Hasan Sabbah, Yemen taraflarından İran'a göç etmiş Şii bir aileye mensuptu. Genç yaşta Şiiliğin uç inançlarından olan ve Hazreti Muhammed'in torunu İmam Caferu's-Sadık'ın oğlu İsmail'i ‘‘imam’’ kabul eden İsmailiye mezhebine girdi.
Sıkı bir eğitim gördü ve uzun seyahatlerle dolu bir gençlik yaşadı. İsmailî inançlarını yaymak için Şam'dan Horasan'a kadar defalarca gidip geldi. Sonra 1091'de Batı İran'da ve Hazar Denizi yakınlarındaki Alamut Kalesi'ni ele geçirdi ve ölümüne kadar 33 yıl boyunca buranın hakimi oldu.
Hasan Sabbah’ın Alamut Kalesindeki cenneti andıran bahçesi hakkındaki en etraflı bilgiyi, 13. yüzyılın meşhur İtalyan gezgini Marco Polo verir (ancak şu bir gerçektir ki Polo Alamaut kalesi yıkıldıktan sonra bölgeyi ziyaret etmiş ve etraftan duyduğu pek inandırıcı gelmeyen bu “sahte cennet” hikayesini aktarmıştır). İşte, Polo'nun seyahatnamesinden Hasan Sabbah'ın Alamut'ta kurduğu cennet:
“Şeyh, kalenin arkasındaki uzun vadiyi zamanının en güzel bahçesi haline getirmişti. Dünyaya meydan okuyormuşcasına yükselen Alamut Kalesi'ni aşmadan buraya girmek mümkün değildi. Vadide birbirinden zarif köşklerle şarap ve süt akıtan çeşmelerin arasında en nadide çiçekler açar, ağaçlar yükselirdi.
"Her köşeye, dünyanın en güzel kızlarından bir grup yerleştirilmişti. Kızların hepsinin sesi güzeldi. Şarkı söylemeyi, dans etmeyi ve birkaç çalgı çalmayı bilirlerdi. Aşk oyunlarında onların üzerine kimse yoktu. Yirmi yaşına basmış delikanlılar arasında sağlıklı, gözü kara, tehlikeye aldırış etmeyen ve ruhsal bakımdan Şeyh'e bağlanabilecek durumda olanlar Alamut'a getirilirlerdi.
"Daha sonra teşkilatın büyüklerinden biri tarafından tek tek Şeyh'in huzuruna çıkartılarak törenle tarikata kabul edilir ve Sabbah'ın ayaklarına kapanan genç ‘fedai adayı’ olurdu. Sabbah, gence içerisinde bol miktarda haşhaş bulunan ama tam formülünü sadece kendisinin bildiği meşhur içkisinden içirir ve kendinden geçen delikanlı ‘‘cennet’’ denilen bahçeye bırakılırdı.
"Delikanlı bir müddet sonra ayılır, kendisini dünyanın en güzel köşelerinden birinde ve birbirinden güzel genç kızlar arasında bulur, her arzusu yerine getirilir ve bir yandan Sabbah'ın büyüklüğüne tanık olurken bir yandan da sonsuza kadar burada kalmayı isterdi. Tarikatın büyükleri, gence birkaç gün sonra yeniden uyuşturucu içirirlerdi. Kendinden geçen genç bu defa kaleye taşınır, ayıldıktan sonra 'Vadideki cennete dönmek istiyorsa Şeyh'in istediği işi yapması gerektiği’ söylenirdi.
"Cennete dönmek için sabırsızlanan fedailere öldürme emri verilir. 'Görevini başarıp döndüğünde cennete yeniden gireceksin. Düşmanımı ortadan kaldırır ama onun adamları tarafından öldürülürsen aynı cennette yaşamaya yine hak kazanırsın. Meleklerimi yollar, seni buraya getirtirim. Ama başaramadan gelir, yakalanır yahut işi bitirmeden öldürülürsen cennetimin kapıları sana kıyamete kadar kapanır' denirdi."
Hasan Sabah değerlendirilirken göze batan en önemli nokta onun durup dururken sadece zevk için suikastlere başvurması için bir neden olamayacağının söylenmemesidir. Sabah kendi yandaşlarının canını korumak ve gücünü göstererek saldırganları yıldırmak için bu tarz bir eylem şekli geliştirmiştir. Anlatılan uyuşturucu ya da sahte cennet efsaneleri ise uydurmacadan başka bir şey değildir.
