Alaattin Çakıcı'nın oğlu Ali Çakıcı bu delikanlı. Üç kişi yaralandı, ikisi orada çalışan garsonlar...
İlk tepkinin sinirlenmek olması mümkün. Şımarık bir "mafya" çocuğu "kurşun" yağdırdı, sıcağın alnında gün boyu koşturan bir "emekçi"yi bir süreliğine işinden etti. Yüzlerce insanın tatilini böldü, huzursuz etti.
Daha çocuk sayılır...
Hikâyeye başka yönleriyle bakınca Ali'nin aslında kendi yaşamının başlıca mağduru olduğu apaçık görülüyor. Daha çocuk sayılır... Büyük ihtimalle, o kendini uzun süredir bir "yetişkin" gibi hissetse de, kim bilir kaç yıldır belinde silah taşısa da, neredeyse bir çocuk...
Kim bilir babasına nasıl hayran, hem de ne kadar öfkeli ona.
Annesi gözü önünde öldürüldü
Hatırlayın daha onlu yaşlarındayken babası, annesini onun gözleri önünde öldürttü. Kurşun kalbine yakın bir yere isabet etti, televizyonlarda yere yığılmış görüntüleri izlettirdiler bir de sonra.
"Beladan kurtulamadı" demek kolay...
Şiddet, uzaktan bakınca Ali'nin yaşamının doğal görünen dinamiği. İşin aslı babası "çocuğunu beladan uzak tutamadı" önermesi çok doğru görünmüyor, yaygın medyanın "bela" diye nitelediği şey, Ali'nin tarafında yaşamın bir sürüp gitme biçimi.
Godfathher sadece güzel bir filmdi
"Godfather" filminin çoğumuzun aklında bıraktığı hayranlık uyandıran imgesine gönderme yapmıyorum. Şiddeti hele de içinde çocuk olan bir devrede olumlamak falan değil niyetim.
Şiddetin mağrur, cazibeli olanı, heves uyandıranı, süslüsü, yakışıklısı filan olamayacağı konusunda hem fikiriz.
Ama şiddet kesintisiz olarak muhalefet edeceğimiz bir gerçeklik. Şiddetsiz dünya istemek ne kadar makul bir arzuysa şiddetli dünya da bir o kadar "gerçek" bir hal.
Dünyanın neresine gitse de...
Çakıcı oğlunu değil İsviçre, Kanada'ya da gönderse aralarındaki bağ, çocuk erkek formuna girdikçe derinleşecek, çocuk babadan kaçmak istemedikçe "Babasının oğlu" olacak, kaçınılmaz olarak
Oğlu değil de kızı olsaydı Çakıcı'nın, şiddet biçim değiştirerek var olurdu, yok olmazdı şüphesiz. Kocası tarafından öldürülen Uğur Çakıcı da bilinen "mafya babası" Dündar Kılıç'ın kızıydı.
Şiddet deneyiminde şiddetin "alıcısı" ya da "mağduru", şiddeti uygulayanı ayırt edemez hale geliyor bir süre sonra.
Uğur Çakıcı'nın ölümünün son ve geri dönüşsüz şiddet hamlesi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu belki trafik kazası geçirirken, kişinin o anı "başa gelen kötü bir şey" olarak algılamaması gibi.
Şiddet mağdurunun varlığı bir süre sonra şiddeti uygulayan için en katlanılmaz varlık haline gelir.
"Su testisi su yolunda kırılır" demek de değil maksadım. "Kötü yol"dan çıkmak için bir başka seçenek yaratabilmeli insan kendine. Ama, bir mafya babasının adını verdiği tek "oğlu" için bu imkansız denecek kadar zor.
Baskın sırasında üzerinde kırmızı şort varmış, babası da yakalandığından şortluymuş., vesaire...
Toplumun zihninde bu benzetmelerle bir kader benzerliği resmi çizilse de, baba-oğlun kaderi bizim anladığımızın tersine bir biçimde ortak. "Armut dibine düşer" le açıklamaya çalışmak haksızlık olur. Şiddet ve ölümün "babadan oğla" geçmenin ötesinde bir iktidarı var. Çocuk yalnızca "masum" ama hareket kabiliyetinden yoksun bir zavallı figür de değil.
Çocuk bilen ve gören, acı çeken. Çocuk bazen gördüğünü anlatamayan. (NZ)