Anılar için söylenecek bir söz yok, onlar yazıldığı gibi. Savaşları anlatan kitaplar bakımından ise dünya literatürünün en zayıf halkasına sahip olduğumuz aşikâr.
Peki durum neden böyle? Bu sorunun yanıtım bulmak kolay değil. Sabancı Üniversitesi'nden tarihçi Prof. Halil Berktay da ulusal tarihimizdeki önemli yerine rağmen Çanakkale literatürümüzün "bir felaket" olduğu görüşünde.
Halil Berktay'ın Çanakkale merakı iki sebepten kaynaklanıyor. Birincisi mesleği, ikincisi ise ailesi. Dedesi bugün adlarına bir şehitlik bulunan Hasan-Mefsut'un astı olarak aynı tabyayı yönetmiş. Yani bir Çanakkale gazisi.
Prof. Berktay, her yıl Sabancı Üniversitesi'nden bir deniz otobüsü dolusu öğrenciyi Çanakkale'ye götürüyor ve savaş alanında gezdirerek tarihi öğretiyor.
Çanakkale Savaşı'nın ulusal kimliğimiz bakımından önemi nedir?
Çanakkale Savaşlarının toplumsal izlerinin İstiklâl Harbi'nden daha yoğun olduğu söylenebilir. İstiklâl Harbi, Cumhuriyet'in kurulmasını sağladığı için boyutları giderek büyüyen bir resmi devlet anlatımının konusu haline gelmiştir. Çanakkale etrafında çıkan türküleri, hikâyeleri filan düşünürsek Çanakkale Savaşlarının popüler kültürde bıraktığı izlerin İstiklâl Harbi'nden daha derin olduğunu söyleyebiliriz.
Türkiye'nin tek ve merkezi bir ulusal tarih müzesi bile yok, ama eğer olsaydı bence en büyük bölümlerden birini Çanakkale oluşturmalıydı. Yarattığı etki, yarattığı travma bakımından bu gerekli. Bir nesil Çanakkale'de ölmüştür. Öte yandan da Çanakkale'de dövüşmüş insanlar kazandıkları muazzam tecrübeyle İstiklâl Harbi'nde de dövüşmüştür.
Peki Çanakkale literatürümüz nasıl?
Çanakkale'ye dair bilimsel literatürümüz tıpkı Çanakkale yarımadasındaki müzelerimiz gibi tek kelimeyle "felaket" durumdadır; döküntünün döküntüsüdür. Bir ulus, kendi ulusal tarihinin en önemli bir iki olayından birine herhalde ancak bu kadar kötü muamele edebilir.
Bakın önünüzde iki kitap yığını var. İngilizce olarak size dört-beş kitap getirdim. Bazıları üç aşağı beş yukarı aynı öyküyü anlatırken zevkle ve ilgiyle okunabilecek kitaplardır. Yani başlarsınız birinci sayfasından ne olduğunu anlayarak ilerlersiniz. 18 Mart 1915 Deniz Savaşı, öncesi, sonrası; Çıkartma Harekâtı'nın hazırlığı, Çıkartma Harekâtı, Çıkartma Harekâtı'nın hedefleri, muharebeler, nerede takıldı, nerede tökezledi, yanmada nasıl boşaltıldı...
Anlaşılabilir bir analitik anlatım söz konusudur. Şuradaki Türkçe kitaplara baktığınızda derli toplu ve anlaşılır bir kitap bile söz konusu değildir. Ya bölük pörçüktür, Çanakkale hatırdan diye derlemelerdir, ya Çanakkale Savaşları diye bir kitaptır ki, ben tarihçi olarak bunu kendimi zorlayarak, korkunç bir sıkıntıyla okudum. Genel okuyucu kitlesini düşünmek gerek.
Türkiye'de bugün bir lise mezununun, ya da üniversitede okuyan bir gencin, otuz-kırk yaşlarında bir insanın, "Yahu şu Çanakkale Savaşları neymiş, bunun püf noktalan neymiş, harekât hangi aşamalara ayrılırmış, Türk tarafında,
Antant devletleri tarafında hangi teknolojilerle yürütülmüş, dünya tarihindeki yeri nedir?" sorularına yanıt verecek kitap yok. Bunu sakin sakin anlaşılır bir şekilde anlatan, hamasetten arınmış bir kitap yok.
Bu kitapları yazanların bir kısmı asker kökenli araştırmacılar...
Askerlerin önemli bir kısmı, kendilerine öğretilen askeri anlatım tarzı içinde kuru askeri tarih yazmayı biliyorlar. Falanca alayın cephesi şuydu, filanca alayın cephesi buydu. Okuyucu için anlatma kapasiteleri yok. Yani sonunda haritalarla bezenmiş, günlük emirleri, telgraftan filan alıntılayan, sıkıcı metinlerle kalabalıklaşmış son derece kuru ve teknik anlatımlarla genel hamasi anlatımlar arasında hiçbir denge yok.
Peki hamasete kaçmadan savaş tarihi anlatmanın yolu nedir, kişisel hikâyeler anlatmak mı?
Hayır, bunu iyi tarihçilerin, adeta öğrencilerine ders verir gibi yazmaları gerekir. Yani iyi tarihçi ve iyi hoca olmak lazım. Bir de uluslararası konumda bir tarihçilik anlayışıyla yazmak lazım. Bir tarihsel olayı anlatıyorum, ben Türk de olabilirdim, İngiliz de Avustralyalı da. Bizimkiler Sadece ve sadece Türk'ün öyküsü olarak bakıyor konulara.
Yabana kaynaklar da zaman zaman kendi bakış açılarından bakıp, başkalarına haksızlık etmiyorlar mı?
Tabii ki ediyorlar. Ama bu haksızlıklar, yanlılıklar, odak kaydırmalar hadi diyelim ki yüzde onluk bir marj içinde...(CE/EÜ)