Yaşanılan dehşetten herkesin gözlerinin körleştiği, öfkeden beyninin uyuştuğu bir dönemde, "bu konular şimdi tartışılır mı" diye korkmadan, her zamankinden daha akıllı, hızlı ve soğukkanlı hareket etmeye, Kürt sorununun demokratik yönden çözümünü tartışmaya ihtiyacımız var. Bu nedenle bu hafta, 41 yıl Milli İstihbarat Teşkilatı'nda çalıştıktan sonra MİT Müsteşar Yardımcılığı görevinden emekli olan; devletin, örgütlerin ve Kürt sorununun iç yüzünü en iyi bilenlerden biri olan Cevat Öneş'le konuştuk.
Bütün ülke ümitlendi, Kürt sorunu çözülüyor dendi ve sonra her şey karıştı. Şimdi neden şiddetin yeniden yükseldiği bir döneme girdik?
PKK'nın taktiksel saldırıları bunlar. AKP hükümetini sıkıştırmak ve çözüm sürecinde muhatap alınmak için yapılan eylemler. Bu saldırıların arkasında ayrıca silahların bıraktırılmasıyla ve dağdan inişle ilgili karşılıklı görüşmelerin şartlarını yaratma isteği de var.
Hakkâri'deki son saldırı da mı bu yüzden yapıldı sizce?
PKK'da 1 Hazirandan itibaren ortaya çıkan eylemlilik durumunun devamı bu. Aslında bütün bu saldırılar, Kürt sorununu çözemememizin bir sonucu. Zaten Kürt sorununu çözemediğimiz için geçmişte PKK sorunu ortaya çıkmıştı. Şimdi de bu sorun Hakkâri gibi saldırılarla varlığını sürdürüyor.
PKK, eylemlerini ordu da operasyonlarını hızlandırıyor. Nasıl bir sonuç çıkacak sizce bundan?
Silahla PKK'nın bitirilmesi mümkün değil. Aynı şekilde PKK'nın da silahla arzu ettiği sonuçlara ulaşması mümkün değil. Kürt sorunu ancak Türkiye'nin demokratikleşmesiyle çözülebilir. Bu, silahın değil siyasetin çözeceği bir meseledir. Siyasetin getirdiği çözümlere de Silahlı Kuvvetler ve yargı dâhil tüm kurumlar uymak zorundadır. Böyle bir bütünlüğü yarattığımız takdirde Kürt meselesi ve PKK sorunu çok kolay ve kısa sürede çözülür. Ben buna inanıyorum. Aslında, barış şartlarının gerçekleştirilmesini PKK da istiyor.
Eğer PKK barış istiyorsa, neden saldırılarını arttırıyor?
PKK, muhatap alınmak istiyor. Daha doğrusu PKK iki şey istiyor. PKK hem muhatap alınma konusundaki ısrarını sürdürüyor, hem de ülkedeki legal Kürt siyasi hareketinin kontrolünü elinde tutmak istiyor. Yoksa PKK'nın lider kadrosu da silahlı mücadeleyle bir sonuç alınamayacağını gayet iyi biliyor. Bir yanda dünya koşulları, diğer yanda Türkiye'nin dış politika açılımları, PKK'nın Türkiye dışında silahlı olarak varlığını sürdürme imkânlarını iyice azaltıyor. İşte şimdi bu noktada siyasilere bir iş daha düşüyor. Türkiye siyasetinin vakit geçirilmeden yeni bir çıkışa ihtiyacı var.
Nedir o çıkış?
Dış politikada gösterilen irade, vizyon, plan proje, organizasyon ve kararlılık iç politikada da gösterilmeli. Bir yandan Kürt sorununu da çözecek yeni bir demokratikleşme ve açılım planı hazırlanmalı. Diğer yandan PKK'nın dağdan indirilmesi için özel bir proje yapılmalı. Hükümet, 2011'deki seçimlere böyle bir demokratik açılım ve sivilleşme çıkışıyla gitmeli.
Dağdan indirme planı dağdan inecek olanla konuşulacağına göre, PKK sorununun çözümü için Öcalan'ı ya da PKK'nın lider kadrosunu muhatap almak gerekmiyor mu bu durumda?
