yarısının yok sayıldığı bir eşitlik gerçek eşitlik değildir, kadınların kendi renkleriyle temsil edilmediği demokrasiler de eksik demokrasilerdir ve bu biçimsel demokrasilerin insanlığın sorunlarına çözüm getirmediği her geçen gün daha iyi görülmektedir.
Yaşanabilir bir dünya, tarihin ilk eşitsizliğinin bütün ürünleriyle ortadan kaldırılmasıyla mümkün olacaktır. Bunun ilk adımı kadınlara kapanan kapıların açılmasıdır. Üstelik ancak erkek egemenlikli sistemin uygun gördüğü kalıplara uymak koşuluyla değil, kendi renkleri ve kimlikleriyle geçebilecekleri şekilde olmalıdır bu. Aksi taktirde tarihte örnekleri görüldüğü gibi çabalar sonuçsuz kalacak ya da köklü değişim olmayacaktır.
Eşitlikçi ve demokratik toplumun, kadınların katılımıyla bağlantılı olması, kadınların katılımı ve bu katılım önündeki engellerin aşılması konusuna yaşamsal bir önem kazanmaktadır. Ancak bu o kadar kolay değildir. Kadınlar dünyanın farklı farklı ülkelerinde, farklı kültürler içinde de olsa ikinci sınıf insan olarak görülmekte, eğitimde, iş yaşamında ve daha bir çok alanda ayrımcılığa uğramakta, şiddete maruz kalmaktadır. Katılım olanaklarını ortadan kaldıran bu uygulamalara karşı şiddetle mücadele edilmelidir. Kadınların katılımı siyaset tarzını değiştirecektir. Mevcut tek tip, farklılığa tahammülü olmayan, merkezci, gücü ve hakim olmayı esas alan, kapalı kapılar ardında şekillenen bir siyaset yerine toplumun içinden bir siyaset şekillenecektir. Bilgi ve yönetimin yeniden toplumla buluşmasıyla demokratik toplumsal siyasetin önü açılacaktır. Alttan örgütlenen böyle bir toplumsal yönetim anlayışı ile parlamentolar demokratikleşebilir ve temsil sorunu çözülebilir.
En önemli demokratikleşme aracının örgütlenme olmasından hareketle, kadınların her düzeyde örgütlenmesinin önü açılmalıdır. Genel toplumsal örgütlenmelerin kadın katılımını esas alarak şekillenmesinin yanı sıra kadınların kendi aralarında güçlü ve yaygın örgütlenme ağına kavuşması ve bu örgütleri aracılığıyla yaşama örgütlü müdahale etmeleri önem taşımaktadır.
Kadının özgürleşmesi, erkek egemenliği ile birlikte diğer toplumsal eşitsizliklere karşı gerçekleşecektir. Kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesi, tüm ezilenlerin mücadelesi ile ortak paydada buluşacaktır. Ancak bu bütünlük içinde başarıya ulaşılabilir, aksi taktirde dar ve marjinal kalmak kaçınılmazdır.
DEHAP yaşamın tüm alanına kadınların ve erkeklerin özgürce ve eşit bir şekilde katıldıkları bir toplumu hedeflemektedir. Kadının ve erkeğin özgür, onurlu insanlar olarak, kendi kimlikleri ile ortak katılımları sonucunda demokratik iktidar kurulacaktır. Demokratik iktidarlaşmanın ön koşulu kadın özgürleşmesidir.
DEHAP, kadın sorununa stratejik düzeyde yaklaşır.
Bu temelde ;
? Kadınlar, kendi kurtuluşları ile birlikte toplumsal kurtuluşun temel özneleridir. Dolayısıyla kadınlara yönelik "toplumsal mücadelede yedek güç" yaklaşımı kabul edilmeyecektir.
? Kadınlara uygulanan her türlü şiddet, baskı ve ayrımcılığın karşısında olunacak, ortadan kaldırılmaları için gerekli toplumsal, siyasal, hukuksal önlemler alınacaktır.
? Kadınların siyasal katılımını kısıtlayan her türlü engel ortadan kaldırılacaktır. Kadınların karar alma ve uygulama süreçlerinde temsil edilmesini engelleyen koşullar ortadan kalkana kadar pozitif ayrımcılık uygulanacaktır.
? Kadını ikincil, zayıf ve küçük gören geleneksel değer yargıları ile mücadele edilecek, eşitlikçi bir kültürün gelişmesi sağlanacaktır.
? Kadınların toplumsal, kültürel, ekonomik dayanışma ve gelişmeyi amaçlayan kolektif girişimleri desteklenecek, buna hizmet edecek kurumlar oluşturulacaktır.
? Kadınlara kendi yaşamları üzerinde söz hakkı tanımayan küçük yaşta evlendirme, başlık parası, çift evlilik, berdel gibi uygulamalara karşı her düzeyde mücadele edilecektir.
EĞİTİM :
Eğitim hakkı temel insan haklarının başında gelmektedir.
Birleşmiş Milletlere üye 166 ülkenin taraf olduğu "Kadına Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslar arası Sözleşmesi"nde kadınların insan haklarını koruma ve geliştirmede aşılması gereken en önemli sorunlardan birinin, eğitim olduğu belirtilmektedir.
1995 yılında yine Birleşmiş Milletler tarafından 4. Dünya Kadınlar Konferansı sonucunda kabul edilen ve Türkiye'nin de imzaladığı Pekin Eylem Platformunda da Eğitim Bölümü "eğitim bir insan hakkıdır ve eşitlik, kalkınma ve barış hedeflerine ulaşmakta gerekli bir araçtır" ifadesiyle başlar.
