"Başlarken: Virgül'ü şöyle tanımlamak isteriz: Okunmuş gazetelerle birlikte atılmayacak bir kitap dergisi. Niçin çıkarıyoruz Virgül'ü? Okura yol göstermekten çok kitaba bir eleştirel bağlam kazandırmak için. (...) anlamın ve anlamanın ilk koşulu, bağlamın bilinmesidir.(...)"
Bu satırlar 10. yaşını kutlayan aylık kitap ve eleştiri dergisi Virgül'ün ilk sayısında yayınlanmış çıkış yazısından... Künyedeki sırayla Orhan Koçak, Mustafa Arslantunalı, Bünyamin Güneş, Mehmet Öztürk, Pelin Tünaydın, Ceyhan Usanmaz, Feza Kürkçüoğlu, Belda Dürger ve emeği geçen herkese elinize sağlık ve nice 10 yıllara diyoruz...
Tarihte benzer örnekleri olmasına karşın, Batı'da modern anlamda dandinin XVIII. yüzyılın son döneminde ortaya çıktığı söylenebilir. Dandi giyimine aşırı dikkat gösteren kişi olarak bilinir. Angus Francisco McFarland'ın -internette bulunabilecek- "The Triumph of the Whim or Dandyism and the Aesthetic Process" başlıklı çalışmasında belirttiği gibi dandilik, aristokrasinin gücünün azaldığı bir dönemde ortaya çıktı. Bu döneme kadar aristokrasi estetik tüketim içinde aktif bir biçimde yer alan, beğeniyi, zevki oluşturan yegâne kesimdi.
Aristokrasinin düşüşe geçmesiyle birlikte estetik bir boşluk oluştu. Burjuvazi giyim kuşama ve kibarlığa ilişkin kendi estetik normlarını oluşturacak bir konumda değildi; ne aristokratlar gibi giyinebiliyor ne de ulus ölçeğinde bir "giyinişe! eşitlik" sağlayabiliyordu, ilk modern dandi olan İngiliz George Bryan "Beau" Brummell (1778-1840) aristokratik bir kökene sahip değildi. Ancak Brummell özenli giyimi, etkileyici hal ve tavrı, elit sınıflara özgü yaşam tarzı ve sosyal manevra kabiliyeti sayesinde soylu kesimle yakın ilişkiler kurmuş, kral naibiyle yakın arkadaş olmuştu. Brummell çok pahalı ve gösterişli elbiseler yerine son derece sade, koyu renkli elbiseler giyiyordu. Ancak giysilerinin kumaşı, kesimi mükemmeldi, elbisesi vücuduna tam olarak oturuyordu. Brummell hem vücudunun hem de elbisesinin temizliği konusunda son derece titizdi, her zaman tıraşlıydı. Stile ilişkin bir tür züppelik yaratan Brummell saf bir erkek şıklığı idealini temsil etmekteydi. Ciddi, soğuk, mesafeli, resmi tavırlı idi, sosyal ortamlarda hep ölçülü davranır, asla soğukkanlılığını kaybedip sinirlenmezdi. Yerleşik âdetlerden sıkılıp bunlarla inceden inceye alay eden Brummell tasarlanmış bir ironiye sahipti. Belirgin bir biçimde "efemine" bir tavır sergilememesine karşın, cinsel kimliğine ilişkin bir muğlaklık hissi uyandırıyordu! Salonlarda giyimi, kibarlığı ve davranışlarıyla kadınların beğenisini kazanan Brummell'in bilinen bir kadın arkadaşı yoktu. 1843 yılında Brummell üzerine bir çalışma yayınlayan Jules Barbey d'Aurevilly, gerçek bir dandi olan Brummell için kadınların yararsız olduğunu, Brummell'in kendi kendini yarattığını söyleyecekti. Garelick'e göre ise Brummell'in kültürel gücü ve özdenetimi onun fiziksel bedenini baskı altına alıyor, dandileştirilmiş beden mekanik bir bedene dönüşüyordu. Brummell'in cinsellikten arındırılmış sosyal gücü ve zekâsı karşısında cinsellikle ilişkilendirilen kadın bedeni ikincil bir konuma itilmekteydi.
