Kızılkaya, öykülerine yer verdiği yazarlara dair şu notu düşüyor evvela, "Nuredin Zaza, Maden'de doğmuş, İsveç'te ölmüş. Qedri Can, Mardin'in Dêrik kazasında doğmuş, Şam'da ölmüş. Hesenê Metê Diyarbakır'ın Ergani ilçesinde doğmuş, İsveç'te yaşıyor. Fawaz Husên, Suriye'de doğmuş, Paris'te yaşıyor. Helîm Yûsiv, Suriye'de doğmuş, Almanya'da yaşıyor. Ferhad Shakely, Kerkük'te doğmuş, İsveç'te yaşıyor. Şahinê B. Soreklî, Suriye'de doğmuş, Sydney'de yaşıyor. Hesenê Qizilcî, İran'ın Mahabat kentinde doğmuş, Tahran'da öldürülmüş. M. Ali K. Nusaybin'de doğmuş, Stockholm'de yaşıyor. Tosinê Reşît, Ermenistan'da doğmuş, Avustralya'nın Melbourne şehrinde yaşıyor..."
Doğdukları yer ile şu an bulundukları veya hayata veda ettikleri yerlerin farklılığı, ortak kaderleri. Onlar, Türkiye, Suriye, Irak veya İran'da doğmuş, kendi dillerinde yazdıkları için memleketlerinden sürülmüş olan Kürt edebiyatçıları...
Sürgün, Göç ve Ölüm, bu topraklarda az duyulur, yazılır, çizilir sözcükler değildir. Lâkin yola çıkmaya hazır bir "kutunun" içindeki kafa, çok şeyi anlatır. Tıpkı Kızılkaya'nın derlemesi "Sürgün, Göç ve Ölüm"ün kapağındaki enstalasyon gibi. Azad Nanakeli'ye ait enstalasyonun başlığı, "Bir Kutunun İçinde, Hep Yollarda"...
"Ana mecranın yansıması"
Türkiye'deki Kürt edebiyatında, gerek Memed Uzun'un kitaplarını Kürtçe'den Türkçe'ye kazandırmasıyla, gerek Kürt siyasetine dair yazıları ve gerekse Kürt edebiyatına yaptığı katkılarıyla bilinen Muhsin Kızılkaya, hiç de küçümsenemeyecek bir yükün altına girerek, yukarıda bazılarının isimlerini zikrettiğimiz, sürgünde yaşayan veya ölen Kürt edebiyatçılarının öykülerini Türkçe'ye çevirerek, bir kitapta topladı.
Özellikle Kürtçe bilen okurlar, ilk öyküden itibaren, Kızılkaya'nın Kürtçe-Türkçe çevirideki yeteneğini de tekrar görmüş olacaklar. Zaten bu da kitabın akıcılığını doruğa çıkaran unsurlardan biri. Kızılkaya'nın, öykülerin derlemede yer bulması için koyduğu kriter ise, "öyküyü beğenmiş olması".
Kitabın editörü Ömer Laçiner ise, şunu söylüyor: "Bu tarih içinde geleneksel sözlü Kürt edebiyatı yazılı edebiyata, geçmişin destanları çağdaş roman ve hikayelere yerini bırakırken, temaların sürgün, göç ve ölümde yoğunlaşması son derece anlaşılır bir yönelimdir. Muhsin Kızılkaya'nın bu seçkisi, özel bir ayıklamanın değil, ana mecranın yansımasıdır."
Dolayısıyla Kızılkaya'nın kriterinin de gerçeğin kritik bir yansıması olduğunu söylemek yerinde bir tespit olur.
Ortak kader: Sürgün ve ölüm
Derlemede yer alan on dört öykünün teması ile, Kürt yazarının hayatı arasında ise, hiç de ilginç olmayan bir paralellik var: Sürgün ve ölüm!
Sürgün, Kürt edebiyatı için o kadar önemli bir unsurdur ki, Kızılkaya'ya göre, Kürt edebiyatının anayurdu, sürgün yeridir. Zira Kürt edebiyatçısının kaçtığı veya sürüldüğü yer, her zaman için daha "nefes alınabilir" olmuştur. Öyle ki, Türkiye'den Suriye'ye kaçan Kürt edebiyatçısı Şam'da, Suriye'den Türkiye'ye kaçanlarsa Ankara'da, keza Irak'tan İran'a kaçanlar Tahran'da, İran'dan Irak'a kaçan Kürtler de Bağdat'ta "nefes almayı" başarabilmişlerdir. Bu paradoksal durum, adı geçen dört devletin, "kendi Kürtleri" için yürüttükleri politikayla açıklanabilir belki. Ancak şunu da not düşmek gerekir ki, asıl kurtuluş yeri Avrupa'dır, Kürt edebiyatçısı için.