Ancak Türkiye'de kadınlar eğitim olanaklarından yeterince yararlanamamaktadır. Kadın nüfusunun % 30'u okuma yazma bilmemektedir. Orta - lise ve üniversiteye çıkıldıkça bu oran daha da büyümektedir. Türkiye genelinin dışında bölgeler arasında da farklılıklar mevcuttur. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde bu oran daha yüksektir.
Mevcut eğitim sistemi de cins ayrımcı öğeler barındırmaktadır. Bu konuda Kadın Statüsü ve Sorunları Gnl. Md'nün Yaptığı ve yayınladığı bir araştırmaya göre: Ders kitaplarındaki metinler temel karakterlerin cinsiyete göre dağılımı açısından incelendiğinde, metinlerin % 82.9'unda erkeklerin , %16.9'unda ise kadınların temel karakteri oluşturduğu görülmektedir. Ayrıca ilköğretim ders kitaplarında önerilen toplam 44 iş alanı vardır. Bu işlerden 42'si erkeklere önerilirken kadınlara sadece 10 tanesi önerilmiştir. Kadınlara %62.2 oranında ev kadınlığı, %8.1 ile öğretmenlik, dadılık ve hizmetçilik, %2.7 ile de askerlik, hafızlık, milletvekilliği ve terzilik önerilmektedir.
Örgün eğitim olanaklarının yetersizliği ve cinsiyet ayrımcı içeriğinin yanı sıra; ülkemizde yaygın eğitim üzerinde de durulmamaktadır. Oysa çocukluk döneminde aile içindeki eşitsizlikçi yaklaşım nedeniyle yeterince eğitim olanaklarından yararlanamayan kız çocukları için daha sonraki yıllarda bu eksikliği giderecek olanaklar yaratılabilir. Kadınların özgüvenlerini geliştirici, yeteneklerini açığa çıkarmaya ve meslek edinmelerine yönelik kurslar vb. düzenlenebilir. Dahası yaşamın her alanının bir eğitim alanı olarak benimsenmesi daha uygun olacaktır.
Ayrıca ülkemizin bir başka sosyolojik sorunu da anadil sorunudur. Bilindiği gibi bu konuda kimi kısmi düzenlemelere gidilmiş olmakla birlikte bunların yeterli olduğu söylenemez.
Eğitime yönelik olarak ;
· Anadil üzerindeki tüm yasaklama ve baskıların kaldırılması için çalışılacaktır.
· Kadınlara yönelik okuma - yazma seferberliği başlatılacaktır.
· Eğitim sistemimizdeki tüm cins ayrımcı öğeler kaldırılacaktır.
· Bu konuda imza atılan tüm uluslar arası sözleşmelerin hayata geçirilmesi için çalışılacaktır.
· Temel eğitimin 9 yıla çıkarılması ile eğitimden alı konan kız öğrencilerin ailelerine yönelik eğitim ve aydınlatma çalışmaları yapılacak, geçmiş yıllarda uygulanan mahalle ve köylerde okul çağı gelmiş kızların tespitine özel önlem verilecektir. Bu konuda ailelere dönük adli ve kolluk tedbirlerinin insan haklarına aykırı olduğunu düşünüyoruz. İnsanı ikna ve eğitmek temel olmalıdır. Ayrıca taşımalı eğitimin aksayan yanlarının giderilmesi de bu sorunu aşmada faydalı olur inancındayız.
· Lise, üniversiteye giriş ve üniversite de yaşanan sorunlar göz önünde bulundurulursa eğitim sistemimiz bir bütün değişime ihtiyacı vardır. Başta konuyla ilgili sivil toplum örgütleri, sendikalar, öğrenci velileri ve bilim insanları ile ortaklaşa ulusal bir eğitim politikasının Dünya normlarına uygun hale getirilmesi esas amaç olacaktır. Eğitime ilişkin yapılan değişikliklerin sık sık değişmemesi için önlemler alınacaktır.
· YÖK kaldırılacaktır. Yerine daha demokratik bir düzenleme getirilecektir.
· Eğitimdeki özelleştirmeye karşıyız. Eğitimin parasız olması hedefimizdir.
· Engelliler için eğitim olanakları yeterli hale getirilecektir.
· Eğitimde başörtüsünden dolayı mağdur olan kadın öğrencilerin mağduriyetleri giderilecektir.
· Altyapı oluşturulduktan sonra temel eğitimin 11 yıla çıkarılması sağlanacaktır.
· Eğitim iş kolunda çalışanların sosyal, siyasal ve ekonomik hakları çalışanlarla ortaklaşarak istedikleri yönde ve dünya standartlarına uygun hale getirilecektir.
· Kadının yaşadığı toplumsal sorunların çözüm perspektiflerini de kapsayan sosyal, siyasal, kültürel, sağlık ve buna benzer eğitim ve tartışma programları geliştirilecektir.
· Eğitim çalışmalarının toplumun her kesimine ulaştırılabilmesi için köylerde, mahallelerde okuma odalarının oluşturulması esas alınacaktır.
SAĞLIK :
Ülkemizde insanlar sağlık imkanlarından eşit koşullarda yararlanamamaktadır. Bir çok insanın sağlık güvencesi olmadığı gibi sağlık güvencesi olanların da sağlık hizmetlerinden ne kadar yararlanabildiği tartışma konusudur. Sağlık hizmetlerinin iyileştirileceği vaatleriyle geliştirilen özelleştirme yoksul kesimlerin ölüme terk edilmesi anlamına gelmektedir.
