Topluluk kendi yaşam deneyimlerinden yola çıkarak Tiyatro Boyalı Kuş Üçlemesini yaratmış: "Ferhat ile Şirin", "aşk ihanet yalnızlık vesaire" ve "Dış Ses". Bu üçleme, kadınların "kurgusal yaşamlarını" geleneksel anlatıların, modern metinlerin ve yaşamların içinden farklı bir yaklaşımla irdeliyor.
Hal böyle olunca biz de, hazır sezon başlamamışken Tiyatro Boyalı Kuş'tan Jale Karabekir'e ulaştık. Sorularımız ve aldığımız yanıtlarla ortaya tiyatro, feminist tiyatro, Türk Ceza Kanunu (TCK), zina, eylem derken bu söyleşi çıktı. Türkiye'de feminist tiyatro yapan kadınların öyküsü...
Feminist tiyatro yapıyoruz
Tiyatro Boyalı Kuş'un hikayesiyle başlayalım. Nasıl bir araya geldiniz, kendinizi bir grup olarak ifade edip oyunlar sergilemeye tam olarak ne zaman başladınız?
Tiyatro Boyalı Kuş, Eylül 2000'de kuruldu. İlk başta grupta ben ve Zeynep Kaçar vardık. İkimiz de İstanbul Üniversitesi Dramaturji ve Tiyatro Eleştirmenliği Bölümü'nden mezunduk. Daha sonra aramıza aynı bölümden mezun Burçak Karaboğa katıldı.
İlk oyunumuz, "Ferhat ile Şirin", Ocak 2001'de İstanbul Sanat Merkezi (İSM) 2. Kat'ta sahnelendi. Bu oyundaki amacımız, bilinen bu masala feminist açıdan bakmak ve bu masalı Şirin'in gözünden anlatmaktı. Masalın içinde kaybolan, unutulan ya da önemsenmeyen kadın karakterini özneleştirmekti aslında. Ferhat'ın olmadığı yeni bir masal anlattık seyirciye, Şirin'in masalını.
2003'te "aşk ihanet yalnızlık vesaire" adlı oyunumuzu, 2004'te ise Duygu Erdoğan'ın da aramıza katılmasıyla birlikte "Dış Ses" adlı oyunumuzu sahneledik. "Tiyatro Boyalı Kuş Üçlemesi" böylece tamamlanmış oldu.
Jale, Zeynep, Duygu ve Burçak kendinizi biraz anlatır mısınız?
Zeynep, Burçak ve ben dramaturji mezunuyuz. Zeynep ayrıca Müjdat Gezen Sanat Merkezi oyunculuk mezunu, senaryo ve metin yazarlığı, dizilerde ve kısa metrajlı filmlerde oyunculuk yapıyor.
Burçak, on bir yıl Tiyatro Boğaziçi ve Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları'nda oyunculuk yaptı. Şimdi İstanbul Üniversitesi Tiyatro Eğitim ve Araştırma Birimi'nde çalışıyor, okullarda çocuklara yönelik tiyatro dersleri veriyor.
Duygu, Mimar Sinan Üniversitesi Oyunculuk mezunu. Beykent Üniversitesi Oyunculuk Bölümü'nde ders veriyor. Ben de Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde yüksek lisansımı tamamladım. Kadın gruplarıyla tiyatro çalışıyorum, alanım da Augusto Boal'ın "Ezilenlerin Tiyatrosu" teknikleri. Kısacası Tiyatro Boyalı Kuş grubundaki herkes birkaç işi birlikte götürüyor.
Dört kadından oluşmuş bir tiyatrosunuz. Yöneten- yazan- oynayansınız. Aranızda nasıl bir iş bölüşümü var ve nasıl bir süreç izliyor Tiyatro Boyalı Kuş kendi içinde?
Tiyatro Boyalı Kuş ilk günden beri kolektif bir çalışma içerisinde. Hiyerarşinin en aza indirgendiği bir yapıyı benimsemeye çalışıyor. Örneğin oyunların yönetmeni yok. Dışarıdan bir yönetmenle çalışmıyoruz ya da içimizden birini yönetmen yapmıyoruz. Ayrıca yazılı metinler de kullanmıyoruz. Kendi metinlerimizi kendimiz yaratıyoruz.
Bu da şöyle oluyor: Oyunun ne olması gerektiği üzerine konuşuyoruz hep beraber. Fikirler ortaya atılıyor. En önemlisi bizim ne gibi dertlerimiz olduğu üzerine yoğunlaşıyoruz. Yani Tiyatro Boyalı Kuş'un dert edindikleri ne bu hayatta? Kadın olarak, kadın tiyatrocu olarak?