Dağdan indirme şartlarının yaratılmasında, İmralı ve Kandil dâhil belirli temasların yapılması gerektiğini tüm dünya pratikleri bize gösteriyor.
Giderek tırmanan çatışmalar durdurulmazsa sonuç ne olur?
Böylesi bir sürecin devam etmesi çok tehlikelidir. Türk-Kürt ayrışması daha da genişler ve çatışmalar artar. Toplumun ve Türkiye'nin geleceği riske girer. Bu yüzden siyaset, bir an önce iki projeyle birden devreye girmek zorunda. "PKK önce dağdan insin, biz sonra demokratikleşmeyi yaparız, demokrasi adımları atarız" denemez.
Ama deniyor. Kandil'den ve Mahmur'dan gelenler bile geçen hafta tutuklandı. Bunun sonucu ne olur sizce?
Bu tutuklamalar, devletin güvenilirliğini zedeledi ve çözüm sürecinde yeni bir kırılganlık daha yarattı. Bunlar devletin güvencesiyle Habur'dan geldiler ve Türkiye hukuk sistemi bunları serbest bıraktı. Sonra aynı hukuk sistemi tutukladı. Bu büyük bir çelişkidir. Bu yüzden, Kürt sorununu çözecek olan demokratik açılım yeniden etraflı olarak planlanmalı ve yeni güvenceler verilerek uygulamaya konulmalı. Unutmayın. İnsanlar hâlâ barış talep ediyor. Devletin ciddi ve güvenilir bir biçimde ortaya koyacağı çözüm planlarına toplum olumlu cevap verir. BDP de, hatta PKK da yeni bir demokratikleşme sürecine olumlu bakar.
KCK davasında tutuklamaların anlamı ne peki? Neden Kürt siyasetçiler hapse atılıyor?
KCK, aslında direktifleri PKK merkezinden ve Kandil'den alan "legal görünümlü bir örgüt"tür. PKK'nın etkilediği kitleler üzerinde PKK'nın otoritesini kuran, farklı görüşleri ortadan kaldıran, BDP, belediyeler ve sivil toplum örgütleri gibi legal yapıları kontrol eden hukuk dışı bir yapıdır. KCK, şehirdeki meşru Kürt siyasetini kontrol etmek istiyor. KCK'nın yönetimi de Kandille bağlantıları sebebiyle tutuklanıyor. Tutuklamalar sorunun çözümünü zorlaştırıyor. Eğer elde kapsamlı bir açılım projesi olsaydı ve çözüm yönünde somut adımlar atılsaydı, bu süreç, böyle tutuklamalar olmadan yürüyebilirdi.
Şiddet açısından eski günlere geri mi döndük?
Türkiye 1990'lara geri döndü gibi bir hava var ama aslında toplum barış talebini, Kürt sorununun çözülmesine yönelik isteğini sürdürüyor. Türkiye'de gerginlik ve çatışma toplumda değil siyasette yaşanıyor. Farklı görüşteki Kürtlerin hepsi de silahların susturulmasını ve barış şartlarının oluşturulmasını istiyor. Bu talep çok güçlü. Asıl sorun şu: Demokratik açılım devam etmediği için Kürtlerde büyük bir hayal kırıklığı var.
PKK'nın şiddeti yükseltmede hesabı ne?
PKK devleti sıkıştırma ve bu sıkıştırma neticesinde muhatap alınmayı istiyor. Şu nokta çok önemli: PKK, örgütün tamamen tasfiye edileceği psikolojisi ve algısı içinde. Üstelik PKK dışındaki görüşleri temsil eden, çok farklı kesimlerden barışçı Kürtler de Kürt siyasetinin tamamıyla tasfiye edilmek istendiği görüşündeler. Bu algıyı AKP, BDP'yle temastan uzak durarak besledi. Böyle bir algı çözüm sürecini engeller. Kürtlerdeki algı, yeni bir demokratik açılım projesi ve hamlesiyle düzeltilmeli. PKK'nın bu dönemde şiddeti yükseltmesinin bir nedeni de Türkiye'nin Amerika ve İsrail ile ilişkilerinde ortaya çıkan sıkıntıdan yararlanma ve böyle bir konjonktürde Türkiye'yi sıkıştırma isteği olabilir.