Çalışmayan ve masraflı bir yaşamı olan Brummell'in parası bir süre sonra bitti ve Brummell 1816'da alacaklılarından kaçarak Fransa'ya gitti. Etrafında bir hayran çevresi oluşan Brummell onlarca yıl boyunca Fransa'da modayı etkiledi. Ekonomik durumunu düzeltemeyen Brummell 1840'ta beş parasız bir halde frengiden öldü. Brummell'in İngiltere'deki etkisi ise 1830'lardan sonra azalmaya başladı. Viktoryen dönemde Brummell efemine olduğu, erkeksi olmadığı, işe yaramaz olduğu vb gerekçelerle eleştirildi. Kadın-erkek arasındaki sınırların net bir şekilde çizilerek bir karşıtlık ilişkisi kurulduğu, çalışmanın öne çıkarıldığı bir dönemde "efemine," teatral tavırlar sergileyen aylak dandiye iyi gözle bakılmıyordu. Erkeğin bedeninin cinsel boyutunun gözden uzaklaştırılmaya çalışıldığı bu dönemde bedene sıkı sıkıya oturan elbiseler, yerini vücut hatlarını saklayan bol elbiselere bıraktı. Elbisenin terziliğine yapılan vurgu azaldı.
1790'larda ve XIX. yüzyılın ilk onyıllarında Londra'da görülen dandilik -XIX. yüzyılın ikinci yarısında daha çok Fransa'da gözlemlenen felsefi dandilikten farklı olarak- sosyal dandilikti. Dandiler kulüplere, salonlara gidiyor, etraflarında bir hayran kitlesi oluşturuyorlardı. Jules Barbey d'Aurevilly'nin dikkat çektiği gibi, dandinin varoluşu ortalıkta görünmeye dayalıydı. Dandi kendisini bakılacak bir sanat eseri olarak inşa etmek istiyordu. David Tacium -internette bulunabilecek- "Le dandyism et la erişe de l'identite masculine â la fin de XIXe siecle: Huysmans, Pater, Dossi" başlıklı çalışmasında, dandinin kendisini bakılan bir obje haline getirmekle kadınsı bir konumu kabullendiğini söyleyecekti. Jules Barbey d'Aurevilly'e göre dandi bazı açılardan kadına benzemekteydi. Eril söylemin kadın bedenini bakışın yegâne nesnesi haline getirmek istediği bir dönemde dandinin beğenilmek amacıyla bedenini -ciddi, mesafeli, kültürle donanmış bir biçimde de olsa- güzel bir sanat objesi olarak ortaya sürmesi toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin bir muğlaklık yaratıyor ve bu durum Viktoryen ahlakın savunucularını rahatsız ediyordu. Aslında dandi toplumsal normları ihlal eden biri değildi; sıkıcı kurallara karşı ironik bir tavır sergilese de, bu kurallara saygılıydı. Dandi, kendi sınırlarını dışa karşı iyi bir şekilde koruyan, dışarıdan gelene karşı "geçirgen olmayan" eril burjuva bireyinin birçok özelliğini taşıyordu. Başkalarını şaşırtmayı amaçlayan dandiyi başkaları asla şaşırtamıyordu. Dandi Batı'da XVII. yüzyıldan beri gelişen makine benzeri beden imgesinin temsilcisiydi.
Gençliğinde askeri kariyere başlayıp sonra terk eden Brummell'in hareketlerinde askeri bir disiplinin izleri gözlenmekteydi. "Duygularıyla hareket eden" kadının tersine, dandi "aklıyla kendini kontrol altında tutan erkek" modelinin destekleyicisiydi, doğal olana karşı çıkarak yapay, mekanik, şeyleşmiş bir bedeni kuran kişiydi. Garelick'e göre, bir sanat objesi olmak isteyen dandi sosyal gösterisini yaratmak için kendini insanlıktan çıkarıyor, giysileriyle kendini nesneleştiriyordu. Balzac 1830'da yazdığı "Trake de la vie elegante" başlıklı yazıda kendini bir dandi haline getiren insanın bir yatak odası mobilyası, bir manken haline geldiğini söyleyecekti. Dandi mekanik bir soğukluğu, robotvari bir bedeni simgeliyordu. Öte yandan kendini bir meta olarak kuran dandi, etrafını güzel şeylerle ve dekoratif insanlarla doldurmakta, sosyal adalete sırtını dönmekteydi. Ellen Moers'a göre dandi bir meta fetişti, tüketilebilir bîr gösteriydi.
