Bunun için en gerekli olan çocuk bilgisi kültürü ve deneyimidir. Çocuğu okumaya yöneldiğinizde ödevinizi kolaylaştıran çocuklar kadar zorlaştıran çocuklarla da karşılaşırsınız.
Aynı durumu kendi çocuklarınızda yaşadığınızı düşünün: Biri, hiç zorluk çıkarmadan kendini size açıklar. Öteki saklar kendini. Eğer çocuk bilginiz ve deneyiminiz yeterliyse kendini saklayan çocuğunuzun dünyasına yolculuğa çıkmayı başarabilirsiniz. Çocuğu tanımanın ilk eşiği de bu noktada başlar.
Çocuğun doğuştan getirdiği yeteneklerin farkına vardıkça, çocukluğu öğrenmenin ikinci aşaması olan anlama sürecine geçilir. Ancak, tanıma ve anlama çabalarımızı çocuğun gelişmesiyle ilişkilendirmedikçe, bu çabaların çocuğa yaran çok sınırlı düzeyde kalır.
Eğitimi erken çocukluk döneminde başlatabilen toplumlarda büyük oranda "çocuk özne"yi tanıma ve anlama çabalarına öncelik verildiğini biliyoruz. Çocukların yeteneklerinin belirlenmesi sırasında, anne babanın çocuğunun "etiketlenme" kaygısı taşıması ve özel dikkati hem önemli hem de gereklidir.
Yetenekleri doğrultusunda eğitileceği ortam ve evrene kavuşan üstün yetenekli çocuğun bütün güçlükleri ortadan kalkmış sayılmaz. Aksine, eğitiminin özel olma durumu çocuğun kendini gerçekleştirmesine kadar önemini korur.
Üstün yetenekli çocukları eğitebilmek
Üstün yetenekli çocuk eğitiminde belirleyici olan, toplumda üstün yetenekli çocuk eğitimi düşüncesi ve kültürüdür. Bir toplumda üstün yetenekli çocuk eğitimi paradigmasını kültürden soyutlayarak oluşturmak, üstün yetenekli çocuk eğitimini yalnızca "üstün beyin gücü" yetiştirmek biçiminde anlamaya neden olabilir.
Üstün yetenekli çocuk eğitimi paradigmasını çocuğun gelişme hakkı ve mutlu bir çocukluğun yaşanması temelinde oluşturan toplumlarda yetenek geliştirmeye uygun kültür bilinci yüksek düzeydedir.
Türkiye'de üstün yetenekli çocukların eğitimini gerçekleştirecek yetkinlikte eğitim ve öğretimin olmayışının temel nedeni, üstün yetenekleri geliştirmeye uygun kültürel ortamın olmayışıdır.
Üstün yetenekli çocuk bilgisi ve kültüründen yoksun toplumlarda yetenekleri fark edecek dikkat çok zayıftır. Tek tipleştirici eğitim uygulamaları, yetenekli çocuğu sıradanlaştırdığı gibi yeteneğinin söndürülmesine de neden olabilmektedir.
Temel sorunun burada sorulması gerekir: Üstün yetenekli çocuk eğitiminde örgün ve yaygın eğitim modelleri ne olmalıdır?
Bu soruyu ülke ölçekli değerlendirmek amacı ile I. Türkiye Üstün Yetenekli Çocuklar Kongresi düzenlenmişti. "Politika ve Strateji Belirleme Raporu"nda Türkiye'de üstün yeteneklilere yaklaşımın sorunlu olduğu ve bu bağlamda üstün yetenekli çocuk eğitimi paradigmasına gereksinim duyulduğu vurgulanmıştı.
Oluşturulacak paradigma, eğitimde fırsat eşitliğine aykırı değil, üstün yetenekleri merkeze alan ve özel öğrenmeye olanak sağlayan bir uygulamayı öngörmelidir.
Birinci Türkiye Üstün Yetenekli Çocuklar Kongresi'nde örgün eğitim çerçevesinde özel gruplandırmalar modeliyle okulöncesi, ilköğretim ve ortaöğretim düzeyinde üstün yetenekliler için ayrı program modeli önerilmiştir.
Yaygın eğitime yönelik öneri ise Türkiye Üstün Yetenekleri Değerlendirme Kurumu'nun kurulması ve Yetenek Tanılama ve İzleme (YETİ) merkezleri ve noktaların oluşturulmasına yöneliktir.
Üstün yetenekli çocuk eğitimini "devlet"in tekelinde ya da üstün yetenekli çocuğu olan ailenin çözmesi gereken bir sorun olarak algılamayı sürdürmek, çözümsüzlük döngüsünü hızlandırmaktan öte bir işe yaramaz.
Tarihi süreçlerde var olan yetenek geliştiren eğitim birikimi ve eğitim-bilimin bu alandaki son verilerinden yola çıkarak üstün yetenekli çocuk eğitimi gündemini oluşturabiliriz. Üstün yetenekli çocuğu olan ya da olmayan her birey bu gündeme katkı verebilmelidir. Üstün yetenekli çocukların eğitimi düşüncesinin etkin katılım süreçleri ile üstün yetenekli çocuk eğitimi paradigmasına sahip olabiliriz.