O sıralarda bitkisel hayata girmiş olan Demokrat Parti'yi dirilten Huey Long adlı halktan yana bir politikacı ortaya çıktı. Büyük petrol şirketlerinden ve tröstlerden gelire oranla aşamalı vergiler almayı denedi. Petrol şirketleri (Big Oil, Rockefeller) direndi.
Huey Long 1928 yılında "yetti artık !" diyen seçmen tarafından Louisiana Eyaleti Valiliğine seçilmişti. Şirketler direnince Huey Long Milli Muhafızlara Standart Oil firmasının Petrol Kuyularına el koyma emrini verdi. Huey Long, ulus tarafından yaratılan zenginliklerin herkesin iş güç sahibi olması, eğitim, sağlık hizmetlerine ulaşabilmesi, kentlerin ve bölgelerin altyapı gereksinmelerinin karşılanması, insanların sağlıklı yaşam çevrelerinde ikamet edebilmeleri için devlet aracılığı ile harcanmasının zorunlu olduğunu ortaya koydu.
Long, o günün Demokrat Parti'sinin 1929 buhranı sonrasında Franklin Roosewelt Başkanlığı altında oluşturacağı "new deal" "new frontier", "new society" programlarının ön habercisi oldu. Bundan tam 76 yıl önce yani 1929 yılında Huey Long bir suikaste kurban gitti. Sonraları Kennedy kardeşlerin, Martin Luther King'in ve nice demokrat ABDn Liderinin başına gelen onun da sonu oldu. (Bkz : http://www.gregpalast.com/ içinde "Bush Strafes New Orleans Where Is Our Huey Long?).
2005
Ağustos 2005 sonunda beş şiddetindeki Katrina Tayfunu Louisiana eyaletini vurduğunda ABD, 2. Dünya Savaşı'ndan onu izleyen Soğuk Savaş'tan muzaffer çıkmış "tek kutuplu" dünyanın patronu, "küreselleşme"nin lideri, 35.000 milyar $'lık GSMH ile dünyanın en güçlü ekonomisi durumunda idi. ABD, 9 eylül 2001 tarihinde New York'ta İkiz Kuleler'e yapılan saldırı sonrasında Afganistan ve Irak'ı işgal ederek dünyanın en güçlü askeri donanımına da sahip olduğunu ispat etmişti.
ABD, aynı zamanda FEMA (Federal Emergency Management Agency)adında her türlü doğal ve doğal olmayan afet ile başa çıkabilecek örgütlenme ağına da sahipti. Sayısız hayırsever kuruluşları bulunan ABD'nin vatandaşlarının her türlü doğal afet ya da "terörist" saldırılarına karşı hayli donanımlı olduğu imajı, doğrusu dost düşman tüm dünya kamuoyu tarafından paylaşılan bir yargı idi.
Ayrıca Katrina Tayfunu Fransa'nın yarısı büyüklüğünde bir alanı sular altında bıraktığında, günlerce önceden meteoroloji uzmanları tarafından yapılan uyarılar sonucunda halkın önemli bir bölümü Louisiana'yı, New Orleans'ı terketmişti.
Herkes suların kendiliğinden çekildiğinde insanların New Orleans'a dönerek tayfunun yarattığı hasarı sigorta şirketlerinin primleri yardımıyla onaracaklarını ve bir zaman içerisinde işlerin ve hayatın normale döneceğini düşünüyordu.
4. Dünya Manzaraları
Oysa 30 ağustostan sonra ve özellikle eylülün ilk günlerinde tayfun fırtınasının dinmesiyle birlikte olayı izlemeye gelen dünya medyasının kameralarına takılan görüntüler çok farklı idi.
New Orleans tam bir harabeye dönmüştü. Şehir toplantı salonu (Convention Hall) içinde ve civarında üst üste yığılmış aç, susuz, hasta, çocuk, kadın, ihtiyar, hasta ve hepsi de çaresiz, hepsi de olağanüstü yoksul, çoklukla siyah derili (afrika kökenli) umarsız bir kalabalık cehennemi bir sıcak altında bekleşiyordu.
