Medimagazin’de yer alan habere göre bir hastanenin acil servisinde görev yapan doktorlar, çevik kuvvet üniformalarını giyerek hastalarını muayene etmişler. Hastanenin başhekimi konu hakkında yaptığı açıklamada, meslek grubu olarak kendilerini emniyete çok yakın hissettiklerini vurgulayarak, “Genellikle birlikte hareket ediyoruz. Bizler vatandaşlarımızın sağlık huzurunu sağlamak arzusundayız. Emniyet güçlerimiz de sosyal huzuru ve can güvenliklerini sağlamaya çalışıyor. Bizler birer sağlık polisiyiz. Emniyet güçlerimizin yanında olduğumuzu göstermek için böyle bir karar aldık. Bugün polis tişörtlerimizle hizmet veriyoruz” diye konuşmuş.
Onca yıllık hekimim. (Mesleki) Yaşamımın hemen her bir anında “öteki”ne söz söylemeden önce kendim(iz)e bakmayı temel dert sayarım. Bu nedenle meslek uygulamalarımıza da eleştirel yaklaşmaya hep gayret ettim. Hemen her zaman biz hekimlerin de insan olduğunu hep hatırlayarak öfkelenmemeye ve öfkesiz bir dille özeleştirel söz söylemeye çalıştım.
Ama emin olun bu haber kadar çaresiz kaldığımı hiç hissetmedim…
İstanbul’daki terör saldırısında şehit olan çevik kuvvet polislerini anmayı ve yaralanlara destek olmayı anlayabilirim. Bunun için insanların ve elbette insanı konu edinen hekimlerin acıyı paylaşmasını ve toplumla birlikte yas süreci yaşamasından onur duyarım. Dahası bu tutumu çoktandır sağlık alanında kaybettiğimiz insanı yeniden keşfetmeye yönelik mütevazı bir katkı olarak yorumlarım. Bu nedenle böylesi bir tutum geliştiren meslektaşlarımla gurur duyarım.
Ama bu değil dostlar... bu değil!
Neden bu değil…
Her şeyden önce biz hekimlerin önlüğünün rengi beyazdır: yani gri, lacivert ve haki tonlarını da bünyesinde barındıran en kapsayıcı renktir.
Önlüğümüzün beyaz olmasının bir nedeni işte bu kapsayıcılıktır. Ne olur bu bütünlüğü ve geniş kapsayıcılığı renklerimizden birisine indirgemeyelim. Çünkü mesleğimiz tek renk değildir. Aksine çok ama çok renkli bir ebemkuşağıdır.
Daha önemlisi biz emniyetle birlikte hareket etmeyiz. Çünkü hekimlik mesleği önce insanı ve hastayı önceler. Bu nedenle biz insanlara emniyet mensuplarının doğası gereği yaptığı gibi kriminal bir vaka olarak yaklaşmayız. Aksine tam aksine -yine onlar gibi mesleğimizin gereği olarak- suçları ne olursa olsun herkesi “hasta” diye tanımlarız. Yani emniyet ve sağlık mensupları, kendi mesleklerinin gereği olarak masanın zıt tarafında yer alırlar: hem bu ülkede hem de dünyanın dört bir yanında.
Ve dahası biz de insan olduğumuzu hiç unutmayız. Bu nedenle karşılaştığımız kişiye her ne nedenle olursa olsun böyle davranamayacağımızı hissedersek görevimizden affımızı isteriz. Ama hastayı da ortada bırakmayız, ona sırtımızı dönmeyiz. Aksine onu, anasının ak sütü gibi hak ettiği bu yaklaşımı sunabilecek bir meslektaşımıza emanet ederiz.
Dahası emniyet mensuplarının aksine hekimlik mesleğinin varoluşunda başka türlü bir hüküm sadrolunduğu için yeri gelir bir madde bağımlısını ya da toplumun hiç kabul etmeyeceği bir suçluyu yakalamayız. Dahası o “hasta”yı, görevleri gereği o “suçlu”yu yakalamakla görevli olan emniyet mensuplarına ihbar bile etmeyiz. Aksine tedavisinin gereği için sırrını sırrımız biliriz. Ölümüne susarız. Dünya yıkılsa ser verir sır vermeyiz. Yeri gelir mahkemede tanıklığı bile reddederiz bu nedenle.
Dahası biz sağlık polisi hiç değiliz. Kahrolası kapitalizmin daha çok kazanç sağlamak uğruna hepimizi “sağlık polisi” yapmaya çalıştığı doğrudur. Ama olamayız, olmamalıyız. İnsanların ne yiyeceğini, ne süreceğini, nasıl nefes alacağını, ne kadar yürüyeceğini falan belirlemeyiz, belirlememeliyiz. Herkesi emniyet mensupları gibi izlemeyiz, fişlemeyiz. Oraya buraya bildirmeyiz, bildirmemeliyiz.
Olsa olsa onları önemsediğimiz için sağlıklı yaşayabilmeleri için onlara tavsiyelerde bulunuruz. Haddimizi biliriz. Yok aslında bilmeyiz de bilmeliyiz.
Ama o kadar: ötesi yok. Biz polis gibi kişiyi ve toplumu “gözaltı”na almayız, almamalıyız.
Çok daha önemlisi, biz hekimler olarak savaşmayız. Hiçbir koşulda hekim olarak elimize silah almayız. Kimseyi yaralamayız, öldürmeyiz, zarar vermeyiz. Kuşkusuz kişisel olarak herkes gibi bir yerlerden yana taraf oluruz ama mesleki olarak (savaşan) taraflardan birisinin yanında durmayız. Savaşta bile “düşman” denilen “hasta”ya sağlık hizmeti sunarız. O nedenle üstümüze başımıza herhangi bir yerden taraf olduğumuzu gösterecek bir alamet takmayız. Takmayız ki; herkes rahat ve eşit hissetsin kendisini bizim karşımızda. Takmayız ki; hekimler arasında kişisel olarak politik ve ideolojik farklılıkların bu mesleğe sirayet etmediğini anlatmak isteriz tüm topluma…
Ve gerekçesi ne olursa olsun ölümü, savaşı, çatışmayı reddederiz.
Çünkü biz, Hipokrat’tan bu yana yaşamdan yana taraf olduğumuz için ölmemeye ve öldürmemeye yemin ederiz.
Sözün sonu
Kuşkusuz mesleğimizin anlamının böyle olması bunu layıkıyla başarabildiğimiz anlamına gelmiyor: hele ki bu topraklarda. Zaten bu nedenle ilk vicdani retçimizin hekim olması da, mesleki militarizm nedeniyle bu topraklarda hekimlik yap(a)maması da gayet anlaşılır ama kabul edilemez bir durumdur bu topraklarda…
Ama emin olun bu kadarı da olmamıştı (ya da ben hatırlamıyorum).
Çanlar hepimiz için çalıyor: eğer yaşadığımız çatışma ortamı beyaz rengi bile kirletme noktasına ulaşmışsa şimdi barış ve kucaklaşmanın zamanı demektir. (OE/YY)