Hem gerçek kişiler hem de roman kahramanları olarak dandilerin hemen hemen hepsi erkekti. Dandi-yazarların edebi yapıtlarında kadınlar bağımsız özne konumuna sahip olamıyor, olumsuz sıfatlarla tanımlanıyorlardı. Dandilik avam, vulgar olana karşı çıkan bireyci bir hareketti. Michel Onfray dandiliğin sürekli bir isyan hali, sürüye uyum göstermeye karşı çıkma ve bireye övgü anlamına geldiğini söyleyecekti. Dandi sıradan olana karşı kendi orijinalliğini yaratmak, giyimiyle, davranışlarıyla, konuşmasıyla, kültürüyle, hobileriyle kendini bir sanat eseri olarak kurmak istiyordu. Ellen Moers'a göre, dandilerin tavırları ve pozları gitgide materyalistleşen toplumun birörnekliğine, vulgarlığına, vasatlığına karşı duydukları tiksintinin dışavurumuydu. Dandi yapmacık bir kibarlığa, soğukkanlılığa, "serbest zaman zarafetine" sahip biriydi. Dandiler kan bağlarına ve aristokratik unvana dayalı olmayan bir tür kültürel seçkinciliğe yönelmişlerdi. Burjuvazinin eşitlik sloganı karşısında dandi bireysel farkını öne çıkarıyordu.
1830'lara kadarki dönemde, her şeyi düzleyen sanayi kapitalizmi ve kitle kültürü henüz dandiyi boğacak ölçüde gelişmemiş, eğlence endüstrisi "dandiye rakip olarak" kadın performansçıyı henüz kitleler önünde sahneye çıkarmamıştı! "Farkları eşitlemek," kitle kültürü yaratmak yönünde ilerleyen kapitalist sosyallik "sosyal hayat dandiliğinin" sonunu getirecek, dandi bu sefer gerçekten "a-sosyalliğe" itilecek, Baudelaire'in aylağı (flâneur) gibi kendini kalabalıkların içinde gezinir halde bulacaktı. Fransa'da 1848 devrimi sırasında barikatlarda savaşan Baudelaire daha sonraki dönemde kalabalıkları gözlemlemekle yetinecekti. Baudelaire dandiliğe daha çok estetik/felsefi bir yaklaşım getiriyordu. Baudelaire'in "asıl kahramanı" dandi değil aylaktı! Dandi estetik, kültürel yeteneklerini bakılmak, seyredilmek için kullanırken, aylak bakmaya, gözlemlemeye yönelikti.
Birincisi "sosyal teşhirciyken," ikincisi "sosyal gözlemciydi"! Jessica R. Feldman'ın söylediği gibi, dandi hem yüceliğini sergileyeceği hem de karşısında mesafe oluşturacağı bir izleyici kitleye muhtaçtı. Aylak ise neredeyse fark edilmeden içinde dolaşacağı, gözlemleyeceği bir kalabalığa ihtiyaç duymaktaydı. Öte yandan dandi ile aylağın ortak yanları da vardı. Her ikisi de kendisini rafineleştirip eğitmiş, sıradan olana karşı "soylu bir üstünlük" edinmişti. Her ikisi de çalışmaya, faydalı olmaya, doğal olana karşıydı. Baudelaire -erkek- dandiyi yapay, saf güzellikle; kadını ise doğal, kontrolsüz cinsellikle ilişkilendiriyordu. Ona göre kadın acıkıyor, susuyor ve düzülmek istiyordu. Kadın iğrençti, her zaman vulgardı. Kadın dandinin zıddıydı. Baudelaire kadınların aktif bir estetik özne olamayacağını düşünüyor, Paris kafelerinde oturan kadın dandileri aptal olarak görüyordu.
Öte yandan Baudelaire'in 1863'te yayınlanan "Dandi" başlıklı yazısı (Modern Hayatın Ressamı'nın içinde) ilginç saptamalar içermekteydi. Baudelaire'e göre dandilik yasaların dışında bir kurumdu, ama kişiliklerinin bağımsızlığı ne olursa olsun bütün dandilerin uydukları katı yasalar vardı. Dandilik bir tür dindi, en katı manastır kuralları bile dandilik öğretisinden daha zorba değildi. Başkalarını şaşırtmaktan zevk alan dandi hiçbir zaman şaşırmamış olmaktan gelen kibirli bir doyuma sahipti. Dandinin karakterinin güzelliği hiçbir şeyden heyecanlanmamaya kesin kararlı olmaktan kaynaklanan soğuk görünüşte yatmaktaydı. Maalesef her yeri kaplayıp her şeyi eş düzeye getiren demokrasinin yükselen suları, insan onurunun bu son temsilcilerini boğmaktaydı. Baudelaire yazısında dandiliğin aşırı bir üst baş bakımı, giyim kuşam düşkünlüğü olmadığını, başkalarına benzememe gereksinimine dayandığını, çöküş dönemlerindeki son yiğitlik parıltısı, batan bir güneş olduğunu, dandinin başkaldırmaya yöneldiğini söyleyecekti.