Kadınlar dünya mülkünün sadece % 3'üne sahiptir. Türkiye'de de bu oran farklı değildir. Türkiye'de çalışan kadın ağırlıkta "ücretsiz aile işçisidir". Bu durum kadın ve çocukların yaşamını da tehdit etmektedir. Türkiye, anne ve çocuk ölümlerinin en yüksek olduğu ülkelerdendir. Ülkemizde canlı doğan her bin çocuktan 43 tanesi, bazı bölgelerde ise 60 tanesi ölmektedir.
Sosyal devlet ilkelerinden uzaklaştıkça, sağlık da, satın alınması gereken bir meta haline gelmektedir. Yani "paran varsa sağlık hizmetlerinden yararlanabilirsin yoksa yararlanamazsın" anlayışı yaygınlaşmaktadır. Mutlu bir azınlık parasıyla en iyi sağlık olanaklarından yararlanırken sosyal güvenlik şemsiyesi dışında kalan çoğu kadın milyonlarca insan kendi kaderine terk edilmektedir. Sağlık bir meta haline gelince koruyucu sağlık hizmetleri önemini kaybetmektedir.
Toplumun sağlığını tehdit eden en önemli olgunun yoksulluk olduğu belirtilmelidir. Gelir dağılımının her geçen gün yoksullar aleyhine bozulması; verem gibi kimi yoksulluk hastalıklarının yaygınlaşmasına yol açmıştır.
Sağlığa yönelik olarak ;
· Bütçeden sağlığa ayrılan pay arttırılacaktır.
· Koruyucu halk sağlığı hizmetlerine gereken önem verilecektir.
· Sağlık alanında yapılan özelleştirmelere karşıyız. Sağlık devletin güvencesinde ve parasız olmalıdır.
· Özellikle Doğu Anadolu, Güney Doğu Anadolu, Karadeniz ve İç Anadolu'da kadınların doğurma oranı oldukça yüksektir. Ücretsiz aile planlaması hizmeti verilecektir.
· Yerel Yönetimlerin güçlendirilerek ana ve çocuk sağlığı birimlerinin ve kadın psikolojik danışma ve rehabilitasyon merkezlerinin açılmasına hız verilecektir.
· Çocukların aşılanması konusunda daha titiz bir çalışma yürütülecektir.
· Yeşil kart sisteminin gözden geçirilerek, özellikle başta kadınlar olmak üzere toplumun dezavantajlı kesimlerinin sağlık sigortasından yararlanmaları sağlanacaktır.
HUKUKSAL HAKLAR :
Türkiye'de Medeni Yasa'dan Türk Ceza Yasası'na kadar uzanan hukuk metinlerinde kadın-erkek ayrımcılığını teşvik eden çok sayıda madde bulunmaktadır.
İçinde bulunduğumuz yıl büyük tartışmalarla kabul edilen Yeni Medeni Yasa biz kadınlar açısından çok önemli ve olumlu değişiklikleri içermektedir. Özellikle erkek egemen sistemin aileye bakışı ve aile içinde kadının konumunun çağın koşullarına uygun hale getirilmeye çalışılmıştır. Bizimde destek verdiğimiz ve emek harcadığımız Yeni Medeni Yasa'nın özellikle ailenin reisliğini kaldırmış olması önemli bir bakış açısının sistem ve devlet açısından da kabulü olarak ele almak gerekiyor. Ancak tüm çabalara rağmen özellikle basında mal paylaşımı konusunda yaratılan çarpık tartışmalar ve TBMM'de bulunan gerici ve erkek egemen siyasi partilerin tutumu nedeniyle yasa bazı olumsuzluklarla çıkmış ve yürürlüğe girmiştir. Kadının soyadını erkeğin soyadından önce alma zorunluluğu, kadının çalışmasında bizce kadın açısından bağlayıcı olan (ailenin huzur ve düzenini bozmamak kaydıyla) bir cümlenin ilave edilmesi, mal paylaşımı konusunda çok seçmeli ve karışık bir sistemin getirilmiş olması ve en önemlisi de yürürlük tarihinin 2002'ye çekilerek kadınlar arasında yeni bir eşitsizliğin yaratılmış olması temel itiraz noktalarımızdır.
Kadının şiddete uğrama oranın çok yüksek olduğu Türkiye'de bu konuda kadını koruyan önemli yasalar mevcuttur. 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun, kadını şiddetten koruyan ve yürürlükte olan bir kanundur. Ancak söz konusu kanunun bilinmesi, kullanılması ve uygulanmasında çok ciddi eksiklikler yaşanmaktadır.
Ayrıca Türk Ceza Kanunu'nun birçok maddesinde de töre cinayetleri ve kadının aleyhinde yasalar bulunmaktadır.
Türkiye, kadın hakları açısından temel evrensel bir belge niteliğini taşıyan CEDAW'ı (Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi) 1985 yılında imzalamıştır. İmzalamadığı ek protokolude 3 Kasım seçimlerinin kararı alınırken TBMM'de kabul edilmiş ve yasalaşmıştır.
Bunun dışında 1995 yılında Pekin'de yapılan IV. Dünya Kadın Konferansı kararlarına da Türkiye imza koymuştur.
Bugün belli başlı üniversitelerimizde Kadın Sorunlarını Araştırma ve Uygulama Merkezleri faaliyet göstermektedir.
İstanbul ve Ankara'da Baronun Kadın Komisyonları vardır.