Sabbah’ın fedaileri gerilla taktiğiyle düşmanlarına saldıran düzensiz birlikler olarak görevlerini başarıyla yerine getirmişlerdir. Hasan Sabah bu anlamda gerilla taktiklerini kullanan ve bugün şehir gerillası dediğimiz mücadele biçimini geliştiren ilk insan olmasıyla da önemlidir. Bir anlamda merkezi anlamda örgütlenmiş ilk şehir gerillası örgütünü kurmuş ve bu örgütü başarıyla yöneterek düşmanlarına korku salmıştır.
Hasan'ın kullandığı suikast tarzı, hazırlık, hedef, yöntem ve yarattığı etki bakımından şimdiye kadar tarihteki tüm suikastlerden farklıydı. Tarihte belki de ilk kez, bir merkezden yönlendirilen bir örgüt, terörü bir dehşet makinesi olarak kullanıyordu. Etkinliği, hiyerarşisi ve disiplin anlayışı bakımından, bir tarikattan çok dinsel ve siyasal bir örgüttü bu. Tüm bu hazırlıklar gizlilik içinde yürütülüyordu.
Sabbah, örgüt üyelerine "Assasins" adını verdi. Arapça'da "Bekçiler" ya da "Sır Bekçileri" anlamına gelen bu kelime daha sonra, Sünni Müslümanlar tarafından "Haşhaş içenler" manasına "Haşhaşiler" olarak saptırılmaya çalışıldı. Fedailerin Sünni yöneticilere karşı giriştikleri suikastlar nedeniyle aynı kelime batı dillerine "Suikastçı" anlamında girdi. Sabbah'ın sır bekçileri, yeniden doğuş inancı ile, sınırsız itaat koşuluyla yetiştirilmiş birer fedai idiler. Bu nedenle örgütün bir diğer adı da "Fedayiin" oldu.
Saldırı hazırlıkları gizlilik içinde yapılıyor ama eylem açıkta, halkın gözü önünde gerçekleştiriliyordu. Saldırılar genellikle kentin en büyük camisi, tercih edilen gün de cumaydı. Sanki suikast yapmıyor, cuma namazı için toplanan kalabalığa asla unutamayacakları bir gösteri sunuyorlardı.
Hedef alınan kişi ne kadar iyi korunursa korunsun, bir yolunu bulup bıçak darbeleriyle öldürüyorlardı. Bazıları saldırı sonrasında bıçağı bırakıp kalabalığa söylev çekiyor, bazıları da, muhafızların gelip kendisini öldürmesini bekliyordu. Eylemlerin amacı sadece hedefi ortadan kaldırmak ve düşmandan kurtulmak değil, korku ve dehşet yaratmaktı. Bu yüzden de Hasan Sabbah’ın fedaileri sadece düşmanlarını öldürmüyor, aynı zamanda kendilerini de feda ediyorlardı.
Hasan Sabbah’ın savaştan nefret ettiği ve barış içinde yaşamak isteyen bir lider olduğu ve gereksiz yere kan dökülmesine karşı olduğu söylenegelmiştir. Ancak düşmanları onu savaşmak zorunda bıraktılar. Hasan Sabbah, yaşadığı dönemde iyi bir örgütçü, politik stratejist ve eşsiz yetenekleri olan bir insandı. Sabbah’ın felsefe ve astronomi öğrenimi gördüğü, hem bir düşünür hem de inançlı bir yaşama öncülük eden bir insan olduğu, zamanını okumaya-yazmaya ayırdığı anlatılır.
Hasan Sabbah 1124 yılı Mayıs ayında hastalandı. Sonunun yakın olduğunu anlayınca, Nizari toplumunun gelecekteki önderlik sorunu için çok önemli düzenlemeler yaptı ve aynı yılın Haziran ayının ortasında epeyce ilerlemiş bir yaşta yaşama gözlerini kapadı. (BÇ/NV)
* Konu ile ilgili kitap önerisi: Kaygusuz, İsmail (2004), Hasan Sabbah ve Alamut, Su Yayınları, İstanbul
** Fotoğraf temsilidir.