Baudelaire yazısında dandinin ruhsal soyluluğunu, iç dünyasının üstünlüğünü öne çıkarıyordu. Genelde felsefi dandiliğin, özelde Baudelaire'in bireye ilişkin yaklaşımıyla Foucault'nun bu konudaki düşünceleri arasındaki yakınlığa dikkat çeken Anita Seppâ -internette bulunabilecek- "Foucault, Enlighten-ment and the Aesthetics of the Self" başlıklı yazısında, Foucault'nun Baudelaire'in yazılarındaki kendilik sanatı ve kendine özen gösterme yaklaşımına önem verdiğini söyleyecekti. Baudelaire için dandilik bireyin bedenini, davranışlarını, tutkularını ve varlığını bir sanat eseri haline getirme çabasını temsil ediyordu. Baudelaire'e göre kendine özen gösterme, fark kültürünün ifade bulmasıydı. Gerçek dandi, kanunları, parayı, konformizmi, evliliği, tipik ve normal olanı onaylayan biri değildi, topluma ve resmi kültüre yabancılaşmış biriydi. Foucault için dandi mükemmel bir varlık değildi. Ancak dandi kendisinin tarihsel sınırlarının farkındaydı ve kendini yaratma sürecinde bu sınırları bir şekilde ihlal etmekteydi.
Oscar Wilde
XIX. yüzyılın son döneminde dandiliğin dekadan edebiyatla ilişkisi güçlendi. Joris Kari Huysmans'ın 1884'te yayınlanan A Rebours adlı romanının dandi kahramanı des Esseintes, dekadan estet Oscar Wilde'ı etkileyecekti. Wilde kitle kültürünün, medyanın geliştiği bir dönemde, yaşamını bir sanat eseri olarak kurmak isteyen bir dandiydi. Elisa Glick'in "The Dialectics of Dandyism" başlıklı yazısında dile getirdiği gibi, Wilde kitleleri hor görüyor, kitle kültüründen kaçmayı arzuluyordu. (Cultural Critique, sayı 48, Bahar 2001) Ancak yazılarıyla hayatını kazandığı için, basına ve izleyici kitleye muhtaçtı. Bilimsel rasyonaliteye, çalışmaya, faydalı olmaya karşı çıkan dandi, faydasızlığım kamuoyuna satmak zorundaydı! Bazen -edebi kariyerinin ilk döneminde olduğu gibi- reklamını yapmak için "abartılı" elbiseler giyiyor, bazen de alaycı pozları, nükteleri, zekâsı ve parlak konuşma yeteneğiyle kamuoyunun ilgisini çekiyordu.
Wilde, 1881'deki ABD turunda yaptığı konuşmalarda materyalist vulgarlığı eleştirecekti. Öte yandan ultra sofistike bir estet olan Wilde "ıvır zıvırı" önemsiz bulmuyor, değersiz görünen küçük şeyleri ciddi olarak ele almak gerektiğini, yaşamın tüm ciddi şeylerine de iyi tasarlanmış bir sıradanlıkla yaklaşmak gerektiğini söylüyordu. Queer kuramcısı Moe Meyer "Under the Sign of Wilde: An Archaeology of Posing" başlıklı yazısında (The Politics and Poetics of Camp'in içinde) Wilde'ın kampı icat ettiğini söyleyecekti. Meyer'e göre, Wilde'ın kamp pozları şeylerin düzeninin kaçınılmaz olmadığını, doğal görünenin doğal olmadığını, dolayısıyla hâkim düzenin tahrip edilebileceğini göstermekteydi. Wilde insanın hayattaki ilk görevinin mümkün olduğunca yapay olmak olduğunu söylüyordu. Sistemin doğal olgular olarak sunduğu ahlakı, duyguları ve dürüstlüğü güvenilmez buluyor, doğal olanı yadırgatmak için yüzeyin, biçimin önemli olduğunu düşünüyordu. Ciddi konularda önemli olan şeyin dürüstlük değil stil olduğunu söyleyecekti.