AB uyum süreci içinde imzalanan veya imzalanacak kadına dair bir çok uluslararası sözleşme ve protokollerde vardır.
Hukuksal haklara yönelik ;
? Gerek Türk Hukuk sistemi içersinde, gerekse uluslar arası zeminde var olan kadına yönelik olumlu tüm yasaların bilinir, kullanılır ve uygulanabilir hale getirilmesi için çaba harcanacaktır.
? Yasaların uygulanmasında Türkiye'deki tüm mahkemelerde eylem birliğinin sağlanmasına çalışılacaktır.
? Medeni yasa' da kadınların itiraz ettiği ve yaratılan yeni olumsuzluklar giderilecektir.
? Töre cinayetleri olarak bilinen cinayetleri kapsayan yasalar gözden geçirilerek sadece cinayeti gerçekleştiren açısından değil yönlendiren yakın aile çevresini de kapsayacak biçimde düzenlenecektir. Ayrıca cinayete zorlanan çocuk yaştaki erkeklerin de psikolojik yardım ve rehabilitasyonu sağlanacaktır.
? Başta Medeni Yasa olmak üzere tüm yasaların kadınlar açısından bilinmesi anlamında medya olanakları da kullanılarak kadın-hukuk eğitimleri çok yaygın olarak yapılacaktır.
? Toplum içinde kadına karşı tüm hukuk ve ahlak dışı uygulamalara karşı hukuki mücadelenin geliştirilmesine yönelik birliklerin teşvik edilecektir. ( Kadın hukuk büroları vb. )
KADIN EMEĞİ :
Bu gün tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de üretimin önemli bir bölümünü gerçekleştiriyor olmalarına rağmen, kadınlar emeklerinin karşılığını alamamakta ve "yoksulluğun kadınlaşması" olgusu yaşanmaktadır. Zenginlikler eşitsiz paylaşılırken yoksulluklar her ülkede daha çok kadının payına düşmektedir. Kentler göç dalgalarıyla giderek büyürken özellikle büyük kentlerde insanların temel gereksinimleri bile karşılanmamakta, yaşam koşulları her geçen gün zorlaşmaktadır.
Sosyal adaleti ve toplumsal eşitliği hiçe sayan ekonomi politikaları sonucunda, dengeler en başta da kadınlar olmak üzere tümüyle yoksul emekçi kesimlerin aleyhine bozulmaktadır. En temel insani ihtiyaçlar olan beslenme, barınma, temiz içme suyu,sağlık, eğitim gibi ihtiyaçlar daha az karşılanabilir olmaktadır. Oysa bir ülkenin en temel değeri insandır. İnsanın refahını esas almayan bir ekonomik büyüme yaklaşımı başarısız olmaya mahkumdur.
Yoksulluğa karşı, toplumun refahını esas alan, kaynakların cinsler arasında eşitsiz dağılımını ortadan kaldırmayı hedefleyen bir kalkınma perspektifi benimsenmelidir.
Kadın emeği çoğunlukla görünmeyen emektir. Kadınların ömürleri boyunca yaptıkları işler ya annelik ve eşlik rollerinin doğal bir uzantısı olarak görülmekte ya da işten sayılmamaktadır. Hasta, yaşlı ve çocukların bakımı, temizlik, besleme vb. ev içi işlerin yanı sıra, tarımda ya da aile işletmelerindeki emekleri de karşılıksız kalmaktadır. Bütün zamanlarını aile üyelerinin temizliği, beslenmesi, çocukların büyütülmesi, sosyal ilişkilerin düzenlenmesi ile geçiren kadınlar yeri geldiğinde "kaşık düşmanı" olarak nitelenmektedir.
Ücretli bir işte çalışmak isteyen kadınların işleri de hiç kolay değildir. Hele de büyük kentlerdeki kadınların. Çünkü çalışmak isteseler dahi iş bulmaları kolay değildir. Ailenin, çevrenin karşı çıkmasına rağmen direnebilen, gerekli eğitim olanaklarından yararlanabilen kadınlar bu sefer de işsizlik sorunuyla yüz yüze gelmektedirler. Türkiye'de kadınların kentsel işsizlik oranı erkeklerinkinden çok yüksektir.
İş bulanlar için de sorunların ortadan kalktığı söylenemez. Ücretli çalışma yaşamına katılan kadınlar ev içindeki yükümlülükleri ortadan kalkmadığı için ikili iş yükü altında ezilmektedirler. Ev içi işler eşler arasında demokratikçe bölüşülmediği gibi, işverenler de kreş, emzirme odası gibi çalışan annelerin işini kolaylaştırıcı önlemlerden kaçınılmaktadır.
Tüm topluma, kültürümüze ve eğitim sistemine yansımış olan cinsiyet ayrımcılığı nedeniyle kadınlar çalışma yaşamına erkeklerle eşit koşullarda girmemektedirler. Daha çok vasıf gerektirmeyen, düşük ücretli, örgütlenme olanağı bulunmayan, düşük statülü işler kadınlara düşmektedir. "kadın işi"-"erkek işi" ayrımı kadınların girebilecekleri işleri görünmeyen bir elle sınırlandırmaktadır. Meslekte yükselmeyi sağlayacak meslek içi eğitimlerde kadınlara karşı ayrımcılık yapılmaktadır. Sanki kadınlar tıpkı aile içinde olduğu gibi ikinci sınıf sayılan işler dışında iş yapamazmış gibi aile içindeki görevlerine benzeyen hemşirelik, sekreterlik gibi işler kadın işi sayılmaktadır.
