-Böyle bir kitap derlemenizin nedeni nedir?
Ayşe Gül Altınay: Ben kültürel antropologum, şimdi Sabancı Üniversitesi'nde öğretim üyesiyim. Bu konularda ders veriyorum ve bu konularda çalıştım. Birincisi, bir kadın olarak bu konularda düşünüyorum. İkincisi, bir akademisyen olarak kadınların savaşla, barışla, milliyetçilikle, militarizmle ilişkilerinin çok önemli olduğunu düşünüyorum.
-Dünyada kadınlar ne düşünüyorlar bu konuda?
Ayşe Gül Altınay: Kadınlar savaşa, barışa, milliyetçiliğe bakarken en başta kendilerinin bu süreçlere katılımlarını sorguluyorlar. İkincisi, bu süreçlerin onlara etkisinin ne olduğunu tartışıyorlar. Kadınların daha barışçı olduğuna dair bir bakış açısı var.
-Siz bu düşünceye katılıyor musunuz?
Ayşe Gül Altınay: Hem katılıyorum, hem katılmıyorum. Bunun bir biyolojik tepki olduğu anlayışına katılmıyorum.
-Yani kadınlar, kadın ve anne oldukları için barış istiyorlar, diye düşünmüyorsunuz.
Ayşe Gül Altınay: Evet. Tabii kadınların savaşları sadece kendi üzerlerinden değil, yakınları üzerinden, çocukları üzerinden de yaşadıklarını biliyoruz. Ancak savaşlardan kadınların çok daha fazla etkilenmesi ve savaş mekanizmasına olan uzaklıklarından kaynaklanan bir bakış açıları da var..
-Savaş mekanizmasına uzaklıktan neyi kastediyorsunuz?
Ayşe Gül Altınay: Savaş erkeklik ve erkekler üzerinden tanımlanan bir şey. Orduların varlığı, hatta neredeyse devletlerin varlığı erkekler ve erkeklik üzerinden tanımlanıyor. Ama bu hiç doğal bir şey değil. Bunun olması için bir çaba sarfedilmiş. Bu çaba sayesinde erkeklik, şiddet kullanmak , iktidar sahibi olmak şeklinde tanımlanmış. Önce bu tarihsel süreci anlamamız, hem de bu sürece karşı farklı tanımlar geliştirmemiz gerekiyor.
-Kitabınızda milliyetçilikle erkekliğin nasıl içiçe geçtiği de anlatılıyor.
Erkek ve erkeklik farklı mı?
Ayşe Gül Altınay: Erkekler erkek doğmuyor, erkek oluyor. Biz de nasıl kadın doğmayıp kadın oluyorsak... Erkeklik, sonradan öğrenilen şey.
Biz de, "Kadın olmak nedir, nasıl bir kadın olmalıyı,"ı sonradan öğreniyoruz . Dolayıyla erkeklere de, erkek gibi olmayı , nasıl erkek olacağını toplum öğretiyor . Erkekliğin çok merkezinde olan bir kurum, ne yazık ki ordu . Türkiye gibi ülkelerde zorunlu askerlik erkekliğin tanımında önemli rol oynuyor. Asker olmadan, erkek olunamıyor, adam olunamıyor. Böyle bir bakış açısı var.
Dolayısıyla burada erkekliği askerlikle ilişki içinde anlatıyoruz. Bunun nasıl kurgulandığına dair, çok ilginç bir örnek var. 1927'de Zorunlu Askerlik Yasası tartışılırken, Giresun Milletvekili Hakkı Tarık Bey diyor ki, "Biz erkekleri askere çağırıyoruz, neden kadınları çağırmıyoruz."
-O sırada Meclis'te hiç kadın yok.
Ayşe Gül Altınay: Evet, 1934'e kadar kadınların seçme ve seçilme hakkı yok, biliyorsunuz. Ancak, kadınlar Meclis'e girmek istiyorlar. Türkiye'nin ilk partisini kadınlar kurmuş . Tarık Hakkı Bey, "Çünkü," diyor, "Seçme, seçilme hakkı nasıl bir vatandaşlık hakkıysa, ki görüyoruz bunu talep ediyorlar ve alacaklar. Bu da vatandaşlıkla ilgili bir şey." Sonuçta devlet eliyle kadınlar ve erkekler arasında bir fark yaratılıyor . Erkeklik, erkekler, devlet ve orduyla özdeşleşiyor ve yasa yapıcılar bunun farkındalar, bunu istiyorlar.
-Bu konuda askerlik neden bu kadar önemli?
Askerlik toplumsal bir süreç ve bu süreç içinde erkekler, belli bir şekilde erkek olmayı öğreniyor için çok önemli. Kadınlara da belli rol veriliyor. Asker yetiştiren anne . Bu sürecin doğal bir süreç olmadığını ve aslında yeni bir şey olduğunu, ulus devletlerin tarihiyle, bizim de yetmiş yıllık, yüz yıllık tarihimizle ilgili bir şey olduğunu kabul edersek bunun alternatiflerini düşünmek için başlangıç olur.
-Eskiden askerler yok muydu?
Ayşe Gül Altınay: Savaş olsun olmasın, erkeklerin asker olması, Cumhuriyet'le birlikte yerleşen bir şey. Bu da vatandaşlar arasında bir fark getiriyor. Erkek vatandaş vatanı, kadın vatandaşı koruyor, bekliyor. Kadın vatandaş da onu yetiştiriyor.
-Peki kadın vatandaş da vatanı korumalı mı?
Ayşe Gül Altınay: Aslında buna eleştirel yaklaşmamız gerekiyor, vatanı korumanın, savaşın alternatifsizliği konusunda anlaşıyor muyuz?
- O zaman yine başa dönelim. Kadınlar bu yüzden barış istiyorlar .
Ayşe Gül Altınay: Evet hem savaştan çok kötü etkilendikleri için, hem de bu mekanizmanın içinde olmadıkları için.
- Savaşın çok keskin yaşandığı yerlerde de, örneğin Yugoslavya'da, İsrail'de kadınların barış mücadeleleri var.
Ayşe Gül Altınay: Tel Aviv'de diskoya bomba kondu, pek çok insan öldü. İsrailli kadınlar ertesi gün, "İşgalin bitmesini istiyoruz, işgal hepimizi öldürüyor," diye açıklama yaptılar.
-"Kana kan, intikam, demiyorlar.
Ayşe Gül Altınay: Evet, kadınların "Kana kan, intikam", yerine "Barış," demesi neden daha kolay. Kadınlık, savaşmak üzerinden tanımlanmamış . Erkeklerin buna karşı bir şey söylemeleri daha zor. Erkeklikten vazgeçmek gibi olacak çünkü. Ayrıca, barış sadece savaşsızlık değil. Barışın daha genel bir tanım var. Barış, bir süreç, bir kültür. Birleşmiş Milletler 2000-2010 yıllarını Barış kültürü ve Şiddetsizlik Yılları olarak tanımladı.
Barış kültürünün anlamı ne?
Ayşe Gül Altınay: Barış kültürü, bizim gündelik yaşamlarımız da dahil olmak üzere şiddetsizliği içeriyor. Her zaman kişisel düzeyde de, toplumsal düzeyde de sorunlar olacak, çelişkiler olacak. Bu sorunları şiddetle çözmek istiyorsak, savaş kültürünü yeniden yaratıyoruz demektir. Sorunları şiddetsizliği merkeze alarak çözmek gerek. (NU)