Haftanın son iş günü. Karaköy’den Kadıköy’e giden bir vapurda, tüm haftanın yorgunluğunu taşıyan insanlarla yolculuk ediyorum. Vapurun her daim en güzel ulaşım aracı olduğunu düşünmüşümdür. Ancak vapurun güzelliğini hisseden bir kişi dahi yok aramızda. Kimimiz günün yorgunluğuyla uyuyor kimimiz telefondan kafasını kaldırıp da denize bakmayı aklına bile getirmiyor.
Vapur iskeleye yanaşınca herkes hurra dağılıyor. Sanıyorum bir an önce eve ulaşmanın telaşesi. Kim bilir, belki de aralarında biraz da olsa şanslılar varsa ertesi gün tekrar işe gitmeyecek olmanın sevinciyle.
Kalabalık, iskeleden üç ayrı yöne doğru dağılıyor. Bir kısmımız yoluna devam etmek üzere otobüs duraklarına, bir kısmımız Kadıköy’ün ara sokaklarına... Benim de dahil olduğum bir diğer kısım ise metroya doğru yola koyuluyoruz.
Metroya ulaşmak da ayrı bir çile. Bir süredir tadilatta olan ve rıhtım hattını bir şantiyeye dönüştüren Haldun Taner Sahnesi önünden metroya, eğer hava da yağmurluysa, bata çıka yürümek zorunda kalıyorsunuz.
“Abi gül alır mısın?”
Birden karanlıktan bir ses geliyor, “Abi gül alır mısın?” 16-17 yaşlarında bir genç. Montunun iç cebinden çıkardığı bir sarı gülü bana doğru uzatıyor. Teşekkür edip tekrar yoluma koyulurken gencin yanındaki arkadaşının serzenişini duyuyorum. Alaycı bir tonla, “Abi gül alır mısın?” diyerek onu taklit ediyor ve ekliyor: “Böyle nasıl satacaksın?”
Bir süre durup ikisini de izlemeye başlıyorum. Aralarındaki ufak şakalaşmaların ardından şanslarını başka insanlarda denemeye devam ediyorlar. Sonradan 16 yaşında olduğunu öğrendiğim iki arkadaştan birinin üzerinde şişme bir mont, diğerinde ise mont denilemeyecek incelikte, üzerinde yırtıklar ve delikler olan bir yağmurluk var. Başında bir bere, üzerine de kapüşonunu çekmiş. Soğuktan titriyor ama yine de elindeki gülü satmaya çalışıyor.
Gülü uzattıkları kişilerin kimisi nazikçe reddediyor kimisi tepki gösteriyor kimisi de kaçar gibi uzaklaşıyor. Son olarak bir diğeri “Dokunma bana” diye bağırınca tekrar iki gencin yanına gitmeye karar veriyorum.
Belli ki daha önce böyle bir iş yapmamışlar. Bu iki acemi satıcıya gülü satıp ne yapacaklarını soruyorum. Eğer satabilirlerse 'çekirdek-kola' yapacaklarmış. Kalan parayla da evlerine döneceklermiş.
İki arkadaş, Maltepe Gülsuyu’nda oturuyorlarmış. Okullar tatil olunca, 'gerçek' işlerine başlamadan önce bir süre 'takılmak' istemişler ama gün içinde tanıştıkları kendi yaşlarındaki bir çiçek satıcısından günlük 3 bin lira kazandığını öğrenince 'heyecanlanmışlar'. Ceplerindeki 50 lira ile bir gül almışlar. Amaçları, bu gülü 200 liraya satmak.
“Yıllardır çalışıyorum”
Serdar* ince, cılız bir genç. Üzerindeki yağmurluk onu soğuktan korumadığı için elleri her daim cebinde, daha sıcak kalmak için de sürekli hareket halinde. Yusuf* ise arkadaşına göre daha cüsseli bir genç. Sohbet sırasında sürekli yanımızdan ayrılıp gülü satmaya çalışıyor.
İki genç de kendilerini 'öğrenci' olarak adlandırmıyor. Serdar, “Ben şefim abi” diyor. Daha önce birçok işte çalışmış; inşaatlarda, tekstil atölyelerinde, elektrikçilerde, sanayide, en sonda restoranlarda. Daha önce bulaşıkçılık, garsonluk, komilik yaptığını anlatan Serdar’a, bu yaşta nasıl şef olduğunu sorunca, “Yıllardır çalışıyorum abi” yanıtını veriyor. Şimdilerde ise çalınan telefonunun yerine yenisini almak için para topluyormuş. “Aslında okul olmasa, hep şef olarak çalışabilsem çabuk toplarım parayı” diyor. Bu ara tatilde de toplayacağına emin.