Özcülüğe karşıydı Wilde, her kimliği yapay bir kurgu, maske olarak görüyor, kalıcı, tutarlı bir kimliğe sıcak bakmıyordu. Ona göre katı, sahici bir kendilik fikri naifti. Zeki insanların kendileriyle çeliştiklerini düşünüyor, doğal olmayan, çok katmanlı bir anlam, bir kamp gerçekliği yaratmak istiyordu. Wilde erkek ile kadını net sınırlarla birbirinden ayıran egemen toplumsal cinsiyet kategorilerini sorguluyor, pozuyla doğal kabul edilen cinsel kimliklerin aslında birer toplumsal kurgu olduğunu gözler önüne seriyordu. Wilde'a ateş püsküren İngiliz muhafazakâr orta sınıf, yaratıcılığın "efemine doğasını" bir türlü kabul edemiyordu. Ancak Alan Sinfield'ın da belirttiği gibi Wilde ve diğer dandiler aylaklıkla, efeminelikle, ahlaksızlıkla, sefih ve aşağılık olmakla eleştiriliyorlardı, ama suçlamalar arasında eşcinsellik yoktu, ilk kez 1895'te Wilde'ın duruşmalarıyla birlikte kamuoyu nezdinde eşcinselliğin adı konuldu. Daha önce psikiyatri literatüründe kullanılan eşcinsel kavramı İngiliz dilinde yaygın olarak kullanılmaya başladı. Wilde iki yıl hapis cezasına çarptırıldı ve 1900'de, kırk altı yaşında beş parasız olarak ucuz bir otel odasında öldü.
Dandiliğin düşüşü
Dandilik XX. yüzyıl başlarından itibaren düşüşe geçti. Bunda yaratıcılığın eşcinsellikle olan ilişkisinden endişe duyan muhafazakâr orta sınıfın, erkeksi değerleri toplumda egemen kılmak istemesinin payı vardı. ABD'de yüzyıl başlarındaki egemen söylem erkekliğin, ahlakın, erkeksi bir cesaret ve görev duygusunun güçlendirilmesini hedefliyor, güçlü, kaslı erkek imajı yaygınlaştırılmaya çalışılıyordu. Rafine aydınların halktan koptukları, yozlaştıkları öne sürülmekteydi. Öte yandan yüzyıl başlarında gelişmesi hızlanan eğlence endüstrisi kadın oyuncuyu, müzikhol şarkıcısını, kadın dansçıyı sayıları gitgide artan izleyicilerin önünde sahneye çıkarmaktaydı. Egemen kültürün temsilcileri dandinin verili erkeklik modelini aşındıran teatral gösterisinin kamuoyunu olumsuz bir şekilde etkileyeceğini düşünüyor, kadın starı yegâne seyirlik nesne olarak kurmak istiyordu, Dandi bu gelişmeye karşı koyabilecek durumda değildi, kitle kültürüne karşı şu ya da bu ölçüde elitist, mesafeli, muğlak bir duruşa sahipti, kendini vererek bu kültüre katılamıyordu.
Sonuç olarak kültür endüstrisi, orijinallik iddiasındaki dandinin kamuya yönelik gösterisinin gerçekleşme koşullarını büyük ölçüde ortadan kaldırdı. XX. yüzyıl boyunca dandilik çeşitli yerlerde ortaya çıktıysa da, etkin bir varoluşa sahip olamadı, kadın dandilerin sayısı sınırlı kaldı. l930'lar sonrasında Hollywood filmlerinin çoğunda dandi zayıf düşmüş erkekliğin göstergesi olarak, daha sonraki dönemlerde ise seri katil ya da cinsel sapık olarak sunuldu. Modern toplumun erkeksiliği öne çıkaran söylemi erkek bedeninin giysi ve bakımla estetikleştirilmesini sınırlıyor, eşcinsellikle ilişkilendiriyordu. 1970'ler sonrasının her şeyin estetize edilmeye başlandığı postmodern toplumunda doğal olan güç kaybederken yapay olan öne çıktı, yüzey, dış görünüş, stil önem kazandı. 1970'lerin gey kültürü bedene ilişkin kendi tarzını yarattı. 1980'lerde maço erkek tipinin gerilemesi ve artan ticarileşmeyle birlikte ana akım kültür erkek bedeninin estetikleştirilmesi lehine esnekleşti. "Postmodern dandinin", metroseksüelin ortaya çıkması 1990'larda gerçekleşti.