Kentin elektrikleri kesikti. Altyapı çökmüştü. Muhtemelen sular da akmıyordu. İki gün geçtiği halde aç, susuz, hasta kalabalığa ulaşan herhangi bir yardım yoktu. Medya kent içinde yağma olaylarının başladığını, görev başında kalan kolluk güçlerinin bunları önlemek üzere "vur emri" aldığını iletiyordu. Oysa elektrikleri kesik, evleri harabeye dönmüş bir kentte kim hangi elektrikli ev aletini alıp kullanabilecekti? Kim bunları depolamak için sağlam bir bina bulabilecekti? Bu yağmayı yapabilecek çeteler iki günde nasıl oluşmuştu?
Görünen o idi ki kapalı marketlerin vitrinlerinde pet su şişeleri ya da konserve kutuları görüp onlara ulaşmaya çalışan aç susuz insanlar, New Orleans'ın yoksulları market kapılarında bir su şişesi edinmeye çalışırlar iken "güvenlik kuvvetleri" tarafından vurulmuşlardı.
Daha sonraları yardım ulaşmaya başladığında, yöneticilerin yapabildikleri tek iş, hastalık tehlikesine karşın kalan sakinleri nakletmek oldu.
New Orleans'dan gelen görüntüler adeta dünyanın birinci ekonomisi ABD'dan değil Bangladeş, Nijer, gibi üçüncü dünya ülkelerinde rastlanabilecek, görüntülenebilecek yoksulluk ve sefalet manzaralarını andırıyordu.
Dünya ve ABD, 2001 yılında ulaşılamaz ABD'nın New York'ta, Washington'da saldırıya uğraması ile bir şok geçirmişti. ABD'nin "saldırılar" karşısında "dokunulmaz" olmadığını görmüştü.
Şimdi ise 2005 senesinde ABD'de 3. dünya sefaletinden bin beter bir sefaletin varlığı Katrina Tayfunu sonrasında dünya medyasının kameralarına takılmış bulunuyordu !
2001 ve 2005 seneleri "ABDn mit" i (efsanesinin) onulmaz yaralar aldığı tarihler olarak belleklere kazındı.
Bütün bu felaket süre gider iken, yani ilk iki gün, ABD'nin Cumhuriyetçi Başkanı Bush, aynen 1927 senesinin Cumhuriyetçi Başkanı Calvin Coolidge gibi tatilini yarıda kesmedi, Dış İşleri Bakanı Condoleeza Rice, New York'ta "stylish" bir mağazada kendisine 7 bin dolar değerinde ayakkabı alırken görüldü. Başkan Yardımcısı Dick Chenney'in ise hangi cehennemde -belki de cennette- olduğu kimse tarafından saptanamadı.
ABD'nin imajı bu iki gün içerisinde o denli sarsıldı ki, yapılan hata ve ihmalin farkına varan ABD yönetimi, bir yandan başarısız kalan FEMA yöneticilerini işten uzaklaştırır iken diğer yandan Louisiana'ya topyekun taşınarak "imaj" düzeltmesi hamlelerini başlattılar. Felaket mağdurlarına adam başına 2 bin dolar yardım sağladılar. Kentin mahsur kalmış sakinlerinin önemli bir bölümünü diğer eyaletlerde kendileri için tahsis edilmiş misafirhanelere yerleştirdiler.
O zaman anlaşıldı ki mesele ABD'nin olanaklarının eksikliği ya da kötü yönetim değil ABD içerisindeki sosyal politikaların yaşlıları, fakirleri, alt katmanları devre dışı bırakan zalim karakterinden kaynaklanıyordu.
