Hep bir ağızdan yazılıp inanılması istenmiş bir hikâyenin mağdurudur onlar. Renkli kutunun dizi senaryolarında en lüks arabalara binen, kadını döven, silahların konuştuğu bir dünyanın parçası olarak girerler hayatlarımıza.
Batının bir gecelik seyir zevkinin malzemesi haline getirilmesinden rahatsızlık duyulmaz. Toplum böyle bilip, böyle tanımalıdır bu insanları. Başlarına gelen onca şey kaderdendir: Yakılmış bir köy, yasaklanmış bir dil, parçalanmış bedenler...
Onların hayatları bilinmeyene endekslidir. Bilinmeyen bir dilde konuşanlar, bilinmeyen bir hayata isyan ederler.
Her şey yaralı bir zamana doğru yol alırken bütün gözler görmemeye yeminlidir. Yaşanmış onca şey bir safsatadan ibarettir.
Anlatmaya çalıştıkça yaralı, anlatmaya çalıştıkça ötekidir. Bilinmeyenle başlayan hayatlarına birde zorunlu sözcüğü eklenir.
Zorunluluk sözcüğünün yarattığı yaşanmışlık, hayatları üzerinde kara bir gölge olarak dolaşmaktadır artık. Bununla yaşamaya alışmalıdır yâda terk etmelidir bu diyarı.
Kara bir gölgenin batıdaki anlamı ''onların güvenliği için köyler boşaltılmıştır''.
Ölen, dipçiklenen, bedenleri parçalanan, kurşunlanan, köyleri yakılıp yıkılanların güvenliğidir yaşananlar.
Ölmüşse, dipçiklenmişse, köyünden edilmişse bir sebebi vardır. Acıya, haksızlığa maruz bırakılması değildir yanlış olan, yanlış olan şey bilinmeyen bir dili konuşan halkın bireyleri olarak dünyaya gelmiş olmalarıdır.
Bir masal anlatılır bu insanların hayatları üzerinden. Farklılıklar bu ülkenin mozaiğidir sözüyle başlar anlatıcı.
Herkes kardeştir bilinmeyen bir dil haricinde. Herkes kardeştir ırk bağıyla bağlı olduğunda. Herkes kardeştir bütün yanlışlarına rağmen onun gibi düşünüp, onu eleştirmediğinde.
Kardeşliklerimiz bir fikrin kabul edilebilirliğinde var olmaktadır. Filistin de din kardeşliğimiz yeni doğan çocuklara koyulan adların, dost ülke açıklamalarında büyümektedir.
Ceylan Önkol'un bedenini parçalayan bomba din kardeşinin bedeni parçalamamıştır.
Uğur Kaymaz'a sıkılan kurşunun neden sıkıldığını sorgulamaya bile gerek yoktur. Önceden yazılmış bir senaryonun kurbanıdır onlar.
Ayağında terlikleriyle saatlerce girilmiş amansız bir çatışmanın azılı katili, örgüt üyesidir.
On üç yaşında boyu kadar bir silahla çatışmaya girmiş bir örgüt üyesi. Yaşı kadar bedenine kurşun sıkılmış bir çocuk olarak kabul edilmesi imkansızdır.
Onun sırtındaki terdir TMK suçlusu olarak mahkeme kapılarında görünmesine neden. Avuçlarındaki taş izi çalınmış bir ömrün öfkesidir ama kabul edilebilirliği yoktur.
Suçludur, çünkü o öteki olarak tanımladıkları bir ırka mensuptur. Köşesinden, kürsülerinden seslenir birileri: ''Her şey güllük gülistanlıkken ülkemizde, onlar birilerinin akıllarını çelmesiyle sokağa dökülmektedir.''
Onlar düşünemez, onlar sorgulayamaz, onların attıkları oyların bir değeri yoktur. Yoksulluklarına, ekonomik şartlarına değil de neden bunun için sokağa döküldüğünü sorar birileri?
Çocuğuna anadilinde isim koyma hakkının elinden alınması rahatsızlık yaratmaz.
Kendi köyünün adını kendi dilinde telaffuz etmeye hakkı yoktur.
Geride atalarının mezarlarını bırakıp gitmek zorunda bırakılmalarının ne kadar acı bir durum olduğunu kimse anlamak istemez.
Onlar barışı isterken de suçluydu, düşüncelerini dile getirirken de suçlu. Cansız bedenleri sokak ortasında boylu boyunca yatarken adının önüne bölücü sözcüğü eklenilmesinden de rahatsızlık duyulmamasının izahı yapılabilir mi?
Yaşarken payına sürgünlük düşen onlar, öldüklerinde cansız bedenlerinin üzerine örtülen sürgünlüğü de kabul etmeliler.
Onlar barışı isterken de suçlu, düşüncelerini dile getirirken de, ölürken de. Kan damlıyor sözcüklerden, ölülere kimlikler giydirmekten bıkmıyoruz.
Kendi ölülerine gözyaşı dökmeyi doğal karşılayanlar öteki diye tanımladıkları insanların kendi çocuklarının cenaze törenlerine katılmayı çok görüyor. Çalınmış bir ömür, yitirilmiş hayatlar... (MK/BA)