“Bu yaşamdan dalga gibi geçiyor olmamın baş sorumluları annem ve babamdır. Beni imal ettikleri için değil, daha altı aylıkken uzun bir gemi yolculuğuna çıkardıkları içindir bu.
Karaköy rıhtımından başlayan ve önce Baltık kıyılarına, daha sonra Amerika’ya uzanan bu yolculuktan bana kalanlar, beynimin karanlık kıvrımlarında hâlâ dolaşır durur. Sanki, sert bir fırtınada batıp gideceğim, mavi karanlıklarda yok olacağım hissiyle yaşarım hep.
Belki de bu yüzden, hayatın rüzgârına sırtımı verip, kendimi hep bir dalga gibi bırakır giderim. Bazen kıyılara doğru gider, kayalara kafa atarım. Mendireklere çarpıp kırılırım. Çok isterim bazen; diplerde gezinirim.
Yağmur olur ağlarım, tuz olur gözleri yakarım. Bazen de, bir lodos katar beni önüne, darmadağın olurum. Sonra ‘Marmara Üniversitesi Psikiyatri Bölümü’ne sürüklenir, o sakin limanda biraz durulurum.
İnsan dalga gibi geçip giderken, rüzgârın gidişine doğru ummadığı, tasarlamadığı belki de hiç aklına getirmediği yerlerde buluyor kendini. 1983 yılında Nokta dergisinde işe başladığım zaman, yirmi yıl bu sularda çalkalanıp duracağımı hiç tahmin etmiyordum, kısaca geçip gidecektim. Fakat gazeteci milleti, dalga gibi geçtiğimi fark etmekte gecikmedi.
Başta Yalçın Pekşen, Duygu Asena, Ercan Arıklı, Arda Uskan, Muhittin Sirer, sonra Mehmet Yılmaz, İsmet Berkan, Yeşim Denizel, Dürin Ababay ve Tansel Tüzel, geçip gitmeme izin vermediler. Bugün bu satırları okumak zorunda kaldıysanız sebebi onlardır, benim bir suçum yok.”
(Hızır Tüzel’in Bileşim Yayınları’ndan çıkan ‘Dalga Gibi Geçiyorum’ adlı söyleşi kitabındaki önsöz yazısı onu kendi ağzından anlatıyordu...)
Hızır’ın ardından...
Radikal için yaptığı söyleşilerle tanınan gazeteci Hızır Tüzel, önceki akşam yaşamını kaybetti. Tüzel, Balıkesir’in Ayvalık ilçesindeki evinde eşi tarafından ölü olarak bulundu. Ölüm nedeni Adli Tıp raporuyla kesinlik kazanacak olan Tüzel’in cenazesi bugün Altunizade İlahiyat Fakültesi Camii’nde kılınacak ikindi namazının ardından defnedilecek.
1956, İstanbul doğumlu Tüzel, Radikal’den önce Nokta, Onyedi, Kadınca, Aktüel gibi dergilerde çalıştı. Reklam ve TV yazarlığı da yapan Tüzel’in söyleşileri ‘Dalga Gibi Geçiyorum’ adlı kitapta toplanmıştı. Yıllar içinde söyleşi yaptığı, birlikte çalıştığı çok sayıda isim de Hızır’ın ardından duygularını paylaşmak istedi...
Müjde Ar: Nevi şahsına münhasır derler ya, tam öyle biriydi Hızır. Sözüne güvenilen müthiş bir kalem, müthiş bir zekâ, müthiş bir zarafet. Böyle insanlar çok yok artık. Nokta zamanından tanıyorum onu, bir söyleşi vesilesiyle tanışmıştık. Ben normalde medyayla ilişkileri çok sıcak olan bir insan değilimdir ama daha ilk telefon açtığında güvenmiştim ona. Daha sonra söyleşi için her aradığında hiç düşünmeden ‘Evet’ dedim. Röportajdan sonra onunla sohbet edebilmek için hemen kabul ederdim; üç-dört saat konuşurduk sonrasında da. Bildiğimiz gazeteci-sanatçı dostluğundan öteydi. Beni hep çok güldürmüştür; kendisiyle dalga geçebilişini, inceliklerini unutamam. Genelde söyleşiden sonra aklınız kalır, nasıl çıkacak diye. Ama Hızır’ın söylemediklerimi dahi anladığını bildiğimden içim hep rahat olurdu. Şövalye bir arkadaştı. Böyle insanlar da bu dünyaya sığamaz zaten.
