Yaşam kolay değil. Hele de sanatçılar için, hiç kolay değil... Yaşam insanlar için iki yönlüdür. Ya müdahil olursun ve kendi yaşamını kurmaya çalışırsın ya da müdahil olanların dayattığı, ki bazen zorla bazen de sezdirmeden yaparlar bunu, yaşamı kurcalamadan, sorgulamadan yaşarsın. Sanatçılar birinci gruptan yani, müdahil olanlardan, olmak zorundadır. En azından ben böyle bakıyorum. Bu yüzden de genelde sanatçının, özelde de şairin dolayısıyla şiirin politik olması gerektiğine inanırım. Bunun yaşadığımız zamana ve coğrafyaya göre çeşitli nedenleri de vardır. Bizim gibi Ortadoğu ruhlu ama Avrupa kılıklı bir coğrafi sosyolojide yaşıyorsanız hele, politik olmak kaçınılmaz geliyor bana. İşte Şair Halim Yazıcı’nın son kitabı Beraber ve Solo Ölümler tam da böyle bir yaratı.
Onun şiirlerine egemen olan genel izlek açısından baktığımızda, tam bir politiklikten söz edemeyiz. Ancak 'zaman cazı' ve zamanın ruhu da sizin peşinizi bırakmaz. Öyle olduğu için Beraber ve Solo Ölümler’de zamana hakim olan, yani doğası gereği politik olanla karşılaşıyoruz.
Halim Yazıcı daha öz şiir yazan bir şairdir. Şiiri bir araç olarak kullanmaz. Genelde şiir amaçtır onda. Fransız şairlerle 19. yüzyılın sonunda başlayan bu şiir anlayışı dünyanın şiir anlayışını da değiştirmiştir zaten. Bu şairlerden biri olan Paul Eluard’ın epigrafı bir dizeyle başlar kitap. “Günleri ve mevsimleri düşlerimize göre yeniden yaratacağız” dizesi alabildiğine politiktir.
Bizim şiir geleneğimizde bu politiklik var. Ancak zamanla bu politiklik ‘söylem’ini ve ‘söyleyiş’ini yani şiir dilini değiştirip dönüştüremediği, ayrıca Nazım’ı ve benzerlerini aşamadığı için etkisini kaybetmiş ve eleştirilmiştir. Zamanla da bu anlayış kendi mahallesinde bile ‘ötekileştirilmiş’tir, özellikle de ‘mahalle baskısı’ ile. Bu süreci hepimiz yaşayıp gördük.
Başa dönersem zamanın, coğrafyanın ve sosyo-ekonomik ve kültürel durumumuzun realitesi ile dayatması; bir de ‘insan’ olmanın sorumluluğu bizi bundan, yani politik olmaktan, alıkoyamamıştır. İşte bu kitap da, tam da bu söylediğim nedenlerin doğurduğu bir sonuçtur.
Biz öyle bir zamanda ve coğrafyada yaşıyoruz ki, göstergeler ve etmenler bizim politik olmamızı zorunlu kılıyor. (Tabi şiirimizde 80’lerde yaşanan savrulmalar ayrı bir tartışma konusu. O dönem bence iyi ve doğru evrilemeyen, savrulan bir dönemdir. Başlayan evrilme, kontrolden çıkmış ve iyi kanallara yeterince yöneltilememiştir.) Halim Yazıcı bu zorunluluğun nedenini kitabın ilk şiirinde söylüyor. “neden nedenisin şiirimin/ bir daha olma ölüm// bir daha nedeni şiirimin” İşte bu coğrafyada şiir yazmanın nedeni ölümse, biz de politik olmak zorundayız.
Ölümler yordu bizi. Bu ölümler bizi ya ehlileştirir ya da bilgeleştirir. Şiirler yazıldıkça bilgeleşiyoruz. Bu bilgelik şaire “neden yorgunum tanrım/ neden tanrım yorgunsun// neden ölüyorum durmadan/ neden durmuyorsun ey ölüm” dedirtiyor. Gerçekten de yaşadığımız sosyal-siyasal süreç de yorucu. Bu yoruculuk halkı, toplumu ehlileştirse de aydını, sanatçıyı huzursuz edip bilgeleştirmelidir. İşte Gülten Akın böylesi bir sürecin bilgesiydi.
