Ceza Yargılamasına ilişkin esaslar gerçekte Anayasal hakların kullanılma kriterlerini somut gösteren belgelerdir. Diğer anlamda, ceza yargılamasının kuralları, özgürlük sınırını gösterici belgelerdir. Dahası, Ceza Yargılaması Hukuku, İnsan hakları hukukudur. Bir anlamda yaşamın her alanına yansıyan kurallar olduğu için hukukçu olmayanların da en fazla ilgilenmesi gereken kurallar olduğu açıktır.
Yeni Ceza Muhakemesi Hukuku kurallarının getireceklerinden birkaç başlığı eleştirel bir gözle değerlendirelim. (Değerlendirmeler TBMM Adalet Altkomisyonunca kabul edilen metin esas alınarak yapılmıştır.)
Hukuka aykırı deliller dosyadan çıkarılmalı
* İnsan haklarını korumanın temel noktalarından birisi, hukuka aykırı deliller için kesin önlemler alınması suretiyle hukuka aykırı delil elde etmenin engellenmesidir. Anayasanın 38. maddesine 2001 yılında eklenen düzenleme ile kanuna aykırı olarak elde edilen bulguların "kabul edilemeyeceği" ilkesi benimsenmiştir. Kullanılamayan ve kullanılması da yasak olan bu delilin, tabiri caizse mikroplu etkisinden herkesin korunması gerekir.
* 1990'lı yıllardan beri uygulanan sistem hukuka aykırı delillerle "delil olarak değerlendirilemeyeceği" (CMUK.m.135/a) ile "hükme esas alınamayacağı" (CMUK.m.254/II) ilişkin sistem idi. Bu sistemin hukuka aykırı delillerin toplanmasını ve bununla kanaat oluşmasının engellenemeyeceğini bu süreç göstermiştir.
* Bugün ceza yargılamasındaki hukuka aykırı delillere karşı bir kanıksanmışlık, bu delillerin yaygınlığının göstergesi de sayılabilir. Hukuka aykırı delillerle mücadele, hukukun onu ihlal edene karşı mücadelesidir.
* Bu nedenle hukuka aykırı delilin tali bir ceza davasının konusu olarak açıkça düzenlenmesi gerekir ve hukuka aykırı olduğuna karar verilen delilin de dosyadan ayrılarak kapalı bir şekilde muhafazası ile virüslü etkisinden tarafların ve yargıçların korunması gereklidir. Bu davaya hazırlık soruşturmasında sulh hakimi, son soruşturmada da mahkemece karar verilmelidir. Aksi takdirde bu delillerle bir kanaate varılmakta, ancak hukuka aykırı bu delilleri hükümde kullanmak yasak olduğu için dosyadaki diğer delillerle mahkumiyet kararına ulaşma alışkanlığı görülmektedir.
* Yargıtayımız da hukuka aykırı delilden bir kişi üzerinde doğrudan yapılan etkiye ilişkin (CMUK.m.135/a) hükmü dikkate almakta, diğer hukuka aykırılıklar yönünden (CMUK.m.254/II) ihlal edilen yarar ile eylem ile toplumun uğradığı menfaat arasında bir denge kurarak sonuca varmaktadır.
* İşte bu sistem, maddi ve manevi baskının devamını sağlayan, ona onay veren bir sistemdir. Tasarı da insan haklarının eksiksiz temini açısından zorunlu olan hukuka aykırı delillerle mücadele açısından yeterli etkinlikte hükümler sevketmiş değildir. Örneğin hukuka aykırı delillerin dosyadan çıkarılmasına imkan tanımış değildir. Hukuka aykırı delilden etkilenme, mutlaka bozma nedenleri arasında sayılmış değildir. Anayasal hakları ihlal eden delillerin dosyadan tefriki ile bu delillere asla dayanılamayacağına ilişkin hükümlerin tasarıda asgari yeralması gerektiğini düşünüyoruz. Bu yönüyle tasarının geçmişteki sistemin devamı sonucunu doğuracağı düşüncesindeyiz.