Kadir İnanır: Çok sevdiğim bir insandı Hızır, özel biriydi bir kere. İlk gazeteciliğe başladığı yıllardan tanırım, sonrasında da kaç defa konuşmuşuzdur. Çok güzel röportajlar olmuştur her biri de. O kadar üzüldüm ki, böyle durumlarda birinin ardından üzüntü ifade etmekten, yakınlarına sabır dilemekten başka bir şey gelmiyor elden. Ne yazık ki ölüm en acı gerçek.
Haluk Bilginer: Hızır Tüzel’i kaybetmekten dolayı çok üzgünüm. Onunla mesleği gereği gazeteci olarak tanışmıştık. Ancak ilişkimiz ‘insan’ olarak devam etti. Çünkü gazeteciden önce insandı Hızır Tüzel. İnsana saygısı, sevgisi, titizliği, nezaketiyle insandı. Büyük kayıp, büyük acı. Işıklar içinde uyusun...
Berkun Oya: Her röportaj teklifinde sürprizlerden korkuyorum, kötü sürprizlerden... Çıkmadan mutlaka okumak, hiç değilse göz atmak istiyorum. Genelde gazeteciler tarafından belki de haklı olarak kabul edilmeyen bir rica bu. Hızır’la röportaj yaptığımda ise kendi teklif ederdi, “Kardeş, yazdım bitti, al bir göz at istersen” derdi. Ve ben huzur içinde gülümseyerek hep aynı cevabı verdim ona: “Yok usta, hiç gerek yok. Sürpriz olsun...” Benim tanıdığım en usta gazeteciydi o. Dostluğunu ve sohbetini çok özleyeceğim.
Burhan Şeşen: 30 yıla yakın dostluğumuz vardı. Ben müzisyen olmadan, o da gazeteciliğe başlamadan önce, 78’de tanışmıştık. Ben Eskişehir’de sinema-televizyon öğrencisiydim, bir arkadaşım vasıtasıyla tanıştık. Baktım o da sinemaya ve fotoğrafa çok meraklı, dostluğumuz bugüne kadar sürdü. Grup Gündoğarken kurulduktan sonra Onyedi dergisi için ilk fotoğrafımızı o çekmişti. Bizi çatıya çıkarmıştı. “Ya ne işimiz var çatıda?” falan dedik, “Siz karışmayın” dedi. Birkaç sene önce Hızır, Tansel, hep beraber Bodrum Gölköy’de tatil yapmıştık, çok mutlu olmuştu. Son zamanlarda ne zaman konuşsak “Ne zaman bir daha tatil yapacağız?” diye sorardı. Geçenlerde konuştuk, baktım Ayvalık’a yerleşmek istiyor. “Orada çok güzel bir ev aldım, yapamadığımız tatili yapacağız” dedi. Çok özel bir adamdı. Çok komikti ama çok da felsefi bir tarafı vardı. Bilmiyorum yeri nasıl dolacak.
Şevket Çoruh: Aynı mahallede ağabeyliğimi yapmış, gazeteciliğiyle, ondan önce insanlığıyla beni kendine hayran bırakmış biri. Çok üzgünüz. 30 yıldır tanıyorum. Çok sevilen, Maltepe’de de çok sevilen biriydi. İstanbul çok değerli bir beyefendiyi kaybetti, hepimizin başı sağ olsun.
Şenol Yorozlu: Çok sevdiğim, sinema bilgisi, dünya görüşü, hayat bilgisi çok iyi bir insandı. Benim için ve Türkiye için çok erken bir kayıp. Çok üzüldüm. Tüm Radikal camiasına ve Türkiye’ye baş sağlığı diliyorum. 10-15 senelik tanışıklığımız vardı, Kadıköy’den meyhane arkadaşımdı.
