Ekonomik kriz ve artan derin yoksulluk etkilerini yeni eğitim öğretim yılında göstermeye devam ediyor. Veliler okul masraflarını karşılayamadıklarından, gençler ise geleceksizlikten yakınıyor.
Geçtiğimiz hafta Taksim’de okul önünde konuştuğum veliler, liseye giden çocuklarına verdikleri harçlıkların kantinden alışveriş yapmaya yetmediğini söylüyordu.
“Liseye giden oğluma günlük 100 lira veriyorum. ‘Oğlum 100 lira yerine 50 lira versem olmaz mı?’ diyorum. Bana kızıyor. 'Anne 50 liraya bir tost bile almazsın, nasıl yetecek bana bu para' diyor. Küçüğüne evden yemek koyuyorum da lisedeki kabul etmiyor. Utanıyor evden yemek götürmeye.”
Kantin fiyatlarını yerinde görmek için İstanbul Pendik’in yoksul bir mahallesinde bulunan anadolu lisesine gidiyorum. Küçük bir bahçesi olan bu okulda 1700 öğrenci eğitim görüyor. Teneffüs ziliyle adım atacak yer kalmayan bahçeye baktığınızda okulun kapasitesini oldukça aştığını fark edebilirsiniz. Ayrıca 40 kişilik sınıflar olmasına rağmen yetersiz derslik açığı giderilmek için resim ve müzik sınıfları kapatılmış.
Kalabalığın arasından öğrencileri geçip fiyatlara bakmak için kantine doğru çıkıyorum. Birinci katta yer alan kantine ulaştığımda havasız, küçük, karanlık bir kantinle karşılaştım.
Köşede bir masaya oturup teneffüsün bitmesini, öğrencilerin dağılmasını beklerken kalabalığa şaşıyorum. Daha öğle arası olmamışken bile kantin oldukça hareketli. Küçük kantinde yer kalmayınca bir öğrenci, masaya oturmak için izin istiyor. Sessizce ‘pizza tostu’nu yerken, sohbet etmeye başlıyorum.
- Yemekler güzel mi?
- İdare eder.
- Nasıl bari doyurucu mu?
- Eh işte.
- Fiyatlar nasıl peki?
- Çok pahalı abi.
Bu kısa sohbetimizde tek net cevap, fiyatların pahalılığı üzerine oluyor. Ders zili çalınca, kalan tostun yarısını iki ısırıkta bitiren genç derse koşuyor.
“Çoğu artık evden yemek getiriyor”
Öğrencilerin sınıflara dağılmasının ardından kantincilerle konuştum. Dört kişinin çalıştığı kantinde fiyatlar, İstanbul Kantinciler Esnaf Odası’nın belirlediğinin aşağı yukarı yüzde 25 altında. Söze, kantindeki öğrenci kalabalığını sorarak başlıyorum. Cevap olarak, ‘kuru kalabalık’ diyorlar. Benim ‘izdiham’ olarak gördüğümün aslında su, çay gibi ürünler almak için verilen mücadele olduğunu söylüyor 15 yıllık kantinci ve anlatmaya başlıyor.
“Öğrenciler artık yiyecek bir şey almıyor. Çoğu artık evden yemek getiriyor. O da öyle çeşit yemek değil, ekmek arası bir şeyler getiriyorlar. Bazen bizden poğaça alıyorlar o kadar. Okulda 900 öğrenci varken biz burada 6 kişi çalışırdık. Şimdi 1700 öğrenci var, 4 kişi çalışıyoruz.”
Kantin fiyatlarının esnaf odası tarifesinden düşük olduğunu söyleyince, “Ne yapalım, öğrenciler zaten alamıyor. Bir de bu fiyatlar daha düşük gramajlar için. Örneğin biz, 65 gram ekmek yerine 100 gram ekmek kullanıyoruz” cevabı alıyorum.
Her daim ülkenin ‘geleceği’ olarak nitelendirilen bu gençler okulda değil Meclis’te olsaydı 60 liraya tost yerine, ‘pilavlı dana kavurma’ menüsü de yiyebilirlerdi.