İşverenler kadınları "kolay çalıştırılabilir" işçiler olarak görmektedirler. Özellikle fason üretim yapan firmalar kadınları tercih etmektedirler. Örgütlenmeye izin verilmeyen, sosyal hakların kullanılmadığı, düşük ücretli ihracata yönelik üretim sektörlerinde de benzer nedenlerden dolayı kadınlar tercih edilmektedir. Tüm dünyada giderek yaygınlaşmakta olan esnek üretim de yine kadın emeğinin sömürüsü üzerinden gerçekleştirilmektedir. Kadınlara ihtiyaç olduğunda çağrılacak ama ihtiyaç ortadan kalktığında evlerine geri gönderilebilecek elemanlar muamelesi yapılmaktadır. Bu nedenle de kriz dönemlerinde öncelikle kadınların işine son verilmektedir. Tıpkı siyaset gibi sendikacılık da "erkek işi" sayıldığından kadınlar sendikalarda yeterince aktifleşememekte, işyerlerindeki sorunlarını sendikal politikalara yansıtamamaktadırlar.
Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde yaşanan şiddet ve göç sonucu trajik boyutlara ulaşan yoksullaşma, Türkiye'de mevsimlik tarım işçiliğini önemli bir gündem maddesi haline getirmiştir. Eskiden beri görülen mevsimlik tarım işçiliği, son birkaç yıldır bu bölge insanlarının kitlesel hareketiyle tüm Türkiye'ye yayılan ve ağırlıklı olarak kadın ve çocuk emeği sömürüsüyle belirginleşen kabul edilmesi zor bir tablo ortaya çıkarmaktadır. Binlerce kişi, yaz ayları boyunca sağlıksız koşullarda, kötü beslenme ve barınma olanaklarıyla çok düşük ücretlerle tarım işçiliği yapmaktadırlar. Ciddi bir emek sömürüsü söz konusudur. Bu kesimden erkekler kısmen de olsa farklı sektörlerde de iş bulabilirken, kadınlar dil probleminden dolayı bu olanaktan da yoksun, ücretli tarım işçiliğine mahkum olmaktadırlar.
Kadın emeğine yönelik ;
· İşsizliği engellemek için kadınların mesleki eğitim olanaklarından yararlanmaları teşvik edilecektir.
· İşe girişte ve işyerinde cinsiyet ayrımcılığına göz yuman her türlü yasa yürürlükten kaldırılarak, ayrımcı uygulamaları ortadan kaldırıcı düzenlemeler getirilecektir.
· İşten çıkarmalar güçleştirilecek, sosyal güvencesiz işçi çalıştırma engellenecektir.
· Yoğun kadın emeği sömürüsünün engellenmesi için fason işletmeler sıkı kontrol edilecektir.
· Küçük girişimci kadınlara ve isteyen ev kadınlarına uygun koşullarda, düşük faizli kredi verilmesi sağlanarak kadın girişimciliği teşvik edilecektir.
· Kentlerde kadınlara istihdam olanağı yaratacak yatırımlar desteklenecektir.
· 8 Mart'ın resmi tatil olması sağlanacaktır.
· Sendikaların karar ve yönetim organlarında kadınların yer almasını sağlayabilmek için kadın kotası konulması için çalışılacaktır.
· Çalışan kadınlar için doğum öncesi ve doğum sonrası toplam bir yıl ücretli izin hakkı verilecektir. İsteyen babaların bu haktan yararlanması sağlanacaktır.
· En az 50 kadının çalıştığı işyerlerinde kreş açılması zorunlu kılınacaktır.
FUHUŞ :
Fuhuş olgusu ilk erkek egemen yönetim sistemini ve devlet kurumlaşmasını oluşturmuş olan Sümerlerle ortaya çıkmıştır ve günümüze kadar da bu ataerkil sistemin temel kurumlarından biri olarak varlığını sürdürmüştür. Ataerkil sistemin özü çözümlenmeden bu olgunun ortadan kalkması beklenemez.
Türkiye'deki genel ev sayısı resmi kayıtlara göre 57'dir . Resmi olarak kayıtsız bir çok "ev" olduğu da bilinmektedir. Bu oldukça yüksek bir rakamdır. Elbette ki bu gerçeği görmezden gelemeyeceğimiz gibi onu yaratan nedenler de kapsamlı ele alınmalıdır. Mevcut bu durum toplumsal gerçekliklerden bağımsız değerlendirilmemelidir. Fuhuşa itilen kadınların potansiyel suçlu olarak görülüp toplumdan dışlanmaları, sorunu çözmeyeceği gibi sorunu yaratan toplumsal nedenler de görülemeyecektir.
Asıl olarak fuhuşun tümüyle ortadan kaldırılması hedeflenmelidir. Ancak bu gerçekleşene kadar da bu sektörde çalışan kadınların sosyal güvenceye kavuşturulması insani bir gerekliliktir. Bu sektörde çalışan kadınların topluma kazandırılmasına yönelik çalışmaların yapılması gereklidir.