Tuğrul Eryılmaz: Hızır’ı 82-83’ten beri tanıyorum. Nokta’yı siyasi bir dergi yapmak üzere Ankara’dan İstanbul’a geldiğimiz zamanlardı. O zamanlar Kadınca’da, Duygu Asena’nın ekibinde çalışıyordu. Onunla çok dalga geçerdik çünkü erkek sinek bile giremezken dergide çalışan tek erkekti; Duygu Asena’yı nasıl kandırmışsa artık... O zamanlar çok iyi fotoğraf çekerdi. Ve ta o yıllardan beri şu memlekette doğru düzgün magazin nasıl yapılır diye kafa yorduğunu hatırlıyorum. Ona hem sevgili, hem eş, hem anne olan Tansel’le evlendikten sonra hayatının düzene girdiğini biliyorum. Ama buraya kadarmış. 20’li yaşlarından beri tanıdığım birinin bu kadar erken ölmesi çok koyuyor insana.
Muhsin Akgün: Suç ortağımı kaybettim.
Arda Uskan: Hızır bizim Nokta dergisinde foto muhabiri olarak başlamıştı. 10 yıl birlikte çalıştık. Müthiş, pırıl pırıl bir zekâsı vardı. Kısa süre içinde muhabirliğe geçti. Son derece munis, hiçbir şeye karışmaz gibi duran bir görüntünün altında müthiş zeki ve esprili bir insandı.
Dürin Ababay: 30 yıl boyunca gece gündüz aklına ne zaman eserse telefon eder “Düüü, benim!” diye bağırırdı. Her seferinde gülüşürdük. Bir hafta önce ben aradım, uzun konuştuk, hayatının bilançosunu yapmışız meğer... “Bu dünya bana uymadı, ben de bu dünyaya uymadım ama dalga gibi geçiyorum işte” dedi. Kendisini en iyi o tarif etti. O yüzden benim sözcüklerime ihtiyacı yok. Ayrıca bu yazdıklarımı okusa güler, kafa bulurdu benimle. Ama önümden ‘dalga gibi geçerken’ onu sevmiş, onun tarafından sevilmiş olmanın mutluluğunu söylemem hoşuna giderdi. Bu nedenle söylüyorum: Seni tanımamış olsaydım Hızırcığım, bu dünyada böyle özel bir insanın, böyle garip bir yeteneğin, böyle önlenemez bir trajedinin ve böyle benzersiz bir mizahın olduğunu hiç öğrenemeyecektim. Seni yakından tanımamış olanlara ne yazık! Ne kaçırdıklarını artık asla bilemeyecekler.
Visal Cumalı: Bazı insanlar vardır, birileri için çok önemlidirler, yıllar içinde görüşemez olsalar bile onların kalplerindeki yerini korurlar. Sen de bizim için öyleydin. Bir zamanlar gece gündüz her derdimizi usanmadan dinler, kimi zaman alay eder, kimi zaman bizimle ağlardın. En güzel ve en zor günlerimizde hep yanımızdaydın. Dürin, sen ve ben, üç silahşörler gibi hep birlikteydik. Dün geceden beri içim sızlıyor. Hayatımın önemli bir bölümünü çalmışlar ve yok etmişler gibi hissettim. Gençlik günlerimizin en vefalı, en sevgili dostu; seni çok özleyeceğiz.
Mehmet Y. Yılmaz: Hızır Tüzel’i, Gelişim Yayınları’nda çalışmak üzere İstanbul’a taşındığım günlerde tanımıştım. Kadınca ve Nokta dergisinde muhabirlik yapardı. Koşturmadığı zamanlarda ince zekâ ürünü esprileriyle hepimizi güldürürdü. Yollarımız Radikal’de bir kez daha kesişmişti. Genel Yayın Müdürü idim ve Hızır’dan Radikal’in röportajcılarından olmasını istemiştim. ‘Esprili fotoğraflarıyla’ yayımlanan röportajları, gündem nedeniyle zaman zaman asık yüzlü olan Radikal’e yeni bir hava katmıştı. Dün öğrendim ki yeni bir yaşam kurmak için yerleşmeye çalıştığı Ayvalık’ta ölüm onu yakalamayı başarmış. Yurtdışında olduğum için vedalaşamayacağım Hızır ile. Belki böylesi daha iyi oldu, hatırımda hep canlı kalsın istiyorum çünkü. Değerli bir gazeteciyi ve arkadaşımı kaybettim. Sevenlerinin, okuyucularının başı sağolsun.
