Buna karşın çocukların durumuna baktığımızda, Türkiye'nin çocukların korunma, yaşatılma, geliştirilme ve katılımları için yeterli düzeye gelemediği ve çocukların yüksek yararı için olması gereken koşulların ülkemizde hala oluşmamış olduğu görülmektedir. Türkiye'de çocuğun durumunu irdelediğimizde her geçen gün hızla artan çocuğa yönelik dayak olayları, cinsel istismarlar, çocukların sokağa düşmeleri ve uyuşturucu, tehdit edici bir boyutta artmaktadır.
Ülkemizde çocuk istismarı şu andaki en önemli problemlerin başında gelmektedir. Yaşanan istismarın durumunu yansıtan sayısal verilere dayanan bilginin çok kısıtlı olması bu konuda sağlıklı yaklaşımların yapılabilmesini de engellemektedir.
Çocuk Hakları Sözleşmesi'ne göre genel yönetimler çocuk istismar ve ihmalinin önlenmesi için öncelikle durum tespiti yapmalı ve ihtiyaçları, sorunları belirlemelidir. Şu anda resmi makamlarca bu yönde yürütülen yeterli çalışma bulunmamaktadır. Hastaneler ve adliyelere yansıyan olgulardan da gerçekçi bir sonuç elde etmek mümkün değildir. Çünkü, çoğu kez buradaki kayıtların "kaza sonucu yaralanma veya ölme" şeklinde tutulduğu bilinmektedir.
Özellikle cinsel istismarın kayıt-dışı ve gizli kaldığı gözlenmektedir. Aile içinde ortaya çıkan ensest ilişkinin ancak hamilelik veya yıllar sonra ortaya çıkması bu olayların gizli kalmasına ve olaya maruz kalan çocuklara yardım edilememesine neden olmaktadır. Ülkemizde görülme sıklığı az olmayan, ancak kayda geçen olguların sayısının gerçekleri yansıtmadığı görülmektedir. Cinsel istismar olguları için başvuru merkezlerinin olmayışı da bu olaylara eğilinmesini güçleştirmektedir.
İstismar olgularında istismarcının cezalandırılmasını öngören bazı düzenlemeler olmakla birlikte bunlar uygulamada caydırıcı nitelikte değildir. Zira, uygulamacılar bu eylemleri önemli suçlar olarak görmemekte ve failleri en hafif iddialar ile itham etmekte ve yargılamaktadırlar.
Cinsel istismar olgularında fiziksel hasar (Kızlık zarının yırtılması, anüs de izler gibi) arandığı bu izler tespit edilse bile kimin tarafından yapıldığına ilişkin delil (özellikle tanık) bulunması genellikle mümkün olmadığı ve psikolojik veriler delil olarak kullanılmadığı için çoğu kez tacize uğrayan çocuk yargılama sürecinde daha fazla zarar görmektedir.
Bu tür çocukların mahkeme önünde dinlenmelerine ilişkin sosyal ve psikolojik destek verecek servisler bulunmadığından yargılama süreci bu çocuklar için istismarın izlerinin derinleştirildiği süreçler olmaktadır.
Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu'nun (SHÇEK) son 5 yılda haklarında koruma kararı alınan çocukların karar alınma nedenlerine göre dağılımına bakıldığında çocukların yüzde 18.6'sının anne veya babasının çocuğu ihmal veya istismar ettiği veya böyle bir risk ortada olduğu için haklarında korunma kararı alınmıştır.
Buna karşın çocuklara yönelik bu konuda alınan tedbirlere baktığımızda öncelikle çok büyük bir altyapı problemiyle karşı karşıya olduğumuz görülmektedir. AB üyesi bir ülkede annesinden dayak yiyen bir çocuğun ailesinden alınması ilk koşuldur. Ama Türkiye'de böyle bir düzenlemeyi SHÇEK'in bugünkü yapısıyla ve kapasitesiyle uygulamaya geçirmenin mümkün olmadığı kamuoyu tarafından Malatya olayları örneğinde olduğu gibi açıkça gözükmektedir.
Bunun gerçekleşebilmesi için çalışanlarından başlayarak kurum hizmet alanına kadar çok büyük problemlerin aşılması gerekmektedir.
Çocuk Hakları Sözleşmesi'nin imzalanmasından önce olduğu gibi, bugün de çocuk istismar ve ihmalinin önlenmesi konusunda ne genel ne de yerel yönetimlerin bir politikası bulunmamaktadır.
Bu nedenle çok sayıda çocuk sokakta yaşamakta, ölmekte, tacize uğramaktadır. Bu konuda önleyici herhangi bir program geliştirilmediği gibi, koruyucu ve rehabilite edici programlar da bulunmamaktadır. Bu nitelikteki özel girişimler ise sosyal hizmetlerin sadece devlet eliyle verilebileceği gerekçesi ile engellenmektedir. Uzman sivil toplum kuruluşlarının kurum bakımı için yerler açmasının ve devletin denetimi altında görev yapmasının önü açılmalıdır.
İstismarla birlikte sokağa düşen çocukların sayısının artması da bir başka göz ardı edilmemesi gereken boyuttur. Çarpık kentleşme, düşük sosyo-ekonomik düzey, göç ve beraberinde getirdiği sağlıksız yerleşim bölgeleri, parçalanmış aile, aile içinde şiddet, değişik eşler ve onların çocukları, cinsel ve duygusal istismar, eğitimsizlik ve her türlü istismar ve ihmal çocukları ailenin dışına, başıboşluğa ve sonuçta sokağa itmektedir. Bu kentleşmenin sonucu olarak sokak çocuklarının sayısındaki artış endişe verici boyutlara doğru yükselmektedir.
