Bianet'in sorularını yanıtlayan Erol, Özkan ve Güner; basının tutumunu da eleştirdi; sempozyumun "cesaretli bir girişim" olarak nitelendirilmesine karşı çıktı.
"Eşçinsel özgürlük mücadelesi zamanla karşılığını bulacak"
Türkiye'deki eşcinseller olarak bir ilki gerçekleştirdiniz. "Lezbiyen ve Geylerin Sorunları ve Toplumsal Barış İçin Çözüm Arayışları" sempozyumu eşcinsel hareket için çok önemli bir kilometre taşıydı. Geçtiğimiz hafta sonu yaptığınız sempozyumu kendi aranızda nasıl değerlendirdiniz?
Ali Erol: Sempozyum ve sempozyum sürecindeki tartışmalar sadece iki günlük bir tarihe sıkışıp kalmayacak. Bunun, hem eşcinsel özgürlük mücadelemizde hem de toplumun diğer kesimlerinde karşılığını bulabilmesi zaman alacaktır. Bu anlamda bir değerlendirme için belki henüz erken. Ama sempozyumu yapma gerekçemiz, hazırlık sürecimiz ve bu süreçteki etkileşimimizden bahsetmek fikir verebilir diye düşünüyorum.
On yıldır Türkiyeli eşcinseller olarak kendi özgürlüğümüz için mücadele ederken aynı zamanda, özgürlüğün toplumsal bir bütünlük arz ettiğini düşündük. Toplumdaki diğer insanlarla birlikte özgürleşeceğimize dair inancımızdan dolayı bunun, her kesim için geçerli bir süreç olduğunu düşünüyorum. Sempozyum sürecinde, bir danışma kurulu oluşturduk. Bu danışma kurulu sadece "bilimsellik" kaygısından ibaret değildi. Danışma kurulunda eşcinsel kurtuluşçusundan sendikacısına, psikiyatrından sosyologuna, akademisyeninden yazarına ve gazetecisine kadar pek çok kesimden insan bulunuyordu.
Bir gazete "beklenen ilgiyi göremedi" demişti sempozyum için. Gerçekten de beklenen ilgiyi görmedi mi sempozyum?
Ali Erol: Doğrusu bunu gazetede okuduğumuzda, şaşıramadık bile. Çünkü eşcinsel bireyler olarak birbirimizi bulup bir mücadele sürecine girdiğimizde, son on beş yıldır, medyanın bu yaklaşımı, bu kendinden menkul yaklaşımı bizi şaşırtmıyor. Hem neye göre beklenen ilgiyi görmedi?
İki gün boyunca beş yüzü aşkın insanın sempozyuma geldiğini gördük. Sempozyumdaki katılımcı profiline baktığımızda, kayıt formlarımızı incelediğimizde toplumun her kesiminden insan olduğunu gördük. Öğrencisinden akademisyenine, ev kadınından işçisine ve memuruna kadar. Ayrıca, belki ilginç gelecektir, -medya bunu nasıl atladı bilmiyorum- türbanlı kadınlarına kadar çeşitli katılımcılar vardı sempozyumumuzda.
Aynı şekilde, konuşmacıları göz önünde bulundurduğumuzda, iki gün boyunca konuşma yapan, tebliğ sunan akademisyeninden diğer konuşmacılara kadar çok geniş bir çerçeve vardı. Bunları göz önünde bulundurduğumuzda, sempozyumun beklenen ilgiyi gördüğünü düşünüyoruz.
Tuba Özkan: Sayı olarak da bir yoğunluk vardı. Normalde sempozyumlarda bir iki oturum olur. Beş on kişi konuşur ve sempozyum biter. Ama Kaos GL'nin sempozyumu, sayı olarak da içerik olarak da çok yoğun ve genişti.
Türkiye'deki eşcinseller olarak düzenlediğiniz sempozyumun "cesaretli bir girişim" şeklinde değerlendirilmesini nasıl yorumluyorsunuz?
Ali Erol: Aslında bu bir yönüyle doğru. Ama bir yönüyle, "cesaretin" özel olarak altını çizmek bizim açımızdan çok da anlamlı değil. Çünkü bunun altının çizilmesi hem genel olarak eşcinsellerin, özel olarak da Kaos GL pratiğinin aslında görünmezden gelmesiyle de ilgili. Şöyle ki; Kaos GL grubu on yıldır, dergisiyle, kültür merkeziyle 1 Mayıs ve diğer toplumsal eylemlerdeki görünürlüğüyle zaten adım adım bu süreci inşa etti. Dolayısıyla sempozyum bizim için de, altı aylık bir hazırlığı göz önünde bulundurduğumuzda, gerçekten olağanüstü bir adım. Ama bu sürecin içinde ele aldığımızda; "bundan doğal ne olabilir ki?" dedirtecek bir adım. Ve bu anlamda da ekstra özel cesaret gerektirecek bir şey değildi bizim için.