Bunları konuştuktan sonra belli bir malzeme, bir tema, bir masal, bir anlatı seçiyoruz. Sonra kurgunun nasıl olmasına dair tartışıyoruz. Ve sahne metni bu tartışmalar sonucunda yazılıyor Zeynep tarafından. Yani metin yazılmadan önce dramaturjisi yapılıyor. Ama metin hiçbir zaman ilk yazıldığı gibi kalmıyor. Dramaturjisi tekrar tekrar yapılıyor, herkes fikrini söylüyor, metin son haline gelene kadar grup içinde tartışıp duruyoruz.
Prova aşamasında da kolektif yaratım söz konusu. Zaten metin üzerine daha önce çalıştığımız için, dramaturji çalışması yaptığımız için oyunculuk, reji gibi aşamalar da herkesin yaratıcılığına ve fikrine açık bir şekilde gelişiyor.
Oyunun en zor aşaması ise prodüksiyon. Yani oyunun gösterimi için yapılması gerekenler. Müzik, ışık, kostüm, dekor, afiş, broşür, basın... Bütün bunları beraber yapmaya çalışıyoruz. Yapılması gereken işleri sürekli konuşuyoruz, tiyatrocu ve farklı sanat dallarından arkadaşlarımız bizimle dayanışıyor. Onlarla iletişime geçmek, her şeyi zamanında bitirebilmek için canla başla çalışıyoruz.
Dört kişilik bir çekirdek ekip için prodüksiyon yapmak inanılmaz zor bir iş. Ama üç oyundur bunu başarıyoruz. Her sene yeni şeyler öğrenerek, her sene daha iyi bir prodüksiyonla seyirci karşısına çıkmaya çalışıyoruz. Biz genç ve küçük bir tiyatroyuz sonuçta.
Önemli olan, gruptaki herkesin Tiyatro Boyalı Kuş düşüncesini benimsemiş olması. Bizim grupta tanımlanmış statüler, iş bölümleri yok. Gerektiğinde dekor da boyuyoruz, ışık ayarı da yapıyoruz, sahneyi de süpürüyoruz. Eh, gerekiyor da...
Türkiye'de kadın bakış açısıyla tiyatro yapmak gibi bir hedefiniz olduğunu biliyoruz. Özel olan politiktir, düşüncesinden yola çıkarak önünüze koyduğunuz bu yolda nasıl bir güzergah izliyorsunuz?
Tiyatro Boyalı Kuş Üçlemesi, bizim bir tür manifestomuz gibi. Yani toplumsal cinsiyet rolleri üzerine ve de özellikle kadına biçilen roller üzerine farklı kurgularla seyirciye hep aynı şeyi söylemeye çalıştık: Farkına varmamız gerektiğini. Evet, kişisel olan politiktir. Biz de oyunlarımızda bunu göstermeye çalıştık. Benzer bir şekilde nasıl oyunlarımızı da kendimizden yola çıkarak, kendi düşüncelerimizden ve eleştirilerimizden yola çıkarak yaratıyorsak...
Bazı kavramsal karışıklıklar oluyor aslında, Türkçe'ye çevrilirken bazı kavramlar. Ben bu sloganı kişisel olan politiktir olarak algılıyorum. Çünkü biz kadınların yaşadığı ezilmeler, aşağı görünmeler, kadınlara biçilen roller, kadınların ayrımcılığa uğraması ve daha bir çok şeyler, evet bunlar kişisel olarak adlandırılıyor, oysa bunlar bizim ortak yaşadıklarımız.
İşte tam da bu yüzden kişisel olan politiktir. Çünkü bütün bunlar erkek egemen sistemin bir ürünüdür. Ve bizlerin kişisel olarak nitelendirdiği şeyler, aslında kadınların ortaklaştığı sorunlardır. Üçleme'de bunu farklı bir dille, tiyatronun diliyle söylemeye çalışıyoruz biz de.
Tiyatro Boyalı Kuş Üçlemesi: "Ferhat ile Şirin", "aşk ihanet yalnızlık vesaire" ve "Dış Ses".
Bu Üçleme'nin ana sorunsalı, toplumsal cinsiyetin kurgusallığı. Bu kurgusallık, "Ferhat ile Şirin"de olduğu gibi bir masalın, bu masalın içindeki kadın karakterin ve aşkın nasıl kurgulandığı ya da "aşk ihanet yalnızlık vesaire"deki gibi kadınların bu kurgusallık içinde kendi kimliklerini arayış ve sorgulayışları ya da "Dış Ses"teki gibi toplumsal kurguların içine nasıl hapsedildiği üzerine olabilir.