ŞİDDET :
Eşitsizlik, baskı ve sömürü üzerine kurulmuş bütün sistemler kendilerini ancak sistematik ve yaygın şiddet aracılığıyla yaşatabilirler. İnsanlık tarihinin şafağında ortaya çıkan eşitlikçi anaerkil toplulukların, erkek egemenliği tarafından yıkılmasının ardından, araçları ve yöntemleri değişse de şiddet olgusu hep var olmuştur. Ataerkil kapitalizm ve onun doruk noktası sayılan YDD, ideolojik egemenlik ve şiddeti yaygınlaştırma yoluyla tüm dünyaya hükmetmektedir. Şiddet bir kültür haline getirilmiştir. Güçlünün güçsüz üzerinde, çoğunluğun azınlık üzerinde, yaşlıların çocuklar üzerinde, devletin tüm toplum üzerinde şiddet uygulaması meşru görülür olmuştur. Böyle bir sistem içinde en yaygın ve sistematik şiddete uğrayanlar kadınlar olmaktadır.
Kadının yaşadığı en büyük sorun olarak gördüğümüz şiddetin ortadan kalkması ve şiddete uğrayan kadınların korunmasına yönelik acil önlemler alınmasını düşünüyoruz. Kadın, aile içinde, işyeri ve sokakta, gözaltı ve cezaevlerinde ve savaş ile çatışma ortamlarında ağırlıkla şiddete uğruyor. Türkiye'de kadının şiddete uğrama oranı dünya ülkeleri arasında oldukça yüksek orandadır.
Gözaltında işkence, taciz ve tecavüz olaylarının çok sık yaşandığı ülkemizde konuyla ilgili önemli bir mücadele verilmiştir. Kamuoyunda belirli bir duyarlılık sağlanmış olması ve yasalarda bu konuyla ilgili gelişmeler sağlanması sevindiricidir. Ancak bu konuda sorunlar devam etmekte, en önemlisi de işkence, taciz ve tecavüz sanıkları olan güvenlik görevlileri (polis, asker, korucu vb. ) hakkında açılan davalar sonuçlandırılmamış veya gereken cezaya çarptırılmamışlardır. Bu konu iktidara geldiğimizde öncelikle takip edeceğimiz bir konudur.
Aile içi şiddetin temellerine indiğimizde, şiddetin sosyolojik temelinin ailede olduğunu görüyoruz. Türkiye aile yapısında aile içi şiddetin ( tüm boyutlarıyla ; fiziksel, sözel, ekonomik, cinsel-enses ) çok yaygın olduğu ve toplumsal değer yargılarıyla aile içi şiddetin örtüldüğü de bir başka gerçek olarak karşımıza çıkıyor. Şiddet kültürünün aileden başlayarak bir bütün olarak toplumunun her alanın kapsadığı ve devlet nezdinde de korunduğunu görüyoruz. Yapılan tüm istatistikler şiddete uğrayanın kadın ( %90 ), şiddeti uygulayanın erkek olduğunu ( %95 ) gösteriyor.
Şiddete yönelik olarak ;
? Şiddet politik bir sorundur. Bu nedenle toplumsal barışın, huzur ve refahın sağlanması için her türlü tedbirin alınması gerekir. Bunun takipçisi olacağız.
? 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanunun bilinir ve kullanılır kılınması için; Bu yasayla ilgili tüm mahkemelerde uygulama birliğinin sağlanması. Özellikle mahalle karakollarındaki görevli memurlara yönelik özel bir eğitimin verilmesi.
? TCY'nda aile içi şiddet özel bir hükümle yaptırıma bağlanarak, şiddeti özendiren tüm maddeler çıkarılacaktır.
? Şiddete uğrayan kadınların çoğunlukla polise başvurmadığını yapılan istatistikler gösteriyor. Karakollara gitme konusundaki çekinceler göz önünde tutularak; baro ve sivil kadın kurumlarındaki gönüllü kadınların yer alacağı yeni bir yapılanmaya gidilecektir. Mağdur kadınların kolay ve ücretsiz ulaşabileceği bu merkezlerin toplumun her kesimine duyurulmasına özen gösterilecektir.
? Kadın sığınma evleri şiddete uğrayan kadınlar için son derece önemli bir konu. Türkiye'de 2001 tarihi itibariyle SHÇEK'na bağlı çeşitli illerde toplam 7 sığınma evi var. Bunun dışında Konya'da Şefkat Der'e ait bir sığınma evinin varlığını ve Mor Çatı'nın kapanan evlerini açmaya yönelik çabalarını biliyoruz. Tüm bu sayılar son derece yetersiz. Sığınma evlerinin devlet ve yerel yönetimlerin desteğiyle açılması ve bağımsız kadın kurumlarının da sığınma evi açmalarına yönelik yasal düzenlemeler yapılacaktır. Bununla ilgili olarak kadın kuruluşlarının yerel Kent Konseylerinin oluşturulmasını ve bu konseylerin sığınma evlerini denetleme yetkisine sahip olmalarını sağlayacağız. Ayrıca sığınma evine gelen kadının yanında çocuklarını da getirebilmesi, psikolojik yardımın sağlanması, iş ve meslek edinebilmesine yönelik atölyelerin de bu evlerin bünyesinde açılabilmesini sağlayacağız. Sayı olarak gerçekçi olmak gerektiğini, ihtiyaca yetecek sayıda sığınma evinin hemen açılmasının güçlüklerini biliyoruz. Bu nedenle hemen ilk etapta metropollerde olmasının güvenlik, başvuru ve gönüllü çalışanlar açısından daha kolay olabileceğini düşünüyoruz.
? Şiddete maruz kalan kadın kadar şiddet uygulayan erkek için de psikolojik danışma, rehabilitasyon programlarının önemli olduğunu düşünüyoruz. Erkeği sadece cezalandırmak yerine onu eğitmek ve geleneksel anlayışları kırmak için özel programlar uygulanacaktır.