10 Eylül tarihinde durum enstantaneleri
10 Eylül tarihine gelindiğinde Fransa'da yayınlanan Libération gazetesinden Thomas Hofnung adlı muhabir aşağıdaki çarpıcı haberleri iletiyordu:
"New Orleans" kendine doğaçlama bir hapishane organize ediyor :
"ABD'nin en sert hapishanelerinden biri olan New Orleans civarındaki 'Baton Rouge' bölgesindeki 'Angola' hapishanesi müdürü Walden Caine, alelacele New Orleans!a getirilerek şehrin Otobüs terminali olan 'Greyhound'u geçici bir hapishaneye çevirdi. 'Hapishanesiz herhangi bir düzenden söz edilemez' diyen Caine, terminal binasının klimatizasyon sorununu getirilen bir lokomotifin jeneratörü ile çözdükten sonra tellerle çevrili park bölümünü tutuklulara ayırdı. İlk ağızda 'yağma, hırsızlık' gibi eylemler esnasında yakalanan 57 tutukluya portakal renkli mahkum elbiseleri giydirilerek asfaltın üzerinde yatırıldı. Esasen ilk günler içerisinde 7 bin mahkum Louisiana hapishanelerinden diğer eyalet hapishanelerine transfer edilmişti.
"Bu esnada New Orleans'ın bürokrasi yönetim kelimenin tam anlamı ile toz olmuştu. Hastaneler kapalı idi. Hastalar diğer eyaletlere naklediliyordu. Mahkemeler kapalıydı. Savcı Huston bölgesine kaçtı. Ülkenin dört bir yanından gönderilen polisler arabalarında yatıp kalkmaktaydı. Belediye Başkanı Demokrat Ray Nagin Belediye binası içerisinde elektrik sağlanabilen bir bölümde yatıp kalkmaktaydı. Belediye Meclisi ise Havaalanında toplanabilmekteydi."
10 eylüle gelindiğinde suyu tahliye etme, elektrik hatlarını onarma bazı bölgeleri yeniden kullanıma açabilmek için ilk hazırlıklar yapılmaya başlandı. İlk ağızda görünen oydu ki birçok semt tamamen ortadan kaldırılarak sıfırdan ve yeni baştan planlanmak zorunda idi.
Oturulamayacak derecede hasar gördüğü anlaşılan 160 bin yüzde 60'ının FEMA kaynaklarına göre sigortaları bulunmuyordu. Hasar tespiti yapan "Risk Management Solutions" şirketine göre Tayfunun yarattığı hasar miktarı 125 milyar dolar mertebesinde idi. Bu rakkamın ancak 40 ila 60 milyar ABD dolarlık bölümünün sigorta poliçeleri tarafından kapsandığı ortaya çıktı.
Mutenalaşma (gentrification) mı ? Allahın Sopası mı ?
Öte yandan George Bush ilk ağızda 51.8 milyar dolarlık bir yardımı ABD Kongresinden sağladı. Ancak 100 - 200 milyar ABD doları büyüklüğündeki zararın hepsinin kolay kolay karşılanamayacağı anlaşılınca hangi bölgelerin imarının öncelik taşıyacağı sorunu önem kazanmaya başladı.
Bu noktada kuşkusuz ilk ağızda Louisana açıklarında yer alan petrol platformlarının onarımı ve bu platformların hasarlı "pipe line" (petrol boru hattı) bağlantıları için harcanacak kaynaklar ilk tercihi oluşturacaktır. Bölgenin ABD iç tüketiminin neredeyse dörtte birini sağladığı hatırlanmalıdır.
İkinci tercihi, bölgeye ekonomik getiri sağlayan turizm endüstrisi alacaktır. Örneğin "Gulf Coast" bölgesi yüzen gazinoları ile 17 bin iş ve yıllık 98 milyon dolarlık getirisi ile bölgesel ekonomiye önemli bir katkı sağlamaktaydı. "French Quarter" bölgesinin de benzer bir öncelikten yararlanacağı varsayılabilir.
Öte yandan bölge içerisinde hayli güçlü bir konumda bulunan "Baptist" kiliseleri ve bunların radyoları, yaşanılan felaketin New Orleans'ın fazla liberal ve hafifmeşrep eğlence hayatından dolayı tanrı tarafından verilen bir "ceza" olduğunu sabahtan akşama kadar fani ve ölümlülere anlatıp durmaktadır. (Bu olay bizlere 1999 Marmara depreminde bir ara işitilen, "7.4 yetmedi mi ?" sözünü hatırlattı).
New Orleans Kentinin Katrina Tayfunundan sonra kapsamlı bir mutenalaşma "gentrification" uygulaması yaşayacağı, birçok fakir mahallenin "kentsel dönüşüme" tabi tutularak emlak spekülatörlerine yeni rant alanları açılacağını varsaymak herhalde hatalı olmayacaktır.