Umut Güner: Cesaretin olduğu tek yer bana göre, Kaos GL hareketinin kendisini tartışmaya açmasıydı. Kaos GL bu sempozyumda kendini tartışmaya açtı gerçekten. Öte yandan on yıldır dergi çıkartıyoruz, alanlara çıkıyoruz, kültür merkezimiz var. Bunun sonucunda böyle bir adımın gelmesi zaten bekleniyordu. O yüzden ben, sempozyumun sadece cesaretin bir ürünü olduğunu düşünmüyorum.
Ali Erol: Ayrıca şu da eklenebilir; "cesaret" vurgusuyla, yapılamayacak bir şeyi yapmış özel insanlarmışız gibi gösteriliyoruz. Bence bu çok da tercih edilecek bir şey değil. Tam tersine bizim hareketimizin ve mücadelemizin "normal dışına" itilmesi. Bu toplumun eşit bir parçası olma talebimizin marjinalize edilmesi ve birey olarak beceremedikleri ötekileştirmeyi bu sefer grup olarak ötekileştirmeye çalışma amacından besleniyor "cesaret" vurgusu. Sempozyumdaki tartışmaların bir çoğunu, biz zaten on yıldır yapageldik. Burada altı çizilmesi gereken nokta, bu sorunların adını koyarak, açıkça, tüm taraflarla ve tüm öznelerle birlikte kamuoyu önünde tartışıyor olmamız.
Sempozyumun son günü, Uluslararası Lezbiyen ve Gey Birliği Genel Sekreteri Kürşad Kahramanoğlu şunu söyledi; "Kaos GL bu sempozyumu yaptı, ama oldu bitti demesin. Aslında zavallı Kaos GL büyük bir yük altına girdi. Çünkü artık yapmaları gereken çok daha iş doğdu onlar için"... Kaos GL olarak bundan sonra neler yapacaksınız?
Ali Erol: Bu çok güzel bir nokta. Biz, sempozyumun hazırlık sürecinde akademisyenlerle ve sempozyum dolayısıyla bizimle iletişime geçen insanlarla konuşurken, pek çoğuna şunu söyledik: "Şu tarihlerde bir sempozyum yapacağız, ama bu iletişim iki günden ibaret kalmayacak. Biz istiyoruz ki bu sempozyumdan sonra da devam eden bir etkileşime dönüşsün."
Tuba Özkan: Yani her zaman "siz yapın biz görelim" mantığından sıyrılıp, "hep beraber ne yapabiliriz" diye tartışmak gerek. Onların da kendilerini içine katmaları lazım. Akademisyenler veya yazarların da kendilerini bu sürece katmaları lazım. Sempozyumun çerçevesini de bu şekilde çizdik.
Ama sempozyumda akademisyenlere yönelik eleştiriler yapıldı. Eşcinselliğin akademisyenler için bir araştırma nesnesi haline dönüştürüldüğünden yakınıldı...
Ali Erol: Bir iki hafta önce İstanbul Bilgi Üniversitesinde de "Eşcinsel Aktivistler ve Akademisyenler Buluşuyor" adı altında bir günlük sempozyum organize edildi. Bunu İstanbul'daki eşcinsel aktivistler ve Bilgi Üniversitesi ortaklaşa organize etti. Lambda İstanbul bunu tek başına üstlenmedi. Orada da Kaos GL kendisini tanıtırken bunun altını çizmişti. Yani artık yadsınamaz bir şekilde eşcinsellik realitesi kendini ortaya koydu...
Şimdiye kadar pek çok alanda olduğu gibi eşcinsellik alanında da söz ve bilgi üretimi, akademinin sınırlarları içinde kaldı. Özellikle, eşcinselliğe dair söz hakkını, bilimin devraldığı dönemden itibaren, tıbbın ve bunun bir alt kolu olan psikiyatrinin daha sonra psikolojinin egemenliği alanında oldu, bilgi üretim süreci.