Toplumsal cinsiyet sosyal olarak kurgulanmıştır, biz bunu anlatmaya çalıştık, kadınlara rollerin nasıl biçilerek giydirildiğini. Bu çok önemli bir nokta: Çünkü toplumsal cinsiyet eğer sosyal olarak kurgulu bir yapıysa, durağan da değildir. Yani bunu iki türlü düşünebiliriz, birincisi bedenleştiği ve etkinleştiği sürece kendini var eder ve tekrar üretir. Öte yandan, bu kurgulu yapının görünür kılınması, seyirci tarafından fark edilmesi ve tartışmaya açılmasıyla da bu kurgular dönüşebilir ya da dönüşmesi için bir yol açılabilir.
Bu Üçleme'yle Tiyatro Boyalı Kuş, toplumda varolan kadın kimlik ve rollerini, toplumsal cinsiyet kurgularını ve baskın erkek egemen söylemini teatral metin ve biçemi kullanarak sorguluyor ve bir yandan da bunların kurgulanmış yapılar olduğuna, nasıl tekrar tekrar üretildiğine dikkat çekmeye çalışıyor. Tiyatronun kurmaca yapısı içinde, tiyatro sahnesinden bu kurgusallığı eleştirirken, seyirciyi fark etmeye ve dönüştürmeye teşvik etmeyi hedefliyor.
Çevrenizden nasıl tepkiler alıyorsunuz?
Bizim için her şeyden önemlisi seyircimiz. Tiyatro Boyalı Kuş'un bir seyirci kitlesi var, oyunlarımızı merakla bekleyen, kaçırmamaya çalışan ya da İstanbul dışından bizi takip etmeye çalışan, bize elektronik postayla ulaşan. Ufak da olsa bir kitlemiz var.
Biz özellikle oyun sonrası seyirciyle konuşmaya çalışıyoruz. Oyun biter bitmez fuayeye çıkıyoruz ve eğer seyirci bizimle konuşmak isterse orada bulunmak ya da onların tepkilerinin nasıl olduğunu anlamaya çalışmak için. Bu farklı bir diyalogu da içinde barındırıyor.
Tabii ki tiyatro canlı, yaşayan bir sanat. Reji, metin ne kadar belirli olsa da oyuncu ile seyirci arasında her oyun günü değişen bir enerji, bir etkileşim var. Genelde tepkiler olumlu oluyor. Örneğin, son oyunun, "Dış Ses"in finali seyircinin alımlamasına açıktı. Oyun bittikten sonra seyircilerin kendi aralarında oyunun finaliyle ilgili konuşması bizi çok sevindirdi. Bize gelip soranlar oldu, o iki kadına ne oluyor diye. Aralarında tartışmalar çıkıyordu, bir cevap arıyorlardı, ama cevap bizde değildi. Biz de bilmiyorduk o iki kadına ne olduğunu. Herkes kendi sonunu yazsın istiyorduk. Öyle de oldu. Fuayede karşıt görüşlerin konuşulduğuna tanık olduk.
Diğer yandan, genç bir tiyatroyuz ve büyük kitlelere ulaşamamak bizi üzüyor. Aslında çok daha fazla seyirciye ulaşmak, daha farklı sahnelerde, daha farklı yerlerde oyunlarımızı sahnelemek istiyoruz. Ama çoğunlukla tiyatroyu ayakta tutabilmek, en azından tiyatro sezonunda haftada bir gün oyunumuzu oynayabilmek, bunun için gazetelere ilan verebilmek, salon kirasını ödeyebilmek, yani masrafları çıkarabilmek derken, ayrıca organizasyon yapmak çok güçleşiyor açıkçası.
Üstelik her sezon yeni bir prodüksiyon yapmak, yani Tiyatro Boyalı Kuş'u idame ettirebilmek de bizim tüm enerjimizi alıyor. Çünkü bir tiyatro grubu olmanız demek, belli sorumlulukları de beraberinde getiriyor. İlk başlarda yakın çevremiz "Aaa bu yıl da mı oyun çıkarıyorsunuz?" diyordu, bu sonradan "bu yıl ne oynayacaksınız"a döndü.
Daha önce de söylediğim gibi, Tiyatro Boyalı Kuş dört kadından oluşan yalnızca dört yıllık bir ekip, her şeyi beraberce yapan. Ama bir çok alanda eksik kalıyoruz, bunun farkındayız. Özelikle prova aşamasında günümüz gecemiz olmuyor, dünyadan soyutlanıyoruz. Bin bir türlü işle uğraşıyoruz, düğümler çözüyoruz, sorunlar hallediyoruz, bir tiyatro oyunu ortaya çıkarmaya çalışıyoruz.
Buna karşılık, basının ve eleştirmenlerin Tiyatro Boyalı Kuş'a karşı ilgisi çok zayıf. Bundan da oldukça yakınıyoruz. Feminist tiyatro yapıyoruz ama kadınların ve feministlerin de ilgisini çok çekemiyoruz, nedense...
