Boşnak ve Hırvatların çöküş sürecindeki Yugoslavya'dan ayrılmak istemesi üzerine başlayan savaşta çoğu sivil 100 bin kişi ölmüştü. Miloşeviç Yugoslavya'sının desteklediği Bosna-Hersek Sırp milliyetçilerinin kurduğu fiili Sırp Cumhuriyeti birlikleri sorumluydu bu katliamların ve diğer zalimane eylemlerin çoğundan. Miloşeviç'in de Mart 2006'da ölümüne kadar yargılandığı Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Divanı, üst düzey sorumlulardan bazılarını insanlığa karşı suçlar ve savaş suçlarından yargılayarak adaleti sağlamayı amaçlıyordu. Devlet sorumluluğunun tespiti ise, Bosna'nın başvurusu üzerine Uluslararası Adalet Mahkemesine ait bir görev haline geldi. Bosna Sırplarının liderleri Karadziç ve Mladiç halen aranıyor ve Sırbistan Cumhuriyeti'nde oldukları biliniyor.
Soykırım ve insanlığa karşı suçlar söz konusu olduğunda adalet ne kadar mümkündür? Soykırımın gerçekleştiği bir toprakta bir gelecek kurmak, soykırımla baş etmek ne kadar mümkündür? Bosna kararı, bu soruları tekrar gündeme getiriyor.
Soykırım ve gelecek
Bosna-Hersek Federasyonu'nda Sırp Cumhuriyeti sorunlu bir şekilde varlığını sürdürüyor. Buna karşılık Federasyonun Başbakanının bir Sırp sosyal demokratı olması, Bosna-Hersek'te üç toplumlu bir geleceğin mümkün olduğunu gösteriyor.
Sırp Cumhuriyeti Başbakanı, geçtiğimiz aylarda soykırım davasında çıkacak kararın Federasyondan ayrılmalarına yol açabileceğini ilan etmişti.
Srebrenica katliamının uluslararası düzeyde soykırım olarak tanınması yeni değil. Eski Yugoslavya için Uluslararası Ceza Divanı, Srebrenica'ya ilişkin olarak iki Sırp askeri soykırımdan suçlu bulmuştu. Zaten Uluslararası Mahkemenin soykırım kararı da, bu davaların bulgularına dayanıyordu.
Uluslararası Mahkeme, davaya ilişkin olarak sunulan diğer olguların ise, etnik temizlik dahil olmak üzere insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları olduğuna karar verdi. İnsanlığa karşı suçlar ve savaş suçları konusunda bireysel cezai sorumluluklarını saptamayı amaçlayan Uluslararası Ceza Divanı, çoğunluğu Sırp olmak üzere en üst düzey görevlilerden bazılarının sorumluluklarını saptadı. En üst düzeyde sorumlu olan Sırp, Müslüman ve Hırvatların işledikleri suçların insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları olduğu yönündeki kararlara itiraz söz konusu değildi. Her üç topluluğun da askeri liderlerinin hem etnik temizlik yaptıkları, hem de insanlığa karşı suçlar işlemiş olması konusunda hem hukuksal hem de kamu düzeyinde bir anlayış söz konusuydu.
Öyle görünüyor ki, Uluslararası Ceza Divanının bireysel sorumlulukları belirlemesi, olabilecek kadar adaleti ve buna dayalı olarak ülkede bir gelecek umudunu tesis etmeye ciddi bir katkı yapıyor. Uluslararası Adalet Mahkemesinin kararına konu olan başvuru ise, salt Bosna-Hersek Federasyonu ile Sırbistan Cumhuriyeti arasındaki ilişkileri değil, aynı zamanda Federasyonun Sırp bileşeninin ilişkilerini de etkiliyor.