Öcalan'ın pozisyonu ne?
Öcalan, bir fenemondir. Bu kadar sene geçti, ona alternatif bir lider ortaya çıkmadı. PKK'nın etkilediği kitleler üzerindeki etkisini ve PKK'nın Kandil ve Avrupa ayakları üzerindeki manevi liderliğini sürdürüyor. Bu yüzden de Öcalan, sorunun çözümünde önemini koruyor. Ancak PKK'nın Kandil ve Avrupa ayaklarında güçlü dış bağlantılar var. Bu yapılarda, PKK'nın siyasal amaçlarla kullanılmaya açık kesimleri ve grupları bulunuyor.
Öcalan ne planlıyor?
Kendi durumunu önceliğe alan, mahkûmiyetini hafifletmeye çalışan bir yapı var karşımızda. PKK'nın ve kendisinin muhatap alınmasını, PKK kadrolarının legal siyasete girme şartlarının yaratılmasını istiyor. Muhatap alınmak için siyasi iktidarı zorlamak istiyor. "Bensiz bu sorunu çözemezsiniz" mesajlarını vermek istiyor.
Biz bu sorunu genel bir başlık altında "Kürt sorunu" olarak konuşuyoruz ama Kürt sorunu iki ayaklı bir sorundur. Birinci ayağı demokratikleşmedir. Türkiye'nin Kürt sorunuyla birlikte Alevi meselesini, mezhep çatışmaları ve azınlıklar meselelerini çözecek genel bir açılım projesidir bu. Bu plan Öcalan'la görüşülmez. Sorun, AB kriterleri doğrultusunda, TBMM'nin iradesiyle çözülür. Kürt sorununun ikinci ayağı olan PKK sorunu ise silahların bıraktırılmasıdır. Bu sürecin sağlıklı yönetilmesi için Öcalan ve Kandil dâhil herkesle görüşülebilir. Çünkü biz barıştan bahsediyoruz.
Evet...
Biz, otuz seneye yaklaşan bir silahlı mücadeleden ve 40 bini aşkın ölümden, insan acısından bahsediyoruz. Vicdandan söz ediyoruz. Bu durumda barışa varabilmek için, barışa katkı yapacak her şahıs ve her güç konuşulmaya değerdir.
KCK iddianamesinde Öcalan'ın MİT Müsteşarıyla görüştüğü yazılı. Müsteşar, Öcalan'la görüştü mü?
Bilemiyorum. Ama görüşmesi anormal bir durum değildir. Beklentimiz bu görüşmelerden sonuç alınmasıdır. İstihbarat örgütleri bu tip kapalı çalışmalarda görev alırlar ve yolu açmak isterler. Dünyanın her yerinde bu böyledir.
MİT'in Kandil'le de temasları var mı?
MİT'in zaten asli görevi sadece Kandil'le değil, dünyanın her yerinde Türkiye'yi ilgilendiren her meselede perde arkası konularda Türkiye'nin çıkarına olan her teması yapmaktır.
Devlet Öcalan'la görüşüyor mu?
Bilemem. Öcalan İmralı'da tutuklu. İmralı'nın kontrolü askerî güçler tarafından yapılıyor. Farklı görüşmeler yapılması ihtimali var tabii. Eğer bu tür görüşmeler varsa, bunlar siyasi iradenin bilgisi çerçevesinde koordineli olarak tek merkezden planlı olarak yapılmalı.
Neler konuşuluyor sizce bu görüşmelerde?
Konuşulacak şey, silahların bıraktırılması, dağdan iniş meselesidir.
Bu görüşmelerde devlet Öcalan'dan ne talep ediyor?
Silahların bıraktırılmasında ne gibi katkıları olabilirden başka bir konuşma konusunun olduğunu sanmıyorum. Öcalan'la görüşmeler silahların bıraktırılmasıyla ilgili şartların oluşturulmasıyla sınırlı olmalıdır.