Dürüst yargılanma hakkı
* Tasarıda, insan haklarının pek çok hüküm ile devletin cezalandırma yetkisine feda edildiği eleştirisine hak verecek düzenlemelere yer verildiği görülmektedir. İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesiyle sağlanan "dürüst yargılanma hakkı"nın bir gereği olan "silahların eşitliği" ilkesinin korunmadığı görülmektedir. Sanık müdafi, ceza muhakemesi hukukunda toplumsal savunma makamıdır ve sanığın lehinde çalışma yükümlülüğü vardır. Ancak sanığın iradesiyle bağlı değildir. Bunun bir gereği olarak da sanığın arzusuyla bağlı olmaksızın kanunyollarına başvurmalıdır. Ancak sistemdeki sakatlık (CMUK.m.290) bu tasarıyla da giderilmiş değildir (Tasarı, m.257). Cumhuriyet savcısı sanık lehine kanunyollarına başvururken sanığın iradesiyle bağlı olmazken sanık müdafi, sanığın arzusuna aykırı olarak kanunyollarına başvuramamaktadır (Tasarı, m.256).
* Tasarıda, sanığın suçsuzluğunu kanıtlayacak delilleri getirme imkanı düzenlenmiş değildir. Mevcut CMUK'daki 212-213. maddelerle sanığa tanık ve bilirkişi delili yönünden doğrudan talep etme imkanı tanınmış olmasına karşın uygulamada hemen hiç uygulama alanı bulamadığı görülmektedir. Mahkeme bu maddelerdeki uygulamayı delil talebi olarak görmekte ve değerlendirmeye tabi tutmaktaydı. Bu nedenle yeni metnin bu şüpheleri ortadan kaldıracak netlikte olması gerekirdi. Ancak Adalet Altkomisyonunca açıklanan tasarıdaki düzenleme de bu netliği sağlayacak nitelikte değildir, önemli ölçüde eski düzenlemenin tekrarıdır (Tasarı m.176). Madde başlığında bunun "istem" olarak nitelemesine de katılmıyoruz. Diğer yandan önceki metinde sanığın delilleri doğrudan getirme imkanı olduğu gibi bu hakkını mahkeme aracılığıyla da kullanma imkanı vardı. Bu imkan tasarıyla kaldırılmıştır. Dürüst yargılanma hakkının gereklerinden olan sanığın savunma tanıklarını duruşmaya doğrudan getirme imkanı, uygulamadaki sorunları giderecek nitelikte değildir. Uygulamada bu maddenin mahkemenin kabulü ile sonuçlanması yolundaki yanlış uygulamanın berrak olmayan bu metinle de devam edeceği kanaatindeyiz. Bizce maddede bu hakkın kullanılmasının hakim veya mahkemenin kabulüne bağlı olmayacağı ayrıca belirtilmeliydi.
Adli kolluk
Tasarıda, denetim ve gözetiminin savcıya bağlı olacağı adli kolluğun benimsenmesi de hüküm altına alınmıştır. Hazırlık soruşturmasının yöneticisi olan yetkiliye bağlı bir kolluğun bulunmaması gerçekten önemli bir ihtiyaçtır. Zira ülkemizde soruşturmada savcı değil, kolluk hemen tüm kararları vermekte ve soruşturmayı yönlendirmektedir. Bu nedenle savcıya böyle bir yetkinin verilmesi gerekli bir düzenlemedir. Ancak savcıya bağlı adli kolluk demek kolluğun sicil amirinin de savcı olmasını zorunlu kılar, oysaki tasarı ile "gözetim ve denetim" yetkisi verilmiş ve adli kolluğun "sorumluları" hakkında düzenlenecek raporun mülki idare amirlerine göndermesi öngörülmüştür (Tasarı, m.163-165). Bu anlamda getirilen düzenleme ile savcıların adli kolluk üzerindeki amirsıfatı sınırlandırılmış ve işlevsiz hale getirilmiştir. Bu düzenleme iki kurum arasında sıkışan bir görev türünün doğmasına sebebiyet verir ve etkisiz bir adli kolluğu doğurur. Kısacası kamuoyunda ciddi tartışma yaratan adli kolluk, kanaatimizce amaçlanan sonucu sağlamaktan uzaktır.