Eski Yugoslavya devletinin halefi olarak davada muhatap Sırbistan Cumhuriyeti ile ilişkilerin geleceği açısından, Bosnalı Müslüman ve Hırvatların iki düş kırıklığı söz konusu: Mahkemenin tazminat hükmüne varmamış olması ve Sırbistan Cumhuriyeti'den soykırım ve insanlığa karşı suçların tekrarlanmayacağı teminatı istenmesine gerek duyulmaması.
Mahkemenin tazminata hüküm vermemiş olması, şöyle bir muhakemeye dayanıyor: Srebrenica katliamı söz konusu olduğunda, muhatap devletin soykırımı önlememiş olmasıyla ortaya çıkan zarar arasında ilişki gösterilebilmelidir. Muhatap devlet yükümlülüklerini yerine getirseydi Srebrenica katliamının olmayacağı söylenemez. Dolayısıyla muhatap devlet, ortaya çıkan zarardan doğrudan sorumlu tutulamayacağına göre, tazminat uygun bir tatmin aracı değildir.
Bosna Savaşı sırasında yaşanan soykırım, insanlığa karşı suçlar ve savaş suçlarının Eski Yugoslavya devletinin o dönemdeki hükümetinin ve diğer devlet organlarının genel politikasının sonucu olduğunu kabul eden mahkemenin bu hükmü vermesi, ilk bakışta çelişkili gibi görünüyor. Fakat kararın bir önceki paragrafında tartışılmış olduğu gibi, Soykırım Suçunu Önleme ve Cezalandırma Sözleşmesi, bir önleme yükümlülüğü getirmekle birlikte, bu yükümlülüğün soykırım eylemini önlemesi zorunlu bir ölçüt olarak konamaz.
Öte yandan, soykırım ve insanlığa karşı suçların tek tek eylemlere ilişkin olarak, bu suçlara zemin oluşturan politik durumdan bağımsız olarak tartışılması mümkün mü? Ama iş politik bir değerlendirmeye dayandığında, bunu uluslararası yargı yerine bırakmanın ne hukuksal ne de politik bir temeli söz konusu. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de, Türkiye'ye ilişkin Kıbrıs ve Kürt sorunuyla ilişkili insan hakları ihlallerini değerlendirirken politik boyutu tespit etmenin kendi işi olmadığını belirtiyor.
Buna bağlı olarak, Mahkemenin Sırbistan Cumhuriyeti'nden Bosna Savaşı sırasındaki olayların devam etmeyeceği teminatını istemeyi de reddetmiş olması, böyle bir hukuksal mantıktan kaynaklanıyor gibi. Karar bu konuda yeterince açık değil. Oysa Sözleşmenin öncelikli amacının soykırımı önlemek olduğu düşünülürse, Mahkemenin tazminat önlemini uygun bir tatmin aracı olarak görmemesi ne kadar yerindedir: Bu tartışmalı.
Ama tam da bu noktada, yine politik düzeye bakmak gerekiyor. Teyakkuza geçmiş milliyetçiliklerin özellikle Sırbistan Cumhuriyeti ve fiili Sırp Cumhuriyeti'nde, ama aynı zamanda Bosna-Hersek Federasyonu'ndaki Müslüman ve Hırvat topluluklarında da politik gücü göz önünde bulundurulursa, bir Bosna Savaşının daha yaşanmayacağının kesin bir teminatı yok.
Bosna Savaşındaki soykırım ve insanlığa karşı suçları tanımamak ve tanımamak Sırbistan Cumhuriyeti kamu hayatında ne anlama geliyor. Bölgenin geleceği için olduğu kadar Sırbistan'ın geleceği açısından da önemli bir sorun bu. İki yıl önce Srebrenica görüntüleri Sırbistan televizyonlarında gösterildiğinde, soykırımı, en azından vahşeti resmi olarak tanıma ve kınama talebi yükselmişti. Sırbistan'ın dünyayla ve Avrupa'yla bütünleşmesini isteyen Başkan Tadiç, bu talebin sözcülerinden di. Fakat aynı Tadiç, geçen yıl Srebrenica anma törenine katıldığında kamusal bir özür dilemekten kaçınmıştı. Sırbistan'daki müteyakkız milliyetçi güçlerin ülkeyi kuşatma altında tuttuklarının başka bir kanıtı.