Hızır Tüzel’in çok sevdiği doktoru Prof. Dr. Esat Göktepe’nin ardından kaleme aldığı veda yazısı:
Doktorumu ölümsüz sanırdım!
Ülkenin en değerli profesörlerinden Esat Göktepe‘nin ölümü pek çok insanı derinen etkiledi. Yıllarca ruhu bozulmuş herkese deva bulmaya uğraşan Esat Göktepe’nin ani vefatı ‘Biz şimdi ne yapacağız Esat Bey’siz?’ diyen hastalarına ağır bir darbe oldu.
Genelde hastalar ölür, doktorlar yaşar. Ama öyle değilmiş. Daha yeni emekli olan sevgili doktorum (benim ve pek çok yakınımın) Esat Göktepe’yi kaybettik.
Yıl 1991, güzel (!) bir delirium tremens krizi içindeyim. Herkes beni öldürmeye çalışıyor, her yer yanıyor; cüceler, dedeler, polisler, yangınlar, silahlar falan. ‘İmdat’ diyerek o zamanki yayın yönetmenim Duygu Asena’yı arıyorum sabahın beşinde. “Yardım edin bana” diye. Yardım tam kendimi pencereden aşağı bırakırken geliyor. Asena’nın yönlendirdiği iş arkadaşlarım gelip yangını (sanal) söndürüp beni işe götürüyorlar. Bu arada kriz devam ediyor. İşe gidip yazı yazmaya başlıyorum ama durumumun farkına varan Duygu Hanım, beni alıp Marmara Üniversitesi Psikiyatri Bölümü’ne götürüyor. Önce ‘Bunun durumu bozuk’ diyerek kabul etmiyorlar beni. Sonra Duygu Hanım’ın torpiliyle hastaneye yatıyorum.
Yankı Yazgan bakıyor bana. Fakat o kariyerini farklı bir yöne çevirerek çocuklarla ilgilenmeye başlayıp Amerika’ya gidince, hastanenin Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanı Profesör Doktor Esat Göktepe ilgilendi benimle. O kadar çok ilgilendi ki, yılmadı, benim gibi bir umutsuz bir vakayla yıllar boyu uğraştı. Tedavi edilecek bir halimin olmadığını anlamasına karşın, beni yaşamda tutabilmek için elinden ne gelirse yaptı. Her zaman duruşu ve haliyle bana destek olup, hayata bağladı.
Onu hep kendi ‘kurtuluş savaşımda’ arkamdaki Atatürk gibi görürdüm. Ne zaman ruhtan yana dara düşsem Esat Bey hep yanımda oldu. Derhal bir tedavi yöntemi bulur, kuyulardan çekip çıkarırdı beni. Sırtım hep sağlam bir kayaya dayanırdı yani. Şimdi artık çok önce diyebileceğim bir zaman diliminde Yeni Zelanda’ya gideceğini duyup karalar bağlamış, çeşitli nedenlerle gidemeyince bencilce sevinmiştim. Çok kısa bir süre önceyse hastaneden emekli olacağını öğrendim. Ama buradaydı ya, nasıl olsa muayenehanesinden, cebinden, bir yerlerden ulaşabilirdim ona.
Sonra ölüm haberi geldi, uğursuz bir gece vakti. ‘Yıkıldım’ desem yetmez. Sağlam duruşu, gülünce ortaya çıkıveren çocuksu, masumane gülüşüyle içimde sonsuza kadar kalacak. Esat Hocamız olmadan hepimiz ıssız ve yoksuluz. Onu çok özleyeceğiz. Yakınlarının, eşi Merve hanımın, çocuklarının ve tüm hastalarının başı sağ olsun. Ben çok üzgünüm.(HT-R/EÜ)