Öcalan'ın devletten talebi nedir?
Öcalan'ın kişisel af veya PKK'nın silahlı güçlerinin affı meselesi gibi beklentileri olabilir. Mesela, "daha serbest olabilmeliyim. Meclis bu konuda karar alabilmeli" diyor. Öcalan'ın talepleri, yeni anayasa yapılmasından Kürt kimliğinin anayasada garanti altına alınmasına kadar uzuyor.
AKP hükümeti açılım başlattı ama başlattığı açılım bitmiş gibi gözüküyor. AKP kendi isteğiyle mi bitiriyor bu açılımı?
Açılım bitmedi. Zaten Başbakan da "açılım sürecek" diyor. Açılım duraksadı. Bu küresel koşullarda ve Türkiye'nin iç dinamiklerinde hiçbir iktidar açılımı bitiremez. Açılım bitti diyen ve demokratikleşme için yeni adımlar atmayan bir iktidarın Türkiye'de yeniden seçilme ve hükümet olma şansı yoktur. Başbakan demokratik açılım konusunda çok samimiydi ve nitekim risk alıp adım attı ama...
Adım attı ama başarılı olamadı. Sizce niye?
Başbakan risk aldı ama CHP, MHP ve DTP milliyetçi duyguları körükleyerek AKP hükümetinin omuzlarındaki yükü daha da arttırdılar. Bu milliyetçi dalga, atılacak adımlarla ilgili AKP'de tereddüt ve korku yarattı. Ayrıca hükümetin demokratik açılım için kapsamlı bir projesinin olmadığı, bu süreçte ortaya çıkabilecek riskler konusunda hazırlıklı olmadığı da ortaya çıktı. Önümüzdeki süreçte açılım planı daha somut ortaya konacak.
Bu ortamda açılım yapılabilir mi?
Aksine bu ortamda açılım için sesimizi daha çok çıkarmamız lazım. Türkiye'nin bugünkü objektif ve sübjektif şartları hiçbir biçimde PKK'nın silahlı mücadelesini haklı göstermiyor. Zira Türkiye'de artık demokratik mücadeleyle etkin sonuçlar almak mümkün. Bu yüzden PKK, silahlı eylemlerini hiçbir gerekçeye dayandıramaz. Ancak bugün biz bir fiili durumla karşı karşıyayız.
Nedir bu fiili durum?
25 senedir silahlı mücadele yürüten, bölgesel ve hatta uluslararası boyut kazanan bir silahlı hareketle karşı karşıyayız. Bu yüzden demokratikleşme projesine paralel olarak, ayrıca silahların bıraktırılması projesini de devreye sokmak zorundayız. "Önce silahlar sussun sonra demokratik adımlar atılır, açılım yapılır" denemez. Türkiye'nin demokratikleşmesi ve silahların bıraktırılıp PKK'nın dağdan indirilmesi projelerinin yan yana birlikte yürütülmesi gerekiyor. Dolayısıyla Türkiye, şimdi daha güçlü bir iradeyle, yeni bir demokratik açılım projesini şekillendirmek zorunda.
Terör eylemleri, saldırılar daha da artar mı?
Yeni bir durumla karşılaşmış değiliz. İçinde bulunduğumuz konjonktür ve süreç, bu tip eylemlerin artacağını gösteriyor. Ortak aklı ortaya koyup barış şartlarını hazırlayacak çalışmaları hemen başlatmalıyız. Daha önce de dediğim gibi bütün bu şiddet, çatışma, terör ve saldırılar, açılım duraksadığı için yaşanıyor. Bakın... Türkiye'nin dinamikleri, demokratik bir Türkiye istiyor ve bunun için de demokratik bir anayasa yapılması ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı kavramının anayasanın içine girmesi gerekiyor.
Yeni anayasada, Türkiye Cumhuriyeti'ne vatandaşlık bağıyla bağlı olanlara Türk denmemeli mi?