Son zamanlarda konuştuğum gençlerin neredeyse hiçbirinin okumaktan bir umudu yok. Özellikle yoksul çocuklar, okul deyince ya geçiştiriyorlar ya da zorunluluktan okuduğunu söylüyorlar. Serdar ile Yusuf da onlardan. İkisinin de okuldan, okumaktan yana bir beklentisi yok. Yusuf ilk fırsatta yurtdışına yerleşmeyi düşünüyor. Bunun nasıl olacağına dair bir fikri de yok. “Yurt dışına gideyim yeter, gerisini hallederim” diyor. Bir elektrikçinin yanında çalıştığını anlatıyor. Hem dükkanda duruyor hem de evlere servise gidiyor.
“Adaletsiz abi, her şey adaletsiz”
Serdar, “Üniversite okursam iyi olur ama okumazsam da bir şey fark etmez” diyor. Biz sohbetimize devam ederken Serdar’ın bakışları yanımızdan gülüşerek geçen gençlere takılıyor. Onları hafifçe süzdükten sonra iç çekerek birden konuşmaya başlıyor:
“Adaletsiz abi, her şey adaletsiz. Ben 14 saat çalışıyorum. Eve gittiğimde ayaklarım morarmış oluyor. Sabah kalkıp tekrar işe gidiyorum. Okul zamanı da 5 saat çalışıyorum. Eve gittiğimde yorgunluktan bayılıyorum. Sabah derste hiçbir şey anlamıyorum. Bazıları ise 10 saat ders çalışıyor. Dinleniyor. Zaten herkes telefondan, bilgisayardan çalışıyor. Benim telefonum bile yok. Her şey adaletsiz.”
Serdar, 14 saat çalıştığı günlerde 500 lira yevmiye alıyormuş. Beş saat çalıştığı okul günlerinde ise 250 lira. Bu paranın bir kısmını evin faturalarına destek için ailesine verirken, kalanı da kendisine harçlık oluyormuş.
O sırada halen gülü satmaya çalışan Yusuf, iki saat önce karşılaştığı kişilerle kısa bir sohbete tutuluyor. Ardından yanımıza gelip, konuştuğu kişilerin ona “Kadıköy’de nereler gezilir?” diye sorduğunu aktarıyor. Sonra da gülüp “Ben nereden bileyim abi. İçeriye doğru bir şeyler vardır elbet, biz hiç gezmedik ki” diye gülüyor.
Meğerse gençler üç saattir gülü satmaya çalışıyorlarmış. Daha önce Kadıköy’ü gezmediklerini söyleyince günlük hayatlarında neler yaptıklarını soruyorum. Diğer arkadaşları ile parkta oturup çekirdek çitleyip, kola içiyorlarmış. Peki ya sinema, tiyatro, konser?
“Hayalimiz olsa ne olacak?”
İki genç de hayatlarında bir kere konsere gitmişler. O da belediyenin Maltepe sahilinde düzenlediği ücretsiz bir konser. Sinemaya en son üç sene önce, tiyatroya ise hiç gitmemişler. “Sinema çok pahalı abi” diyor ikisi tek bir ağızdan. “Bir filme o kadar parayı nasıl verelim?”
“Kitap okuyor musunuz?” diye soruyorum gençlere. Yusuf oralı değil. Serdar cevaplıyor sorumu. “Eskiden çok okurdum abi. Şimdi ise okuduğumu anlamıyorum. Eve yorgun geliyorum. Dikkatimi veremiyorum.”
Son olarak, hayallerini soruyorum. Bir hayale sahip olmadıklarını söylüyorlar. Ben şaşırıyorum, onlar neden şaşırdığıma şaşırıyor. “Hiçbir şeyin anlamı yok ki abi. Hayalimiz olsa ne olacak?” diyerek bitiyorlar sohbetimizi.
Onları rahat bırakarak uzaklaşıyorum. Daha gülü satıp metro ile Maltepe’ye geçecekler. Oradan da yaklaşık 45 dakika mesafedeki Gülsuyu’nda bulunan evlerine yürüyecekler.
*İsimler değiştirilmiştir.
(AD)