? Özellikle Batman şahsında ortaya çıkan ama bir bütün olarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde yaşanan kadın intiharlarına yönelik psikolojik danışma ve rehabilitasyon merkezleri açılacaktır. Konun geleneksel aile yapısı, din, örf ve adetler boyutuyla birlikte yıllarca süren çatışma ortamıyla ilgili daha derin ve bilimsel araştırmalar yapılacaktır.
? Şiddete uğrayan kadınların boşanma ve diğer haklarına yönelik mahkeme ve avukatlık masraflarının karşılanması için sivil toplum örgütleri ve devlet kurumlarıyla bir hukuki yardım ağı oluşturulacaktır.
? Medyanın aile içi şiddete yönelik olumsuz katkılarını olumluya dönüştürülmesindeki tüm yasal tedbirler alınacaktır. Ayrıca bu konuda toplumun eğitilmesine yönelik yayınların yapılması için çaba harcanacaktır.
? Namus ve Töre cinayetleri olarak da adlandırılan bu tür cinayetlerin önlenmesi gerektiğini ve toplumumuzda kanayan bir yara olduğunu düşünüyoruz. Ancak bu yarayı ele alırken bin yıllardır erkek egemen zihniyetle şekillenmiş tarihsel ve toplumsal gerçekliği kapsamlı irdelemek gerekiyor. Yapılan istatistikler bu tür cinayetlerin ağırlıkla Urfa ve yöresinde yaşandığını gösteriyor. Ayrıca yurt dışına göç etmiş ailelerde de sıkça rastlanıyor. Bu sorunun feodal aile yapısıyla direkt bağlantısı olduğunu düşünüyoruz. Öncellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde sürdürülen feodal yapının kırılmasının bir devlet politikası olarak ele alınması gerekiyor. Devlet politikalarının değişimi için sivil kurumların öncelikle de kadın kurumlarının bir baskı aracı oluşturmaları gerekiyor. Ayrıca bölgede genel bir eğitim seferberliği ile cinayete yönlendirilen genç hatta çocuk yaştaki erkeklerin rehabilite edilecekleri merkezler açmayı düşünüyoruz. Böylesi cinayetlerde sadece cinayeti işleyen değil, cinayete azmettiren yakın akraba çevrelerine de ceza verilmesi ve mevcut cezalarda arttırıma gidilmesi için çalışma yapmak istiyoruz.
DOĞA VE ÇEVRE :
21. yüzyılın temel çelişkilerinden biri de doğa-insan çelişkisidir. Doğa ile insan arasındaki uyumsuzluk insanın doğa üzerinde hakimiyet kurma zihniyetinden kaynaklanmaktadır. Başlangıçta doğa karşısında korumasız olan insan, zamanla doğa ile dengeli bir yaşam koşullarını yaratacak konuma geldi. Ancak, sahip olmayı, hükmetmeyi, ben merkezciliği esas alan erkek egemen kültür, kapitalizmle doruk noktasına ulaşmış ve doğa tüketilme noktasına gelinmiştir. İnsanın, doğanın bir parçası olduğu gerçeği unutularak, kar hırsı ve sonsuz bir tüketim güdüsüyle doğal dengeler bozulmuştur. Bilim ve teknolojinin tüm toplumun yararına değil, sadece belli bir azınlığın çıkarları doğrultusunda kullanılması, II. Dünya Savaşında görüldüğü gibi, insanlık için olduğu kadar, doğa için de felaketlere yol açmıştır. Ekolojik dengedeki bozulmanın durdurulması için öncelikle bu yaklaşımın değişmesi gerekmektedir. İnsanın insana yabancılaşması ortadan kalkmadıkça insanın doğaya yabancılaşması da ortadan kalkamaz. Bu ise bir zihniyet devrimiyle mümkün olabilir.
Türkiye'de doğa ve çevreye yaklaşım, çoğunlukla sığ politikacıların günlük politik çıkar hesaplarına bağlı gelişmiştir. Bir talan ve yağma olanağı olarak yerli ve yabancı sermayenin hizmetine sunulmuştur. Yaşanan bu politikasızlık ve yasal karmaşalar, çevre örgütlenmesindeki yetersizlikler, denetim ve yaptırım eksikliği gibi sorunlar; bir doğal olay olan depremi katliama, yağışların sel felaketlerine, yanlış yerleşimlerin rant kavgalarına, çöp dağlarının bombalara dönüşmesine neden olmuştur.
Çevreyle ilgili sorunların çözümü başta konuyla ilgili meslek örgütleri olmak üzere sivil toplum örgütleri ile birlikte olmalıdır. Doğanın bitmez tükenmez olmadığı bilinmelidir ve yağmanın önü alınmalıdır. Ekolojik ve Ekonomik Planlamanın bir arada yapılması gerekmektedir.
Doğa ve Çevre' ye ilişkin ;
· Çevre ve çevre sorunları bir bütün olarak ele alınacak, çevre hukuku ve çevre mevzuatı açısından ülkemizin güncel ihtiyaçlarına cevap verebilecek tüm düzenlemeler yapılacaktır. Ayrıca uluslar arası hukuk normlar da ülkemizin özgün koşullarına göre yorumlanacaktır.