Türk denmesine ihtiyaç yok. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı denmeli. Türk tabiri, etnik temele dayanan bir kavram olarak algılanıyor ve bu algıyı değiştirmek çok güç. Ayrıca bu kavramlar, 20. yüzyılda ortaya çıkmış meseleler. Hâlbuki biz 21. yüzyılı konuşuyoruz.
Siz Kürt meselesinde ne tür gelişmeler bekliyorsunuz?
Bugün yaşananlar konjonktüreldir ve eylemlerin tırmanması geçicidir. Yaşananlar, Türkiye'deki iç siyasetin çözüm üretmedeki yetersizliğinden kaynaklanıyor. Türkiye barış sürecini daha somut bir demokratikleşme hamlesiyle tekrar başlatacak.
Ya başlatmazsa, başlatamazsa? Çeşitli kentlerdeki üniversitelerde Türk ve Kürt öğrenciler çatışıyor. Bu durumda Türk-Kürt çatışması yaygınlaşır mı?
Bu riski her zaman dikkate almalıyız. Çünkü bu şiddet tırmanırsa ve tekrar uzun bir sürecin içine girilirse, ifade etmekten dahi korktuğumuz çatışma ortaya çıkar. Bugün öğrenci kesiminde ve bazı bölgelerde çıkan çatışmalar toplumun kendi iç dinamiğinden değil, bazı mihrakların yönlendirmesiyle ve provokasyonuyla çıkıyor. Milliyetçi duygular istismar ediliyor. Yoksa toplum, genelde sorunun çözümünü istiyor.
Sizce Türkler ve Kürtler zihnen birbirinden kopmuyor mu?
Kopmuyor. Geçen hafta Hakkâri'deki toplantılarda yaptığım gözlem şu ki, Kürtler ayrılık istemiyorlar. Türkiye, bağımsız Kürt devleti kurulması ve ülkenin parçalanması gibi bir tehlikeyle karşı karşıya değil. Kürtler kopmak istemiyor. PKK da kopmak istemiyor. PKK'nın etkilediği kitlede de bir ayrılma duygusu yok.
PKK'nın etkilediği kesimler hangi duygu içindeler?
Onlarda devlete karşı güvensizlik ve psikolojik kırılganlık var. Kendilerini ötekileştirilmiş hissediyorlar. Sadece PKK'nın etkilediği kesimler değil, Kürtlerin geneli, devletin Kürtlere ayırımcı davrandığı düşüncesindeler. Devlet Kürtlerdeki bu algıyı acilen ortadan kaldırmalı. Biz Hakkâri'ye gitmeden bir gün önce Barış ve Demokrasi Partisi'nin yöneticileri KCK operasyonu nedeniyle tutuklanmıştı.
İnsanlar tepkili miydi?
Gittiğimizde şehir bomboştu. Dükkânların kepenkleri kapalıydı. Sokaklarda sadece taş atan çocukların kurduğu barikatlar vardı. Yaşları beş ila on beş arasında olan çocuklarla güvenlik kuvvetlerinin mahallelerde karşı karşıya geldiklerine bizzat şahit olduk.
Filistin sokaklarındaki intifada gibi miydi gördükleriniz?
Aynen öyle. Taş atan çocukların psikolojisini yakından gördük. Bu küçücük çocuklar, gençler sadece devlete değil yabancı olan her şeye, herkese karşı nefret duygusu içindeydiler.
Çocuklar bu noktaya nasıl geldiler? Bu süreç nasıl bir çocuk tipini ortaya çıkardı? Bunların ciddi olarak sorulması gerekiyor.
Düşünün, bu çocuklar yabancı gördükleri her şeye öfkeliler. Sadece güvenlik güçlerine değil, sokaktan geçen tanımadıkları bütün arabalara ve insanlara taş atıyorlar.
Devlet gücüyle Hakkârili çocuklar arasında bir köşe kapmaca oynanıyor. Gaz bombaları atılıyor. Yollarda barikatlar kuruluyor, ateşler yakılıyor. Bütün bunlar aynı anda çeşitli bölgelerde oluyor. Bu çocuklar birbirleriyle irtibatlılar. Kontrol edilemeyen bir yapı bu.
PKK da kontrol edemiyor mu bu çocukları?