Vücudun muayenesi
Tasarı mevcut CMUK'da yeterli açıklıkta düzenlenmeyen (CMUK.m.66/V) vücudun muayenesi ayrık bir hüküm olarak düzenlemiştir. Tasarıda cinsel bölgeler dışında, vücudun diğer bölgelerindeki muayenenin kolluk tarafından yapılması benimsenmesi (Tasarı, m.75/III) kabul edilemez. Diğer yandan sanığın vücudunun muayenesinde cerrahi bir müdahalede bulunulması yasaklanmış değildir. Ayrıca bu karar aleyhine yapılacak itirazın muayenenin gerçekleştirilmesini itiraz sonuçlanana kadar tehirini gerektirmelidir. Son olarak da bu işlemin muayenenin ifasında kişinin onurunun korunması birinci öncelik olarak belirtilmesi gerekirdi. Kanaatimizce vücudun muayenesi için bu araştırmanın bir zorunluluk halini alması gerekir. Vücudun muayenesi, gerçekte uzman tarafından yapılan bir keşif niteliğindedir ve kollukça değil uzman tarafından yapılması gerekir. Muayenenin cerrahi bir muamelenin icra edilmemesi suretiyle uygulanması gerekir, tespit işlemi yapılmalıdır. Muayeneye ilişkin emir veya karar aleyhine kanunyoluna başvurulması durumunda sonuçlanana kadar işlem uygulanmamalıdır. Son olarak bu işlemlere müdafiin katılma imkanı açıkça düzenlenmelidir.
İletişimin denetlenmesi
* Tasarının yasalaştıracağı hükümlerden birisi de iletişimin denetlenmesidir. Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanunun 2. maddesi ile hukukumuza sınırlı uygulama alanı ile giren bu araştırma aracının kapsamının önemli ölçüde genişletilmesi benimsenmiştir. Sanığın susma hakkını ortadan kaldırıp kişinin özel hayatına en yoğun müdahale alanlarından birini teşkil eden iletişimin tespitinde ve denetlenmesinde, tanıklıktan çekinme hakkına sahip kişiler arasındaki konuşmalar için "kayda alınamaz" yerine "dinlenemez" yaptırımı sağlanmalıydı.
* Zira Tasarının 139. maddesiyle bu veriler kaydedilemese de soruşturmada kullanılması mümkün hale getirilmiştir. Bu, kişinin ailevi ilişkilerinin de delil elde edileceği çekincesiyle karşı karşıya kalması, kişinin ailevi bağlarının korunması yerine cezalandırma yetkisine öncelik verildiğini göstermektedir.
* Diğer yandan bu tedbirlerin devamı süresince işlemlerin gizli tutulacağı belirtilmiştir. Bu anlamda müdafiin hazırlık evrakını incelemesine kısıtlama getirildiği tartışmaları yaratılmıştır.
* Kanaatimizce bu işlemlerle kişi özgürlüğü kısıtlanmış veya hazırlık soruşturmasının varlığı sanıkça öğrenilmişse bu evraklar için müdafi yönünden artık gizlilikten bahsedilemez. Bu tür evraklar yönünde genel kurallar uygulanmalı (CMUK.m.143/II), kısıtlamayı gerektirir bir durumun varlığı halinde Cumhuriyet savcısının talebi ve hakimin kararıyla bu kısıtlama kararı verilmelidir (Tasarı, m.153/II).
* İletişimin tespiti veya denetlenmesindeki en önemli hukukilik kriterlerinden birisi, iletişimin denetlenmesi veya tespitinden sonra ilgiliye bildirimde bulunulmasıdır. Zira bu bildirim hukukilik denetiminin yapılmasına imkan tanır. Tasarıda bu verilerin bir başka suç veya bir başka kişi için yürütülmekte olan soruşturma nedeniyle kullanılması durumunda imha edilmeyeceğini ve dolayısıyla da bildirimde bulunulmayacağı ifade edilmiştir (Tasarı, m.138/III-IV).
Verilerin iletişim amacı dışındaki bu soruşturma için dava zamanaşımına kadar bekletilmesine imkan verip yapılacak bildirimi de etkisiz hale getirebilecek bu düzenleme yerine bunun belirli bir süre ile sınırlanması gerekir, böylece bu bildirimin etkin ve güncel bir denetim sağlamaya imkan tanıması gerekirdi. Bu haliyle düzenlemenin iletişim özgürlüğünü yeterince koruduğu düşüncesinde değiliz.
* Diğer yandan Tasarıda, sanığa yüklenen suç nedeniyle müdafiin taşınabilir telefonlarının dinlenmesi kabul edilmiştir (Tasarı, m.137). Bu, hiçbir yönüyle kabul edilebilir bir düzenleme değildir. Böylece bir suç nedeniyle şüpheli veya sanık dışında üçüncü bir kişinin iletişimin denetlenmesine imkan tanınmıştır. Kaldı ki bu, sanıkla iletişiminin denetlenmemesi gereken müdafidir, zira müdafiin korunması sanığın savunma hakkının korunmasıdır. Bu norm, sanığın savunma hakkını açıkça ihlal eder. Bir taraftan sanığın müdafi ile yazışmaları gibi bugün artık hemen yokolmaya yüz tutmuş bir hükümle bu alanı koruma altına alırken (CMUK.m.144, Tasarı,m.154) diğer taraftan günümüzde yaygın olarak kullanılan iletişim araçlarının denetimine imkan tanınması çelişkili gözükmektedir.