Feminist bir tiyatro kuramından bahsedebilir miyiz ya da kadınlardan yana bir tiyatro anlayışından?
Bahsetmekten de öte. Feminist tiyatro kuramları üzerine yazılmış kitaplar, makaleler, tezler var. Ayrıca pratikte de feminist oyunlar yazan kadın yazarlar, feminist gruplar ve de kadın tiyatrosu yapanlar var. Aslında kuram ile pratiğin iç içe geçtiği bir alan feminist tiyatro. Feminist tiyatro kuramı ve pratiği dünyada 1960'ların sonundan itibaren gündemde.
Türkiye bağlamında yeni olmasına karşılık dünyada her iki alanda da, kuramda da pratikte de oldukça güçlü. Özellikle 1980'lerde İngiltere ve Amerika'da inanılmaz bir patlama yaşanıyor. Yalnızca akademik ortamda bile feminist tiyatro ana bilim dalları halen mevcut dünyada. Feminist tiyatro varolan feminist kuramlardan besleniyor ve gün geçtikçe de yeni kuramlar, kavramlarla gelişiyor.
Dünyada bunun örnekleri nasıl seyrediyor?
Örneğin 1987'de kurulan ve dünya çapında kadın tiyatrocuları destekleyen Magdalena Project adlı ağ (network) şu anda halen etkin. Biz de bu ağın içindeyiz. Dünyadaki farklı gruplarla ya da bireylerle iletişim içinde olmamızı sağlıyor. Ayrıca bu ağın çıkardığı bir dergi de var. Dünyada da bir çok festival ve buluşma gerçekleştiriliyor. Bunların hepsi feminist tiyatro için ya da bir başka deyişle kadın tiyatrocular için ve kadın tiyatrosu yapanlar için çok önemli.
Kadınların gündemini tutan bir topluluk olarak bugünlerde Türk Ceza Kanunu (TCK) yasa tasarısında "zinanın yeniden suç olması" tartışılıyor. Tiyatro Boyalı Kuş kadınları bu durumu nasıl değerlendiriyor?
Genel ama kapsayıcı bir cevap verebilirim: Devlet erkek egemen sistemin ta kendisi. Bunu namus cinayetleri ve pozitif ayrımcılık meselesinde de gördük. Biz hukukçu değiliz ama bazı şeyler çok ortada. Bu tasarı devletin iktidarını ve cinselliği de yasalar bağlamında kendi denetimi altına alma arzunu gözler önüne seriyor.
Bu toplumda bazı kilit kavramlar var: Örneğin namus. Namus nasıl tanımlanıyor? Kadınlar üzerinden değil mi? Ama hukuk bile bu cinayetleri namus değil, töre cinayeti olarak tanımlamayı tercih ediyor. İşine öyle geliyor. Oysa aynı şey zina konusu için de söz konusu. Kadın kimliği üzerinden tanımlanmaya çalışılan bir namus kavramı var ve devlet bunun her yanından saldırıya geçiyor. Denetimi ve kontrolü altına almaya çalışıyor, yasalarıyla. Evlilik zaten cinselliğin yasallaştırılmış şekli. Zina da kamu suçu haline getirilmek isteniyor. Yani erkek devlet her şeyin kadının, namusun, evliliğin, cinselliğin her şeyin bekçisi olmak istiyor, yasalarıyla da bunu hukuksal açıdan denetlemek ve kontrol altında tutmak istiyor. Belki Tiyatro Boyalı Kuş, bu konular üzerine yoğunlaşabilir ilerde, kim bilir.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bu yasayla kadın ve erkeğin eşit olacağını savunuyor...
14 Eylül günü, TBMM'nin açıldığı gün, TCK konuşulurken kadınlar Ankara'da olacak...
Tiyatro Boyalı Kuş olarak orada olamayacağız ama kadınların eylemlerini destekliyoruz. Biz inanıyoruz ki, bazı şeyleri değiştirebilmek ve dönüştürebilmek için toplumun her alanında feminist bakışın olması gerekiyor, hukukta, politikada, akademide, eğitimde, sanatta, tiyatroda...
Son olarak Tiyatro Boyalı Kuş'a dönelim, önümüzdeki günlerde bohçanızdan neler çıkaracaksınız sahneye?
Yeni bir oyun için kollarımızı sıvadık bile. Çalışmalarımız çok yönlü olarak başladı. Sahne metnimiz hazır ama daha oyunun adı belli değil. Farklı bir çalışma olacak. Dans, koreografi, müzik, görüntü, oyunculuk iç içe bir oyun tasarlıyoruz. 2004 kasımının son haftası prömiyer yapmayı hedefliyoruz. Hepinizi bekleriz. (AO/BB)