Sürgünde şekillenen öyküler, biz Türkiyeli okur için gerçekten de çok etkileyici. Zira sürgün ve göç yolları, bu toprakların bütün muhalif yazarları için ortak "memlekettir". Seçkide yer alan öykülerin asıl etkileyici yanı ise, hemen hiçbirinin pesimist, gözyaşına boğulmuş olmaması. Laçiner, bunun kimseyi şaşırtmaması gerektiğini söylüyor ve ekliyor: Bitkinlikten uzak bir hüzün, gülümseme ve çokça ironi yüklü hikayeler bunlar. Her şeyden çok gururunu yitirmemeye, korumaya çalışmış bir halk ve dil, sürgünün, göçün ve ölümün acılarını bile bu duruşla ifade eder...
Hikaye, yazarını anlatıyor
Seçkide yer alan, Nûredin Zaza'ya ait "Gulê" öyküsü, Kürtler için olduğu kadar, bu topraklardaki başka halklar için de çok tipik bir öyküdür. Gulê, kocasını öldürüp, Kürdistan'ı düşmanlardan kurtarmaya çalışan bir savaşçıyla kaçtığı için fahişe olarak addedilir ve en sonunda, aynı savaşçı tarafından öldürülür... Bu kısa öykünün yarası, bu topraklardaki kadınlar için bilindik bir yaradır. Fırat Ceweri'nin, "Beyaz Güvercin" başlıklı öyküsünde, ailenin namusunu "temizlemek" için, kız kardeşini öldüren Kürt gencinin içine girdiği şizoit ruh halinden kurtulamayıp intihar edişi gibi, Gulê'yi öldüren savaşçı Qoço da intihar eder. Çünkü ikisini de sevdiği insanı öldürmeye "başkaları" zorlamıştır ve ölüme zorlayanlar hep sağ kalır...
Qedri Can ise, "Günah" isimli öyküsünde bir çocukluk anısını anlatırken, Kürtlerin şeyhlerden neler çektiğini de ironik bir anlatımla aktarıyor. Can, bu öyküyle aynı zamanda çocukluk arkadaşına yaptığı bir "günahı" çıkarıyor. Öykünün anlatıcısı, küçükken yaptığı bir şakanın, arkadaşının yaşamına mal olduğunu itiraf ediyor.
Kutudaki kafa
Hesenê Metê ise "Sancı"da, aslında tam da sürgündeki Kürtleri anlatır. Ailesinin kendisinden kitap yazmasını beklemesi karşısında yaşadığı çaresizliği, çalışma odasının duvarındaki ünlü Kürt yazar Mir Celadet Ali Bedirhan'ın portresine anlatan Darinê Daryo, Kürt "okur-yazmazını" temsil eder. Ondan kitap yazmasını bekleyen ailesi ise, kendi dilinin yok oluşunu, diğer halklara bakarak hazmedemeyen Kürt halkını temsil eder. Daryo'nun çaresizliği, Kürt aydınının çaresizliğidir. Bu öyküde de ölüm vardır. Oğlunun kitap yazamayacağını öğrenen baba, acısından yatağa düşer ve ölür...
Ölüm temasının en yoğun işlendiği öykü ise Ferhad Shakely'nin, "Ceset"i. Konu yine yol ve ölüm. Baba ve oğul birlikte uzun bir yola çıkarlar. Baba, yolculuğun beşinci gününde, hiçbir belirti göstermeden, gözlerini bir daha açmamak üzere kapatır. Oğul, babasının kokmaya başlayan cesedini, günlerce sırtında taşır... Bu, insana Jack London'ın öykülerini anımsatır. Çetin koşullar, bitmek bilmeyen yollar, ıssızlık ve ölüm...Kanımca kitabın en etkileyici öyküsüdür bu. Babasının cesedini taşımaktan bitap kalan oğulun çaresizlikle sorduğu soru Kürt meselesinin de özetidir: "Ben babamın öldüğünü biliyorum, peki benim yaşadığımı kim biliyor?"
Seçkide buna benzer göç ve ölüm temalarının işlendiği pek çok öykü daha var. Ancak neticede dönüp dolaşıp geldiğimiz yer, yine kitabın kapağındaki enstalasyon: Kürtlerin ve esas olarak Kürt yazarının ortak kaderini açıklayan kutu, içindeki "kafa" ve yollar... (İA/BB)