Kaos GL'nin düzenlediği sempozyumda eşcinsellik ilk defa realitenin özneleri tarafından, bizatihi eşcinseller tarafından organize edildi. Bu alanda bir söz üretilecekse, psikiyatr ve psikologların ya da kendini bu alanın uzmanı kabul eden kişilerin kendi başlarına ve kendi bildikleri gibi değil, doğrudan özne konumunda olan eşcinsel bireylerle birlikte bilgi üretmek aşamasına gelindi. Bu anlamda, pek çok akademik alandan ilginç tepkiler geldi.
Konya Selçuk Üniversitesinden, Dicle Üniversitesine kadar pek çok üniversiteden tebliğ gönderme anlamında bir yaklaşım gördük. Bununla birlikte bazı akademisyenler sempozyumun Kaos GL tarafından organize edilmesinden hareketle, "Oo modernleşiyoruz!" diye tepki gösterdiler. Bu girişimimizi bir had bilmezlik olarak değerlendiren akademisyenler de çıktı...
Sempozyum sırasında Ayşe Düzkan, eşcinsel hareket içinde lezbiyenlerin geylerden farklı bir konumda olduğunu savundu. Ona göre geyler hâlâ erkeklikten tam olarak kurtulamamışlar ve dolayısıyla da lezbiyenlerin kadın hareketine yaklaşmaları gerekiyor. Gerçekten gey ve lezbiyenlerin mücadele alanları farklı mı?
Tuba Özkan: Lezbiyenlerin kadın hareketine daha yakın olması gerektiği fikri, aslında Türkiye'ye özgü bir şey değil. 1970'lerden sonra, dünyadaki ve Türkiye'deki feminist hareketle çok bağlantılı. Radikal feminizmin ortaya çıkması lezbiyenlerle birlikte oluyor. Radikal feministlerin öncüleri aslında lezbiyenlerdir. Öte yandan 1994'te Kaos GL sürecinde bir tane lezbiyen yoktu. Ama lezbiyen yokken bile, Kaos'u lezbiyen ve gey kuruluşu olarak kuruldu... Eşcinsel hareket içinde lezbiyenlerin geylerle birlikte hareket etmesi bence kendi varoluşları için çok önemli...
Ali Erol: Ayşe Düzkan'ın altını çizdiği noktadan, bana öyle geliyor ki bir ideolojik önyargı da tespit edilebilir. Ben, kadınların, erkeklerin, feministlerin, geylerin lezbiyenlerin, Kürtlerin vs. tornadan çıkmış gibi tek biçim toplumsal kategoriler olduğunu düşünmüyorum. Şüphesiz ki, ortak paydalar var. Ama bu ortak paydaları değerlendirirken dikkat etmemiz gereken bazı şeyler var.
Feminizmden öğrendik ki, erkek egemen bir toplumda yaşıyoruz. Eşcinsel erkekler de bu erkek egemen kültürün içinde şekillendikleri için aynı ideolojiyi taşıyabilirler. Ama bu, eşcinsel erkekler için de "sonuçta erkek değil mi?" diye bir yargıyı otomatikman haklı kılmaz. Bundan dolayı "lezbiyenlerle geyler, cinsel yönelimleri dışında hiçbir ortak paydası olmayan iki toplumsal kesim, dolayısıyla bunlar nasıl yan yana durabilirler" sorusunun doğru olmadığını düşünüyorum.
Bu gün lezbiyenler tam da o erkek egemen ideolojiye karşı mücadele eden feminist heteroseksüel kadınlar arasında barınamadıkları için geylerin yanında yer alıyorlar. Bu gözden kaçırılıyor . Tuba, heteroseksüel feminist bir kadın olarak mesela eşcinsel hareketin içinde. Bu da bence iyi bir örnek olarak gösterilebilir.
Basının sempozyum sürecindeki tutumuna gelelim şimdi de. Sempozyumun ilk günü ile ilgili gazetelere çok farklı haberler yansıdı. Mesela Sabah gazetesi, "gey ve lezbiyenler kapıştı" şeklinde bir haber geçti. Sempozyum sırasında ne oldu tam olarak, gerçekten böyle bir şey yaşandı mı?
Ali Erol: Doğrusu bu çok ucuz bir asparagastı. Bunun muhabirin sosyal zekasıyla ne kadar ilgili olduğunu, sayfa editörünün on beş yıl önceden kalan basının eşcinsellere yaklaşımıyla ne kadar ilgili olduğunu bilemiyoruz. Çünkü bu haber, "salonda izleyici olarak bulunan kadın ise lezbiyen, erkekse geydir" noktasından hareket ediyordu.