Yalnızca doğrudan sorgulama
* Yargılamanın üç temel ayağı ile yargılamanın taraflarının beyanlarını doğrudan zapta geçirme imkanı bu tasarıyla da sağlanmış değildir (Tasarı, m.218). Yargılama işlemlerinin yargılama belgesi olan zapta en doğru yansıması için tarafların beyanlarını herhangi bir tevil ve katkıya gerek kalmaksızın zapta geçirmeleri imkanının sağlanması gerekir. Kural bu olmakla beraber bunun kötüye kullanılmasının korunması için mahkeme başkanı veya hakime bazı yetkilerin verilmesi benimsenebilirdi.
* Bu düzenleme ile duruşma salonlarındaki pek çok sorun çözüme kavuşturulmuş olacak iken tasarı bu açıdan geçmişteki sistemi benimsemiş duruşma zaptının düzenlenmesini mahkeme başkanı veya hakime tevdi etmiştir. Diğer taraftan sanık müdafi ile Cumhuriyet Savcısının getirdikleri sanığı kendilerinin sorgulaması imkanının da benimsenmesi gerekirdi. Ancak getirilen düzenleme sadece doğrudan soru sorma ile sınırlı kalmıştır (Tasarı, m.200).
* Diğer taraftan savunma hakkını dolaylı olarak kısıtlayan ve mahkeme huzurundaki herkeste adaletin tecellisi açısından olmaması gereken bir hüküm olan sanığın dışarı çıkarılması ve dört güne kadar disiplin hapsine hükmedilmesi hükümleri varlığını korumaya devam etmektedir (Tasarı, m.202). Ayrıca bu disiplin hapsi için asgari benimsenmesi gereken itiraz kanunyolu da benimsenmiş değildir.
Sanığa yakınları üzerinden baskı
* Tasarı yurtiçinde saklanan veya yurtdışında bulunan kaçağın duruşmaya gelmesini sağlamak için Türkiye'de bulunan tüm mallarına, hak ve alacaklarına elkonulması imkanı tanınmış, sanığın yasal olarak bakmakla yükümlü olduğu kişilerin yoksulluğa düşmesi durumunda malların yönetimi için atanan kayyıma bu kişilere yardımda bulunma imkanı tanınmıştır (Tasarı, m.246-247).
* Bu hüküm, sanığın bakmakla yükümlü olduğu kişiler için yardım imkanı getirse de suçla ilgisi olmayan malların zilyeliğinin dava zamanışımı gibi uzunca bir süre sonuna kadar devlete geçmesine imkan sağladığı ve sanığın dışındaki kişilerin de soruşturmadan etkilenmesine ve zarar görmesine açıkça imkan sağladığı için Anayasal mülkiyet hakkının özüne dokunan bir kısıtlamadır. Burada kişinin yakalanması için gerekli çabaları artırıcı hükümler yerine sanığın yakınları üzerinde kurulacak bir baskının sanığa yansıtılması suretiyle dolaylı yolla elde edilmek istenen bir çözümün hem gerekli olmadığı hem de Anayasal teminatlara zarar verdiği düşüncesindeyiz.
Sonuç
Sadece birkaç düzenlemesine değindiğimiz CMUK Tasarısı, etkin ve korkusuzca, tüm tarafların sert ve katı kurallara tabi olmadan katılımı yerine otoriteyi gereğinden fazla koruyucu, savunma hakkı, kişinin temel hak ve özgürlüklerine yeterli özeni göstermeyen, kişi haklarını devletin yargılama ve cezalandırma yetkisine tercih eden bir yapıda olduğu görülmektedir. Bu anlamda dürüst yargılama ilkesini yeterince sağlamayacağı görüntüsü hakimdir ve etkin bir adalet anlayışı yerine otoriter bir devlet anlayışından yanadır. Bu düzenlemelerin yargıya, duyulması gereken güveni yeterince sağlayamayacağı düşüncesindeyiz. (NK/YS)
*** Naim Karakaya, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Usul Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Elemanı'dır.