Ama ya aşağıdan Karadeniz'e çıkmakta olanlar? Makineli, motorlu teknelerin bile zorlandığı bu burunda, kürekle, yelkenle suları aşmak ne mümkün! O zaman kıyıda bekleyen yedekçilere ip atarlar, onlar da tekneleri az çok sakin sulara kavuşuncaya kadar adım adım kıyıdan çekerlerdi.
Eskiler, akıntıyı yenemeyen yengeçlerin çaresiz kalıp kıyıya çıktıklarını, taşların üzerinde yan yan yürüyerek burnu döndüklerini, sonra kendilerini yine sulara bırakarak yollarına denizden devam ettiklerini anlatırlardı.
En azından 60 yıllık bu Arnavutköy fotoğrafı, 1940'lı yılların Akıntıburnu'nu gösteriyor... Keşke renkli olsaydı da, Boğaz'ın bu güzel köşesini doyasıya seyredebilseydik... Bakmayın o gün suların durgun oluşuna... Sert havalarda sular nehir gibi birbiri üstüne devrile devriler akar bu burunda...
Fotoğraf, besbelli kıyıya çok yakından geçen bir Şirket-i Hayriye vapurundan çekilmiş. En solda, rıhtıma bağlanmış bir alamananın yarısı gözüküyor. Alamana, burnu yay şeklinde biçimlenen büyükçe bir balıkçı kayığı...
Büyüklüğüne göre tek çifte, iki çifte, hatta üç çifte kürekli olabiliyor. Çoğu kırmızı, yeşil, mavi gibi göz alıcı renklere boyanmış bu tekneler, Boğaziçi'nin en güzel süslerinden biriydi.
Yazık ki, 20 yıla yakın bir zamandan beri, yalnız Boğaz'da değil, yakın kıyılarda da, hepsi çürüyüp gittiği için artık alamanalar ortalarda görünmüyor. Belki şurada, burada tek tük kaldıysa bile, hepsi de son günlerini yaşıyorlar olsa gerek... Hiç sanmam ki, Abana'daki, Kurucaşile'deki Karadenizli ustalar artık alamana yapıyor olsunlar...
Tam karşıda Bebek - Eminönü tramvayı var. Sarı tabelâlı bu Bebek tramvayları genellikle biri motris, öteki ikisi römork olmak üzere üçlü bir katar oluştururlardı. Ama bu tramvay nedense tek römorklu...
Öndeki 241 numaralı motris, bütün tek numaralı tramvaylar gibi kırmızıya boyalı ve birinci mevki... Arkasındaki vagon, limonküfü yeşilinde olup ikinci mevki... Öndeki vatmanlı vagon, arkadakini çekmekte...
Ön plandaki, üzerinde kocaman ters bir çapa çiziminin yer aldığı iki ayaklı dev tabela ise, o noktadan karşı kıyıya bir kablonun döşeli olduğunun işareti... O zamanlar, Boğaz'ın karşılıklı dört, beş yeride bu işaretler göze çarpardı.
Bunlar, teknelerin bu çevrede demir atarak kabloya zarar vermelerini önlemek amacıyla yerleştirilmişlerdi. Burnun arkası Bebek Koyu... Daha da ilersinde Rumelihisarı burnu görülüyor. Belli belirsiz de olsa, Rumelihisarı'nın en tepedeki Sarıca Paşa burcu yükselmekte.
Karşı Kıyı 649 Metre Mesafede...
Rumeli ve Anadolu Hisarlarının arası, Boğaz'ın en dar yeri... 649 metre... Aynı zamanda Boğaz'ın en derin çukurları da bu bölgede yer almakta... Yıllar önce İngiliz Bahriyesi tarafından çizilen haritada, Bebek Koyu'nun alt tarafından karşı kıyıdaki Kandilli Feneri hizasına giden sanal hattaki çukurluğun 58 kulaç, yani 106 m olduğu belirtilmiş. Boğaz'ın öteki derin noktaları 70 - 90 m arasında değişmekte...
Akıntıburnu, adı üstünde, önünden denizin nehir gibi aktığı bir burun... Bizans döneminde buraya Büyük Akıntı anlamına "Mega Revma" adını vermişler. Kandilli önlerindeki akıntı bu kıyıya yüklenerek süratini daha da artırır.
Burada suların hızı, sert poyraz esen günlerde saatte 5 - 6 km'yi bulur, daha da sert havalarda geçer bile... Bu nedenle eskiden denizciler bu tehlikeli akıntıyı yelkenle, kürekle geçemeyeceklerini bildikleri için teknelerini, kıyıya çıkarttıkları gemicilerine çektirirlermiş.
Ayrıca da bu kıyıda tekneleri karadan çekmek için yedekçiler hazır beklerlermiş.
Daha da ilgi çekici olanı, 16. yüzyılda yazılmış bir kitapta, akıntıyı yüzerek geçemeyen yengeçlerin burada karaya çıktıkları, yollarına kıyıdan devam ederek, sonra yeniden denize döndükleri anlatılır.
Şirket-i Hayriye'nin yandan çarklı eski Boğaz vapurları bu burnu dönmek için hayli zorlanırlarmış. Hele hele kuzey rüzgârlarının kuvvetlice estiği kış günlerinde... "Çabalama Kaptan, ben gidemem!" dercesine akıntıya karşı yerinde sayar, ancak dakikalar süren gayretlerle sakin sulara geçebilirlermiş.
Kim bilir zaman içinde ne çok tekne akıntıyı sökemeyip kıyıya vurmuştur... Günümüzde, yalnızca akşamları Boğaz'a sefer yapan Şehir Hattı gemilerinin bile bu sularda hayli yavaşladıkları görülüyor. (ET/BA)
* Eser Tutel'in İstanbul Dergisi'nin 52. sayısında yayımlanan çalışmasını Tarih Vakfı sitesinden aldık.