Salonda lezbiyenlikle ilgili tartışmayı açan Ayşe Düzkan, bildiğimiz kadarıyla heteroseksüel bir feminist. Lezbiyen değil yani. Dolayısıyla çarpıtmanın dışında, teknik de bir yanlış var. Lezbiyen ve geylerin birbirine girmesi mümkün değil. Zaten Kaos GL karma bir örgüt. Lezbiyen ve geylerin oluşturduğu, heteroseksüellerin ve diğer yönelimlerin de katılabildiği bir örgüt. Ve bu sempozyumu biz zaten geyler, lezbiyenler ve heteroseksüellerle birlikte organize ettik. Bütün süreçte bir ortaklaşma söz konusu.
Tuba Özkan: Gazetenin "eşcinseller bir araya geliyor" başlığı da aslında sorunlu. Yani orada yalnızca eşcinseller bir araya gelmiyor ki. En azından bir oturumu izlemiş bir muhabir, bunu yazmaz. Bu ya bilinçli olarak yapılıyor ya da gerçekten bu konuda hiç bilgileri yok. Eşcinsellerin yanında heteroseksüeller de oradaydı, her yönelimden insan vardı...
Sempozyumda gazeteci Murat Çelikkan, basının bu konuda eğitilmesi gerektiğini söylemişti. Basın bu konuda çok mu eğitimsiz, yoksa kasıtlı olarak mı çarpıtma haber yapılıyor sizce?
Tuba Özkan: Bence tamamen önyargılarıyla haber yapıyorlar. Bugüne kadar eşcinsellere yönelik önyargılı tutumları, haberlerinin eksenini belirliyor.
Ali Erol: Sempozyumu iki gün boyunca izleyen basın, aslında kendi mantığına uygun bir açık bulamadı. Açık bulamayınca da tabii çarpıtarak haber yaptı.
Ama yine de iyi ya da kötü, sempozyum basında yer buldu. Bu da sizin açınızdan olumlu olarak değerlendirilemez mi?
Ali Erol: Bence her şeye rağmen, tüm o üçüncü sayfa zihniyetine rağmen, sizin de belirttiğiniz gibi çok iyi bir gelişme yaşandı. Basını bir bütün olarak iyi ya da bir bütün olarak kötü diye hiçbir zaman değerlendirmedik.
Tuba Özkan: Evet aslında elimize bu anlamda da iyi bir imkan geçti. İleriki süreçte de bize çok faydası olacaktır basının. Basınla ilişkileri farklı bir üslupla sürdürmek gerekiyor...
Umut Güner: Basının şöyle bir önemi de var; halen Anadolu'da veya Ankara'da, Kaos Kültür Merkezinden, Kaos GL dergisinden haberdar olmayan ve kendi kendini baskılayan eşcinseller var. Evlatlarını eşcinsel olduğu için baskılayan aileler var. Bunlar, televizyonda veya gazetede şunu görecekler; burada otuz kişilik bir eşcinsel grubu, işte şu şu şu akademisyenle beraber, Çankaya Belediyesinde, Türkiye'nin başkentinde eşcinselliği tartışıyor.
Bu durum, ailelerin de zihninde bir soru işareti yaratacaktır. Kendini yalnız hisseden, ne yapacağını bilemeyin, "Ben sapık mıyım?" diye kendilerine soran eşcinseller için de çok önemli bu etkinlik. Bunu unutmamak gerekiyor. Aynı şeyi, sempozyum öncesinde, "salona medya girsin mi girmesin mi" tartışmasında da yaşadık.
Sempozyum öncesinde bunu tartıştınız mı?
Umut Güner: Evet sempozyum öncesinde bunu tartıştık. Ve medyanın orada bulunmasının da bir imkan olduğu sonucuna vardık. Bunun sayesinde bir sürü eşcinsel bizden haberdar olacak, bir sürü eşcinsel ailesi bizi tanımış olacak.
Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi'nde, iki günlük sempozyum sırasında bazı gazeteciler eşcinsellerden, el ele tutuşup poz vermeleri istemişti...
Umut Güner: Ya, orada akademisyenlerle, aktivistle birlikte, eşcinsellerin sorunları ve toplumsal barış için çözüm arayışları gibi ciddi bir başlık altında sempozyum yapılıyordu. Basının ise bizden istediği, on beş yıl önceki tavrından farksızdı. Yani "el ele tutuşun ve biz de sizi çekelim". Ama biz bunu reddettik. Bunu on beş yıl önce de reddetmiştik. Orada sempozyumun bizatihi kendisinin haber olması gerekiyordu.
Peki bundan sonra "basını bu konuda eğitmeye yönelik" neler yapmayı planlıyorsunuz?