“Hayalim MESEM”
Çıkışta gruplar halinde dağılan öğrencilerin kimisi evlerine gitmek için otobüs bekliyor kimisi yaya olarak yola koyuluyor. Hemen eve gitmek istemeyen ve parkta sohbet eden öğrencilerin yanına gittim. Lise ikinci sınıfa giden öğrencilerden oluşan grupla sohbet etmeye başladık. Kısa bir hal hatır sorduktan sonra gazeteci olduğumu belirttim.
Önce gelecekte ne olmak istediklerini sordum. Sözü, 10 yaşından bu yana inşaatta çalıştığını belirten ve hatta kendini artık ‘usta’ olarak tanımlayan öğrenci alıyor.
“Okulda dersler çok fazla abi, bana bir faydası da yok. Ben zaten tesisat ustasıyım. MESEM’e geçmeyi düşünüyorum.”
MESEM’e geçme isteğini duyunca ufak bir afalladım. Ardından MESEM’lerde yaşanan iş cinayetlerinden ve oralarda yaşanan sorunlardan bahsettim. Aldığım cevap, “Ben zaten çalışıyorum abi, bir şey olmaz. Hem babamın yanında çalışacağım” oluyor.
“Okusak ne olacak abi, atanamayacağız ki”
“MESEM hayali”ni anlattan gençten sonra diğerlerine de tek tek ne olmak istediklerini sormaya devam ettim. Aralarında servisçi ve beden eğitimi öğretmeni olmak isteyenler var. Diğerleriyse bir hayalleri olmadığını söylüyor.
Beden eğitimi öğretmeni olmak isteyen genç, amatör bir kulüpte futbol oynadığı için beden eğitimi okumak istiyor ama ümitsizlikten dem vuruyor: “Okusak ne olacak abi, atanamayacağız ki.”
Diğer genç ise baba mesleğinden doğru servisçi olmak istediğini söylüyor. Üniversiteyi de “kağıt parçası” olarak nitelendirdiği diplomayı almak için okuyacağını belirtiyor.
Eğitimine devam edip etmeyeceği konusunda karar vermemiş olan bir diğer genç ise “Abi mezunlar geliyor okula, mühendis olmuşlar, üç kuruş para alıyorlar. Mezun olup üniversiteye gitmeyen, garson olanlar onlardan daha çok kazanıyor. Biz şimdi neden okuyalım ki?” diyor.
“Masraflar ailemizi çok zorluyor”
Gelecek hayallerinden sonra günümüze dönüyoruz. Konuştuğumuz öğrencilerin hiçbiri kantinden alışveriş yapmıyor. Fiyatların çok pahalı olduğunu, verdikleri paraya rağmen de doymadıklarını belirtiyorlar.
Okul masraflarının ailelerini zorladığını söyleyen bir genç, kantin fiyatlarından giriyor, ders kitaplarından çıkıyor:
“Okulda yemek yemiyorum. Bazen evden ekmek arası bir şeyler getiriyorum. Ailem sağ olsun, harçlığım bittikçe veriyor ama tüm okul masrafları onları çok zorluyor. En basitinden her sene okul kıyafet değiştiriyor. Bir pantolon 800 lira, tişört 450 lira. Bir şekilde aldık ama alamayanlar var. Mesela ders için kitap istediler, 3 bin 500 lira. Devletin verdiği kitaplar var. Neden onları kullanmıyoruz anlamıyorum.”
“Hayatımda hiç tiyatroya, konsere gitmedim”
Okulda birçok sorunla karşılaşan bu gençlerin okul dışında ne yaptıklarını da sordum. “Sosyalleşmek için ne yapıyorsunuz?” soruma “Parkta sigara, kola, çekirdek yapıyoruz” yanıtı verdi bir genç. Bir kafeye gittiklerinde kola içmeye dahi parasının yetmediğini söyleyen genç, “Hadi bir kez gittik, sürekli nasıl gidebiliriz ki?” diye sitem ediyor.
Konser, tiyatro, sinema gibi etkinliklere gidip gitmediklerini sordum. Kısa ve net bir cevap aldım: “Bizde öyle şeyler yok. Ben hayatımda hiç gitmedim. Gitmek istesem de param yetmez.”
(AD)