Bosna'da ise Müslüman ve Hırvatların, savaş yıllarında karşı tarafın yaptıklarını, kendi nüfuslarını denetlemek için kullandıkları görülüyor. Müslümanların Müslümanlara, Hırvatların Hırvatlara karşı savaştığı, sivil Sırplara karşı işlenen suçlar unutuluyor. Müslüman ve Hırvat milliyetçilerin soykırım davası kararını iç siyasette kullanması kaçınılmazdı. Bir Müslüman milliyetçi gazete, Uluslararası Mahkemenin kararını, Müslümanlara soykırımın reva görülmesi şeklinde açıklıyor. "Eğer Hıristiyan olsaydık," diyor gazete, "soykırıma uğradığımız kabul edilecek ve Sırplar cezalandırılacaktı".
Soykırımı tanımak
Boşnak ve Hırvat mağdurlar açısından kararın adaleti sağlamaya yeterli olmadığı kesin. Aslında soykırım söz konusu olduğunda adaletin sağlanabileceği konusunda karamsar olmak gerçekçi olur. Öte yandan, Bosna Savaşı sırasındaki soykırım ve insanlığa karşı suçlardan sorumlu en üst düzeydeki faillerin suçunun uluslararası bir divan tarafından tespit edilmesinin ardından soykırımın yapıldığının ve devlet sorumluluğunun Uluslararası Adalet Mahkemesi tarafından tespit edilmesi tarihsel önem taşıyor.
Fakat bir devletin soykırımı önlememekten sorumlu olmasıyla soykırımdan suçlu olması arasında fark var. Sırpların soykırım suçlaması ve uluslararası yalıtılma karşısında ırkçı-militarist bir siyasete kaydığını, faşist şiddetin Sırbistan siyasetine hâkim olduğunu gördük. Soykırımın Sırbistan kimliğinin bir parçası olması, hem Sırbistan'ın geleceği açısından hem de bölge halkları arasındaki ilişki açısından tehlikelidir.
Sırbistan devleti ya da Sırp kimliği, Srebrenica katliamını ya da Bosna Savaşı sırasındaki diğer vahim suçları işleyen Sırp milliyetçilerine, "toprak bütünlüğü" adına bu suçlara destek veren eski Yugoslavya rejimine, savaşın Sırbistan'da da güçlendirdiği şedit ve şımarık ırkçılığa indirgenemez. Mahkemenin devlet sorumluluğunu sınırlandırması, bu açıdan yerinde görünüyor.
Srebrenica katliamının görüntüleri karşısında dehşete kapılan bir Sırbistan'ı temsil eden Sırbistan Başkanı Boris Tadiç, bunun bilinciyle Sırbistan parlamentosundan soykırımı kınamasını istiyor. Mağdurlar için ve iki ülke halkının geleceği açısından asıl adalet, Sırbistan'ı temsil eden bir iradenin soykırımı tanıdığı ve vahşetini reddettiği bir noktada olsa gerek. Sırbistan ve Sırp kimliği ile soykırımcı bir milliyetçilik ve ulus devlet anlayışı arasında kesin çizgiyi çekecek olan budur.
Ancak geçmişindeki soykırımı tanıma ve ona karşı kesin tavır koyma cesaret ve haysiyetini gösterebilen bir devlet, tarihte yeni bir sayfa açabilecek kadar güçlüdür. Sırbistan gösteriyor ki, politik bir strateji olarak inkâr, sadece şiddet taraftarlarına koz vererek politikayı imkânsızlaştırmıyor, aynı zamanda kendinden emin ve güçlü bir devletin inşasını da olanaksızlaştırıyor. (YB/EK)