Metroseksüel
1994'te ilk kez metroseksüel kavramını ortaya atan İngiliz gazeteci Mark Simpson'a göre eskinin heyecansız, kayıtsız, kendini yadsıyan, mütevazı, gösterişsiz heteroseksüel erkeği kendisi için yeterince alışveriş yapmıyor, kazandığı parayı harcaması için karısına veriyordu. Metroseksüel erkek ise imajıyla yakından ilgilenmekte, zamanının ve parasının önemli bir kısmını görünüşü ve yaşam tarzı için harcamaktaydı. Tüketimcilik ideolojisinin büyüsüne kapılmış metroseksüel, kişisel imajını yüksek klasik kültüre değil, reklamlarda ve dergilerde gördüklerine dayanarak kurmaktaydı. Metroseksüellik ana akımın ve kitlesel tüketimin dışına çıkmayan vulgar bir olguydu ve erkek bedeninin tümüyle ticarileştirilmesini temsil etmekteydi. Metroseksüellik kimlikle ilgili bir tür endişeyle, erkeğin "güçten düşmesiyle", "erkeksi olmayan" arzularla ilişkiliydi.
David Beckham'ın en ünlülerinden biri olduğu metroseksüeller genellikle heteroseksüel, genç erkeklerdi ve bazılarının fotoğrafları gey dergilerinin kapaklarında yer alıyordu. Metroseksüel için söylenenler, onun erkek kimliği içinde rahat edemediği, kadınsı bir yanının bulunduğu yönündeydi. Metroseksüel -bacaklarındakiler hariç- vücudundaki kılları aldırıyor, parfüm, yüz ve cilt kremleri, kozmetik ürünleri kullanıyor, solaryuma, güzellik enstitülerine, jimnastik salonlarına gidiyor, saatlerce alışveriş yapıyor, vücuduna oturan elbiseler giyiyor, giydiklerine ve taktıklarına aşırı özen gösteriyordu. Metroseksüellik büyük kente ait bir olguydu ve daha çok beyaz yakalılara, genç profesyonellere hitap ediyordu. Genellikle narsisist özellikler gösteren metroseksüeller, eskiden kadınlarla ve eşcinsellerle ilişkilendirilen bir estetiği sahiplenmiş görünüyorlardı.
Her ne kadar çağdaş dandiler olarak değerlendirilseler de, metroseksüelle XIX. yüzyılın dandisi arasında önemli farklar vardı. Dandi bireysel olanın, orijinal olanın peşindeydi ve her şeyi düzleyen kitle kültürüne, seri olarak üretilen metaların dünyasına karşı mesafeliydi. Marka giyen metroseksüel ise bireyler için "imaj paketleri" yaratan tüketim kültürünün bir parçasıydı. Metroseksüelin imajı ürünün imajı, kimliği markanın kimliğiydi. Cinsel kimliğine ilişkin "muğlak" görünüşe gelince, bu heteroseksizmin, kendini yenileyerek güçlendirmek amacıyla -geçmişte baskı altında tuttuğu-gey kültürüne ilişkin bazı öğeleri çarpıtıp eklektik bir şekilde bir araya getirerek kendine mal etme çabasının bir ürünüydü.
Değinilen kitaplar
- Rhonda K. Garelick, Rising Star: Dandyism, Gender, and Performance in the Fin de Siecle Princeton University Press, 1999, 232 s.
- ed. Moe Meyer, The Politics and Poetics of Camp Routledge, 1993,240 s.
- Jessica R. Feldman Cender on the Divide: The Dandy in Modernist Literatüre Cornell University Press, 1993, 293 s.
- Alan Sinfield, The Wilde Century: Effem/nacy, Oscar VVİlde, and the Oueer Moment Columbia University Press, 1994, 216 s. .
- Ellen Moers, The Dandy: Brummell to Beerbohm Viking Press, 1960, 372 s.
- Charles Baudelaire, Modern Hayatın Ressamı çev. Ali Berktay iletişim Yayınları, 2003, 256 s.
- Michel Onfray, Le desir d'etre un volcan Grasset, 1996, 391 s.
- Jules Barbey d'Aurevilly, Dandyism PAJ Publications, 1988, 80 s.