Neticede fakir iseniz ve her şeye rağmen bir kıyı kentinde özel bir kültürel ortam yaratarak farklı ve renkli bir yaşam tarzı oluşturabildi iseniz, bilesiniz ki, afetler ve allahın sopası, ardından spekülatörlerin iştahı ensenizdedir.
Ntekim Joseph Kay, Barry Grey'in, "The Exploitation of Hurricane Katrina: Remaking New Orleans for The Rich" (Katrina Tayfununun İstismarı: New Orleans'ın Zenginler İçin Yeniden İmarı) başlıklı yazısında New Orleans'tan ayrılmak zorunda kalan 400 bin ila 1 milyon arasındaki kişinin pek azının dönebilme ve yeniden yerleşebilmek olanağını yakalayabileceğini ifade etmektedir.
Öte yandan New Orleans Baton Rouge bölgesi kadim Cumhuriyetçi politikacısı Richard Baker, "Wall Street Journal" da yazıldığına göre, "New Orleans'taki kamu konutlarını (yerleşmelerini) nihayet temizleyebildik. Bizim yapamadığımızı tanrı yaptı" demiştir.
Kağıttan Kaplan
ABD'nin Louisiana Eyaletinde Ağustos 2005 sonunda oluşan beş şiddetindeki Tayfun, olağanüstü tahrip gücü açısından ve yarattığı hasar açısından bir felaket olarak tarihe geçecektir.
Ancak, New Orleans'ın böylesi bir doğal afetle karşılaşacağı birkaç yıldır biliniyordu. Misssissippi ırmağının taşkınlarından korunmak için inşa edilen su bentleri ırmağın taşıdığı alüvyon ve tortuları da engellediği için zaten su ile aynı seviyede olan New Orleans havzasının giderek toprak kaybetmesine yol açmıştı. Federal Hükümet bu işler için gerekli 14 milyar ABD dolarını altyapıyı güçlendirmeye, denizden gelecek suları önleyecek baraj mekanizmalarının inşa edilmesine değil Irak savaşına tahsis etti . Katrina tayfunu gelip çattığında, tayfunun oluşturduğu okyanustan gelen dip dalgaları alçak kotta kalan New Orleans havzasını ve su bentlerini aşarak adeta bir banyo küveti gibi dolduruverdi.
ABD'nin Bush yönetiminin birinci günahı budur.
Bush Yönetiminin ikinci günahı Kyoto anlaşmasına uymayarak küresel ısınma konusunda ABD'ye düşen görevleri yerine getirmemesidir. Denizin üstünde ısınma ile ilgili bir meteorolojik olay olan tayfunların şiddetlerinin ve sayılarının son yıllarda artması ile küresel ısınma arsındaki ilişki meteorologlar tarafından kurulmuştur.
Nihayet ABD sisteminde fakirlere, işsizlere, hastalara, evsizlere, çocuklara, ayrılan kamusal kaynaklar azalmaktadır. ABD'de emeklilik sistemi de ciddi sorunlarla karşı karşıya bulunmaktadır. Sosyal alanda yaşanan her türlü kriz, sonunda kentleri etkilemektedir.
New Orleans'ta yaşanan, böylesi bir krizler yumağının su yüzüne çıkmasıdır. Doğal afet, sosyal çöküş ile bir araya gelince bir kent, bir bölge kendini yok olma koşulları ile karşı karşıya bulmuştur.
Bir zamanlar ABD "kağıttan kaplan" olarak nitelenmişti.
Aradan geçen süre içerisinde tek kutuplu dünya ve küreselleşme mitolojisi bizlere bu "kağıttan kaplan" metaforunu unutturmuştu.
Katrina tayfunu "kağıttan kaplan" benzetmesinin ABD'nin tüm görünürdeki güç ve görkemine karşın her zamankinden güncel olduğunu ortaya koydu.
Biz plancılara ise insanların en tabii gereksinmelerinin karşılanamadığı bir planlama olamayacağını gösterdi. (RG/EK)