Halim Yazıcı’nın Beraber ve Solo Ölümler kitabı, bir müzik formunun yaşama taşınması durumunun şiirleridir. Beraber ve solo şarkılar, türküler kültüründen, Beraber ve Solo Ölümler’e dönmüş bir cehennemden söz eder olduk, bunu en son gerçekleştirilen Ankara katliamını da aklımızdan çıkarmadan vurgulamak zorundayım. Bu kitabın adı ‘kara mizah’ değil, anlatamamanın, duyuramamanın, karşılık bulamamanın, çekilen sancının, acının ‘kara edebiyat’ıdır.
Berkin bizim Beraber ve Solo Ölümler’imizdi. Bizim yaşadığımız korkunçluklar o kadar gerçekti ki, gerçeğe dayalı bir anlatımla anlatılamazdı. O yüzden de gerçeğe sığmaz yaşadıklarımızın bıraktığı etkiler. Devreye düş girer, masal girer. Ve Berkin gerçeği, onun gibi daha niceleri, birer masala dönüşür anlatılarımızda. Çünkü bu gerçeği değiştirmek istiyoruz. Onun için, “Kaşlarımdan salıncak kurmak istedim/ kaşlarının ortasından vurulan/ adını bilmediğim çocuklara” demek zorunda kalıyoruz. Kısaca zamanın cellatları değişti; ama bizim ölümlerimiz değişmedi. İşte bunu değiştirmek için vardır şiir. “siyah bir kuğunun / beyaz tuşları(nı)” , “soma cazı”ında karşımıza çıkarmak böyle bir şeydir.
Beraber ve Solo Ölümler adının bir de ikincil okuması vardır. Bu ikincil okumada öne çıkan yön ise şairin bir çeşit tragedyasıdır. Daha özelidir. Daha içidir. Karşılık bulan, bulmayan aşkların Beraber ve Solo Ölümler’idir. Ama böylesi lirik, duygusal izlek bile ‘ölüm’le imgeleştirilerek aktarılıyor dizelerde, zamanın ruhuna uygun biçimde.
Halim Yazıcı çocukluğundan, gençliğinden, doğadan, doğasından şiirler çıkarırken bunları da sosyolojinin gerçekliği ile örtüştürerek şiirleştirmiştir. Tıpkı G. G. Marguez’in ‘Kolera Günlerinde Aşk’ındaki gibi zamandan ve mekandan bağımsız ele almamıştır. Aşkını da “bir papatyanın silahından fısıldıyor” bizlere. “zeytinlerin dilinden”, “seni bekliyorum / neresindesin ölümün” diyerek yeni ölümleri göze alıyor. Hatta “bir ölü çocuğun ıslak gözlerinden / öper gibi ölebilirim” diye sesleniyor aşka. Halim Yazıcı “bir caz şarkıcısı / saçlarını uçurduğunda nasıl // üflerse zamanı ellerinize” öylesine yüreğini uçuruyor kuşlarla zamana. Yani “cazdan bakıyor kalbi(n)me”
Bu izlekteki şiirlerde sözcüklerin ritim ve uyum olanaklarından, müzikten sıkça yararlanıyor şair. Birileri bize ‘caz yapma’ dese de Halim Yazıcı “caz yapıcaz çocuklar / gizli sokaklarına hayallerimizin” deme inadını gösteriyor. “Akşamları cazın teninde” büyümek, “nefes nefese nefesim nefesinle” veya “küçük bir gece müziği / sensiz ömrüm” ya da “ bir dizenin kucağında / ölüyorum. sen yoksun” kargış veya yakarışına, “anlatacaklarım var daha sana / senin de bana öleceklerin” derken “satır aralarına saklanan” şairin ömrünün çoook hikayesi var bu dizelerde. Halim Yazıcı o yüzden “ dizelerin gölgesine” sığınır, üşüse de. Çünkü şiir “zaman(ın) cazı”ında üşütüyor bizi.
Son söz olarak, toplumsal veya bireysel ( Halim Yazıcı’nın dizeleri ile söyleyeyim),
"Aşklarınızı kutsayın
olmayan ve ölmeyen.”
(AS/EA)