Edemiyor. Bu çocuklar, KCK operasyonuna ya da herhangi birinin polisçe içeri alınmasına tepki duyuyorlar ve harekete geçiyorlar. Bu çocukların aile eğitimi de, devlet eğitimi de yok. Bu çocuklarda sadece sokak kültürü var, devlete karşı direnme kültürü var. Düşünün... Hakkâri'nin nüfusu 60-70 bin ise, bunun otuz bini çocuk! Bu çocukların hepsi ya boşaltılmış köylerin çocukları, ya da ekonomik zorluklar sonucunda göç edenlerin çocukları...
İki tarafın da gençleri nefret ve öfke dolu. Bu duygusal gerginlik ne tür sonuçlar verir?
Sadece şunu söylemek yeterli. Taş atan çocuklar sorunu, silahlı eylemlerden çok daha tehlikeli bir sorun! Devletin çocuklarla da barışması gerekiyor. Çocuklara ısrarla yaşatılmakta olan cezaevi süreci, aslında PKK'ya yeni militanlar yetiştirme sürecidir. Üstelik Meclis'ten zar zor çıkacak olan yeni yasa da bu sorunu tamamen çözmeyecek.
"Öcalan fenomendir" dediniz. Ne demek istediniz?
Otuz sene geçti, ona alternatif bir lider ortaya çıkmadı. Öcalan, PKK'nın etkilediği Kürtler üzerindeki etkisini sürdürüyor. Ayrıca PKK'nın Kandil ve Avrupa kadroları üzerindeki manevi liderliğini de devam ettiriyor. Dolayısıyla PKK sorununun çözümünde Öcalan, önemini koruyor. PKK, 1970'lerin sonlarında ortaya çıkmış bir örgüt. Otuz seneye yaklaşan bir sürekliliğe sahip. Dünya tarihinde böylesine bir yapı belki de hiç yok.
Hangi açıdan?
Hem silahlı eylemini yapıyor hem de geniş bir kitleyi etkiliyor. Baskıyla veya korkuyla da olsa, Kürt siyasetindeki sesi teke indiriyor. Üstelik 1980'li yıllardan itibaren Türkiye'nin sınırlarını aşıp, Suriye, Irak, Ortadoğu, Kafkasya ve Avrupa'da geniş örgütlenmeler gerçekleştiriyor. Bakın, şu kıyaslama çok önemli. IRA hareketinde insan kaybı üç-dört bir civarındayken bizde 40 bini aşıyor.
PKK şimdi çatışmaları bütün Türkiye'ye yayacakmış gibi gözüküyor. Bunu yapabilecek gücü var mı?
Sadece güvenlik güçlerini hedef alan bir yapı var hâlâ. Son terör eylemleri de muhatap alınma sürecini zorlamak için gerçekleştirilen şiddet olaylarıdır. Eylemleri bütün Türkiye'ye yayan bir hareket ise bundan çok farklıdır.
Hangi açıdan farklıdır?
Eylemleri bütün ülkeye yayan bir yapı, barış istemiyor, aksine "Türk-Kürt çatışmasını başlatmak istiyor" demektir. O zaman da bütün Türkiye'yi hedef alan böyle bir eylemin arkasında mutlaka bir dış yapı ve bağlantı aramak gerekir.
Hükümet sorunu çözmek için ne yapmalı?
Demokratik açılıma yeniden hayat kazandırılmalı. Geçmişteki hatalar yapılmamalı ve yola yeni bir açılım projesiyle devam edilmeli. Bu proje somut adımlar içermeli ve kamuoyuyla açıkça paylaşılmalı. Bakın... Demokratik açılım sadece Kürt meselesini kapsamıyor. Türkiye'nin demokratikleştirilmesini, demokratik standartlarının yükseltilmesini de kapsıyor. Seçimlerden sonra yeni bir anayasa ve demokratikleşme paketi hazırlayacağını taahhüt eden parti en yüksek oyu alacak.
PKK'nın saldırılarına geri dönersek... Barzani'nin ve Talabani'nin durumu ne bu son gelişmelerde?