Ali Erol: Doğrusu bazen, acaba basın için, orta vadeli bir süreçte, "homofobiden arınma seminerleri" organize edebilir miyiz diye düşündüğümüz oluyor. Ama benim kişisel inancım şu ki, medyadaki bu homofobik yaklaşımların birazı, gerçekten, ilgili gazetecilerin cehaletinden kaynaklanıyor. Öte yandan, aynı yayın grubunun "A" gazetesi haber gibi haber yaparken, "B" gazetesi haberi çarpıtabiliyor. Ama onun dışında, basın da her şey gibi değişiyor, dönüşüyor. İflah olmaz birkaç yaklaşımı bir yana bıraktığımızda, basının hayli ilerlediği söylenebilir. Yani durum o kadar da korkunç değil bize göre. Bu, eşcinsel hareketin durumundan da bağımsız değildir zaten...
Gelecek yıllarda da buna benzer sempozyumları düzenleyecek misiniz?
Ali Erol: Sempozyumu ilk duyurduğumuzda, "sempozyumda ana konular" başlığı altında onlarca konu belirledik. Fakat bunların ancak dört beş tanesini ele alabildik. Duyurduğumuz konuların çoğu, başlı başına bir sempozyum konusu.
Ne gibi konular mesela?
Ali Erol: Örneğin "ergen eşcinsellerin psiko-sosyal sorunları", "eşcinsellerin ebeveynleriyle yaşadıkları sorunlar ve kırılma noktaları" konularını ele alamadık. Bu yıl, kafalarında onlarca soru ve önyargıya rağmen pek çok arkadaşımızın ailesi bu sempozyumu takip etti. Kimisi ağladı, kimisi heyecan duydu, kimisi kafasında onlarca soruyla geri döndü. Ailelerimizin yaşadığı sorunları başlı başına bir konu olarak masaya yatırmamız ve bunu birlikte tartışmamız, ayrıca ailelerimizin birbiriyle tanışarak kendi aralarında bir örgütlenme sürecine girmesi hedeflerimizden birisi. Biz bunu bu yıl hiç ele bile alamadık.
Sempozyum sırasında bir transseksüel, asıl kendilerinin toplumsal baskıya maruz kaldıklarını, ancak bu sempozyumda kendi sorunlarına değinilmediğini söyledi. Hatta eşcinsellerin toplumsal bir sorunlarının olmadığını iddia etti. Benim de merak ettiğim bir şeydi bu, neden sadece gey ve lezbiyenlerin sorunları? Transseksüeller ve travestileri neden gündeme almadınız?
Ali Erol: Aslında transeksüel arkadaşımız Okşan'ın bu konuya dikkat çekmesi, sempozyumda bu konunun ele alınış şekliyle de ilgili olabilir. Çünkü sempozyumda, özellikle ikinci gün transeksüellikle ilgili iki tane tebliğ, bir tane tanıklık ve ayrıca tartışmalar söz konusuydu. Yani bu sempozyumda travesti ve transeksüellerin sorunları ele alındı. Ama biz 'gey ve lezbiyenlerin sorunları' derken, travesti ve transeksüelleri dışlamak için bunu demiyoruz. Transeksüel arkadaşımız orada "transeksüellerin sorunları var, gey ve lezbiyenlerin ne sorunu var ki" diyordu. Bu, tarafların birbirini tanımamasından ve karşılıklı önyargıların yeniden üretilmesinden de kaynaklanıyor.
Çankaya Belediyesinin, talebinizi kabul ederek , Çağdaş Sanatlar Merkezi'ni hizmetinize sunması, resmi bir kurum olması itibarıyla çok önemliydi gerçekten...
Ali Erol: Şimdiye kadar konferanslar ya da sempozyumlar, ya otellerde ya da üniversite kampuslarında olur. Biz Çağdaş Sanatlar Merkezini, yani Ankara'nın göbeğinde, toplumun her kesiminden insanın rahatça gelebileceği bir mekan olmasından dolayı tercih ettik. Ve bize bu mekanı Çankaya Belediyesi en küçük bir tereddüt göstermeden, tüm imkanlarıyla sundu.
Bu anlamda Çankaya Belediye Başkan yardımcısı Yüksel Işık'a ve Çankaya Belediyesine teşekkür ediyoruz. Ama Çankaya Belediyesi, bir etkinliğe mekan vermenin ötesinde, eşcinsellerin yaptığı bir etkinliğe mekan vermesi her anlamda önemliydi. Bu sadece medeni bir cesaret göstergesi değil, toplumun demokratik açılımı için de anlamlıdır. (BB/NK)