Türkiye'nin üçüncü büyük kenti olan İzmir'de okul çağındaki sokak çocuklarının sayısı 2-3 yıl gibi kısa sürede iki katına çıkmıştır. İstanbul, Ankara, Antalya, Mersin, Diyarbakır ve Van'da da siyasal huzursuzluğun etkilediği kırsal alanlardan sürekli göç gelmesi nedeniyle sokak çocuklarının sayısının arttığı bildirilmektedir.
Özellikle çocuklara yönelik kurulması gereken mekanizmaların kurulması konusundaki yetersizlikler ön plana çıkmaktadır. Buna en büyük örnek Çocuk Mahkemeleridir. Bugüne kadar tüm merkezlerde kurulması gereken Çocuk Mahkemelerinin sadece 11 adet olması hayal kırıklığı yaratmanın da ötesinde çok vahim bir boyuttur. Adalet Bakanlığının öncelikleri içinde bunun yer almaması Bakanlığın çocuğa bakış açısını da yansıtan bir durumdur.
Bu konuda çalışanların karşısına çıkan en büyük problem çocuklarla sadece Sosyal Hizmetler Kurumunun ilgilenmesine izin veren kanun ve yönetmeliklerdir. Bugün de karşımızda çözülemeyen bir problem olarak duran "çocuklarla ilgili tüm girişimleri sadece Sosyal Hizmetler Kurumu yapar" yaklaşımı ağır aksak yürüyen hizmetleri durma noktasına getirmektedir.
Yetersizliklerin yanı sıra SHÇEK çalışanlarının kendileri dışındakilerle girdikleri çatışma, dışlama ya da özellikle sivil toplum kuruluşları (STK) sadece onlara bağış yapacak kişiler olarak görmeleri problemi büyütmektedir. Halbuki SHÇEK dışında özellikle sivil toplum kuruluşları ve yerel yönetimlerin dünyada olduğu gibi başrolü üstlenmesi çok önemlidir.
Bunu söyleyince de sosyal hizmet uzmanlarının ve diğer meslek elemanlarının kalite ve sayısal problemini gündeme getirmek gerekmektedir. Bu kadar çok sayıda üniversitenin bir gecede kuruluverdiği ve her yerde idari bilimler fakültelerinin açıldığı ortamda halen tek bir okulun sosyal hizmet uzmanı yetiştirmesi gerçekten aymazlık denilecek bir durumdur.
Sadece tek bir okulun yıllık 30'a yakın uzman mezun ettiği bir ortamda mevcut sistemi oturtabilmenin olası olmadığı açıktır. Sosyal hizmet uzmanı yüksek okullarının ve meslek liselerinin artık açılması ve sosyal hizmetler konusunda çalışanların sayısının ve kalitesinin arttırılması gereklidir.
Devletin her geçen yıl genel ülke bütçesinden azalan oranlarda SHÇEK'e pay ayırdığı görülmektedir. Bu senenin bütçesinde her yıldan daha az olarak ancak genel bütçenin yüzde 0,17 gibi bir oranın ayrılmış olması bu konudaki en çarpıcı görünüm olarak ortaya çıkmaktadır.
Son Türk Ceza Kanunu (TCK) değişiklikleri de Devlet'in çocuğa bakışının somut bir örneğidir. Yeni TCK'de çocuk, suçlu olarak nitelenmektedir, çocuk kanun karşısında eskisinden de korumasız durumdadır. Bu durumda çocuğu topluma kazandırmak yerine toplum dışına itilmesi söz konusudur.
Kanunla ihtilafa giren çocuklara uygulanacak hükümlerin TCK'den çıkarılması ilk adımdır. Bunun yerine, çocuklara özel bir kanun hazırlanması gerekmektedir. Ceza sorumluluğu yaşı, çocuklara öncelikle koruyucu tedbirlerin uygulanmaması ve ceza öngörülmesi; mahkemelerin tüm olaylarda sosyal inceleme yapması gerekliliği ve çok iyi yapılandırılmış bir çocuk koruma mevzuatı ile sisteminin hayata geçirilmesi öncelikler olarak ön plana çıkmaktadır.
Türkiye'de çocuğun durumu başlığı altında ana başlıklar halinde konuya baktığımızda çocuğun durumunun çok da parlak olduğunu söylemek güçtür. Toplumda özellikle çocuğun tek başına birey olarak değerlendirilebilmesine yönelik temel bakış açısının noksanlığı dikkati çekmektedir.
Bununla ilgili en iyi gösterge de çocuğun katılım hakkının olmamasıdır. Çocuk kendisiyle ilgili hiçbir kararı alma ve bu karara katılma hakkına sahip değildir. Çünkü çocuk ile ana babası arasındaki durum bir velayet ilişkisine değil velayet hakkına dayanmaktadır. Türkiye'de velayet hala yetişkinlere çocuklar üzerinde hak veren bir statüdür.
Türkiye'nin en büyük problemi bir çocuk politikası geliştirmemiş olması ve sadece günlük tedbirlerle durumu idare etmeye çalışmasıdır. 2005 yılında çocuk haklarının Türkiye'de yaşama geçmemiş olduğunun saptamasını yaparak gelecekte çocuğun birey olarak kabul edildiği şeffaf bir ortamda buluşma dileğiyle. (OP/KÖ)