Barzani, PKK'ya karşı silahlı tedbire başvurmamasına rağmen Türkiye'nin politikalarıyla uyumlu hareket ediyor ve barış şartlarını, bölgesel entegrasyonu desteklediğini gösteriyor. Barzani bağımsız Irak devleti içinde federe yapı olarak güçleniyor ve Kuzey Irak ekonomik açıdan gelişiyor. PKK, Barzani'yi rahatsız edecek eylemler içine girmez. Çünkü silahlı gücün harekât merkezi olan Kandil'in kaderinde Barzani önemli bir role sahip.
Amerika ve İsrail'in PKK'yla ilgili tavrının ne olduğunu düşünüyorsunuz?
Bugün gelinen noktada, Irak'ın bütünlüğü ve Ortadoğu'daki dengeler ve istikrar bakımından silahlı bir PKK hareketinin artık Amerikan politikaları içinde yeri yoktur. Aslında şunu da eklemeliyim... Türkiye'nin çok tartışılan İran politikası da ABD'yle çelişmiyor. Bazı lobilerin etkisiyle ve Amerikan iç politikasındaki ihtiyaçlar nedeniyle Amerikan yönetimi bu konuda Türkiye'yle tartışan bir duruş gösteriyor.
Kürt meselesini çözemeyen bir Türkiye dünyada güçlü olabilir mi?
Hiçbir şekilde olamaz. Demokrasi sorununu çözemez, demokratik kurumlaşmasını gerçekleştiremez, AB'ye üyelik sürecini yürütemez, dış politika hedeflerine ulaşamaz. Devletin içini de temizleyemez. Başbakan açılım durmadı diyor ama, Kürt kesiminde açılımın durduğu algısı çok yaygın. Oysa Türkiye geçen sonbaharda bu meseleyi çözmek için büyük bir fırsata sahipti.
Bu fırsat nasıl kaçırıldı?
Türkiye'nin iç siyaseti Kürt sorununu çözme kabiliyetini gösteremedi. İç siyaset sorunu çözmek ve PKK'yı dağdan indirmek için birleşmeyi bırakın... Kürt meselesini istismar etti, siyasi kavgayı daha da büyüttü. Özellikle Kandil'den ve Mahmur Kampı'ndan gelenlerin Habur'da gösterilerle karşılanması milliyetçi bir dalga yarattı. AKP, açılımın yol açacağı oy kaybını dikkate almaya başladı ve açılımda tereddüt etti. Elde iyi hazırlanmış bir açılım planı yoktu ve açılım süreci gerektiği gibi yürütülemedi.
Aradan bir yıl geçti ve bugün İsrail ve Amerika'yla ilişkilerde sıkıntı yaşanıyor. Dış koşullar, Kürt meselesini ve PKK sorununu çözmede Türkiye'nin hâlâ lehine mi sizce?
Evet, lehine. Küresel ekonomik kriz, dünyanın yeniden yapılanmasını gerekli kılıyor. Amerika özellikle Ortadoğu'daki politikalarını gerçekleştirmek için gene Türkiye'ye ihtiyaç duyuyor. Yeni küresel yapılanmada Türkiye, barışçı politikalarıyla bölgede istikrar sağlayacak ve böylece ABD ile Avrupa Birliği'nin bölgedeki boşluğunu doldurarak küresel politikalara hizmet edecek. Amerika'nın ihtiyaçları Türkiye'nin bu barışçı rolü oynamasını zorunlu kılıyor.
Bazı siyasetçilerin aklına hâlâ bölgede sıkıyönetim, olağanüstü hal ilan edilmesi gibi çözümler geliyor.
Sıkıyönetimlerin bir sonuç getirmediğini, aksine büyük sorunlar ve kırılganlıklar yarattığını biz bu uygulamayı yıllarca yaşayarak gördük. Ve, şimdiye kadar da Doğu ve Güneydoğu'da sıkıyönetimlerle yaratılmış olan bu kırılganlıkları, insanlardaki olumsuz psikolojiyi temizleyemedik. Bu ülkede yaşanacak en büyük tehlike bundan böyle sıkıyönetim olur. (ND/BB)