· 10 yıldır demokratik bir mücadele veren ve çevre bilincinin gelişimi açısından tüm Türkiye'ye örnek olan Bergamalı köylülerin istekleri yerine getirilecektir. Türkiye'deki konuyla ilgili Mühendis Odalarının ve bir çok bilim insanının ortaklaştığı Bergama Ovacık Altın Madenin İşletilmesi ile ilgili sorun sona erdirilecektir. Siyanürle altın elde etmenin çevreye, doğaya ve başta insan olmak üzere tüm canlılara üzerinde yaratacağı olumsuz etkiler bilimsel bir gerçek olarak ortada durmaktadır. Mayıs 1977 yılında Danıştay 6. Dairesinin vermiş olduğu karar hiçe sayılarak ve Bergamalı köylülerin insani ve demokratik tepkileri güvenlik önlemleri ile bastırılmaya çalışılmış ve büyük bir hukuksuzlukla altın çıkarılmaya devam edilmiştir. Normandy ( Newmont ) tarafından işletilen Ovacık Altın Madeni kapatılacaktır.
· İnsan sağlığı açısından bir risk faktörü oluşturan ( kalp dolaşım sistemi, bağışıklık ve sinir sisteminde bozukluklar. Kanseri arttıran veya başlatan etkisi ) Baz İstasyonlarının ülkemizde gelişi güzel kurulması engellenecektir.
· Can ve mal güvenliği açısından büyük bir tehdit oluşturan LPG (Sıvılaştırılmış Petrol Gazları) İkmal İstasyonlarının kuruluş, denetim, emniyet ve ruhsatlandırma işlemlerine ilişkin çıkarılan yönetmeliğin uygulanmasındaki tüm aksaklıklar giderilecektir.
· Her yıl çeşitli nedenlerle yanan veya yakılan ormanlarımızın korunması ve yeni ormanlık alanların oluşturulmasına büyük önem verilecektir. Doğanın en temel dengesi ve tüm canlıların yaşam kaynaklarının başında gelen ormanların korunması ve zarar verenlerin cezalandırılmasına yönelik tüm tedbirler alınacaktır.
· Çevre ve doğanın korunmasında en temel görevin biz kadınlara düştüğünü düşünüyoruz. Doğaya daha yakın ve ilk tarihlerde tarımı, tıbbı ilk keşfeden cins olan biz kadınlar bugün erkek egemenlikli dünyanın doğayı tahrip edişine dur demeliyiz. Bu amaçla başta kadınlar olmak üzere tüm toplumu bu konuda bilinçlendirmeye yönelik her türlü eğitim olanaklarının yaratılması için çaba harcanacaktır.
DEMOKRATİK AİLE :
Toplumsal sistemin küçük bir örneğidir aile. Bireyler toplumsal yaşama aile içinde hazırlanırlar. Tarih boyunca geçirdiği önemli değişikliklere ve bu gün bir tıkanma içinde olduğu söylenmesine rağmen aile, halen toplumsal yaşamda kalıcı ve belirleyici bir yere sahiptir. Böylesine kurumlaşmış bir yapının bireylerin şekillenmesindeki yeri tartışmasızdır. . İnsanın ilk şekillenmesi daha sonraki yaşamını etkiler. Şiddetin, eşitsizliğin, baskının hakim olduğu bir ailede şekillenen bireyin yaşamın diğer alanlarında özgür, güvenli ve demokratik bir duruş sergilemesi güç olacaktır. Nitekim aile içinde şiddete maruz kalan bireylerin daha sonra şiddete eğilimli olduklarını gösteren kanıtlar oldukça fazladır. İnsanlar şiddete, otoriteye aile içinde maruz kalarak toplumsal yaşama iradeleri kırılmış bireyler olarak ya da şiddet uygulayıcısı olarak katılmaktadırlar. Kadınlar ve çocuklar aile içerisindeki antidemokratik uygulamaların ve şiddetin başlıca mağdurlarıdırlar. Sağlıklı ve demokratik bir toplum ruhsal olarak sağlıklı bireylerle kurulabilir ve bu da ancak demokratik ailelerle mümkün olabilir.
Demokratik aile, gelecek toplumun kurucuları olacak olan çocukların sağlıklı şekillenmesini sağlayacaktır. Çocukların yaşadığı sorunların giderilmesinde istenilen düzey henüz yaratılamamıştır. Her ne kadar çocuk sorununu ele aldığımızda toplumun geleceğidir gibi belirlemeler yapılsa da toplumda kadından sonra en çok ezilen kesimi çocuklar oluşturmaktadır. Geleceğinden habersiz yaşamı tanımaya başlarken anlam veremediği bir çok eşitsizlik ile karşılaşmaktadırlar. Ucuz iş gücü ile çalıştırılanlar, sokaklarda yaşama mahkum edilenler, hiç okula bile gitmeyenler.
Dünya yetişkinlerin, erkeklerin dünyası olduğundan, çocuğa aykırıdır. Doğar doğmaz ataerkil kültür ile cinsiyetçi ayrımlarla karşı karşıya kalmaktadırlar. Erkek babaya benzeştirilerek gelecekte evin reisliğine kız çocukları da anneliğe hazırlanmaktadır. Bu ise ataerkil kültürü yeniden üretmektedir.
Not: Metin içinde geçen istatistikler Başbakanlık Kadın Sorunları ve Statüsü Genel Müdürlüğünün son çıkan yayınlarından alınmıştır.
DEHAP Merkezi Seçim Koordinasyonu Basın Komisyonu
Tel : (0212) 653 52 24--653 84 20--653 84 06--652 25 73
Fax : (0212) 653 52 98
E-Mail : [email protected]
Adres : Mareşal Fevzi Çakmak cad. Nil sokak, No. 15/9 Şirinevler-Bahçelievler, İst.