Yazarların katıldığı bu İran gezisini düzenleyen "Doğu Konferansı" grubu Türkiye'ye komşu Doğu ülkelerinin aydınlarıyla temas etmeyi, onları tanımayı, ve bu ülkelerin insanıyla daha sıcak ilişkiler amaçlıyor.
Gendaş yayınları Kültür dizisinde çıkan kitabın önsözünde İpek Çalışlar ve Oral Çalışlar kimlerle konuştuklarını ve neler gördüklerini şöyle anlatıyorlar:
"Önde gelen muhalifler başta olmak üzere, İran'daki her eğilimden insanla konuşma olanağı bulduk. İran'ın tanınmış gazetelerini, İran televizyon merkezini, ünlü Kum kentini, bu kentteki Fevziye Medresesi'ni, Humeyni'nin İran'dan ayrılmadan önce yaşadığı evi; halılarıyla, tarihi köprüleri ve Nakşıcihan Meydanıyla ünlü tarihi İsfahan kentini gezdik. Zaman zaman parklarda gençlerin gitar eşliğinde oyunlarına tanık olduk, bazen İranlı gençlerle futbol oynadık. "
"Biz İran'da özgürlük ve demokrasi isteyen İranlıları gördük. Nereye başımızı çevirsek, kadınların ve erkeklerin bu sistemden bıktığına tanık olduk. Gönlümüz onlarla beraber. Bugüne kadar pek tanımadığımız bu ülkenin aydınlarıyla konuşmalarımız ve anlaşmamız bir haftalık süreyle sınırlı kalmadı."
Okumadan olmaz!
Ne var ki; gazeteci yazarlar bununla yetinmemişler, döndükten sonra, e-postalarla, telefonlarla haberleşmişler, İnternet üzerinden gazeteleri, siteleri izlemişler, özetle görünen ve gösterilenden fazlasını anlamaya çalışmışlar...
126 sayfalık kitap, önsöz ve kaynaklar dışında 9 bölümden oluşuyor: Bir Erkek Diktatörlüğü, molla rejimi sallanıyor, görüşmeler, şu kadınlar da olmasa, muhalefetin öncü aydınları, insan hakları karnesi berbat, gündelik yaşam, Kum ve İsfahan, Cuma namazı.
Kitabın 49-54 sayfalarında yer alan "Kadınlar nasıl örtündü" bölümünü, bir ek notla aynen yayınlıyoruz: Kadınları, İran'ı ve sahiden erkek diktatörlüğünü anlamak, görmek ve düşünmek için bu kitabı okumanızdan başka çare kalmıyor.
Kadınlar nasıl örtündü?
İran'a gidince insanın en çok merak ettiği şey kadınların hangi süreç içinde örtündükleri oluyor. Yasalar mı çıkarıldı, yoksa fetvalar mı verildi? Acaba kadınları nasıl örttüler?
Kronolojileri karıştırdığınızda böyle bir bilgi hemen çıkmıyor karşınıza. Hicab Yasası'nın tarihi, İslami rejimle yaşıt değil. Başlangıçta kadınlar başları açık gezmeye devam etmişler. Örtünmeyi kışkırtan ana faktör, İran-Irak Savaşı ve şehitlik ideolojisi olmuş.
Gazeteci Nefise Kuhnavard, savaşın İslam'a ait olmayan bir tür siyah çarşaf ve yas geleneğini kışkırttığını söylüyor. Daha yasalar değişmeden, sokaklarda gezinen küçük militan gruplar kadınlara örtünmelerini söylemeye başlamışlar. "Ruj sürmeyin, boyanmayın, süslenmeyin, rengârenk giyinmeyin, şehitlerimize saygısızlık etmeyin!" diye baskı yapmışlar.
Gazeteci Nevval Sevindi, o tarihte Tahran'da yaşıyordu. Dini Lider Humeyni, 8 Mart 1979'da televizyonda yaptığı bir konuşmada, kadınların örtünmesini emretmişti. Kadınlar bu açıklamayı duyduklarında 50 bin kişilik bir topluluk halinde bu yasağı protesto için yürüyüşe geçtiler. Gösteriler sırasında bir kadın bıçaklandı. Sevindi'nin anlattığına göre, gösteriden bir gün sonra Humeyni adına bir açıklama yapılarak böyle bir yasak olmadığı söylendi. Gösterilerden çekinen yönetim yasağı bir süre ertelemişti.
1980 yılı sonunda da Hicab Yasası çıkartılmış. Savaş ve örtünme arasındaki bu bağ oldukça ilginç.
Hicab Yasası'nın işyerlerine zorunlu kılındığı yıl, 1981. Ardından Müslüman olsun olmasın kadınlara kamuya açık yerlerde örtünmeleri emredilmiş.
Amerikalı gazeteci Robin Wright, uzun yıllar sonra İran'a gelişini anlatırken tırnağındaki ojeleri örtebilmek için tek tek yara bandı yapıştırmak zorunda kaldığını söylüyor.
Kadınlar 1970'li yıllarda Şah'ı devirmek için yaptıkları gösterilerde "İstersek takarız" diyerek peçelerini sallamışlardı. Ama artık örtünmelerini zorunlu kılan bir rejimle yönetileceklerdi.
Yasalar ve kadınlar
1974'de Şah rejimi, kadının evlenme yaşını 15'ten 18'e yükseltmişti. 1980'de İslam Cumhuriyeti şeriatı esas alarak kadının evlenme yaşını 9'a indirdi. 1980 tarihli Medeni Kanun, kadın ve erkeği 9 ve 15 ay yılında ergin kabul etti.
Sürekli ergin olmayan kişi muamelesi gören, örneğin seyahate çıkmak için kocasının ya da babasının iznine ihtiyacı olan kadın, iş ceza yasasına gelince erkekten daha erken yaşta ergen sayılıyor.
9 yaşında evlenebilen kadın 15 yaşına gelmeden çalışamıyor. Çünkü çocukların çalıştırılması yasak.
Boşanma halinde annenin fazla bir hakkı yok. Çocuklar otomatik olarak babanın velayetine veriliyor.
1979'da kadın Eğitim Bakanı Farrokhru Parsa, "Allah'a karşı geliyor, fahişeliği teşvik ediyor" gibi acayip bir gerekçeyle idam edildi. Monarşi döneminde önemli mevkiler elde eden kadınların neredeyse tamamı, işten uzaklaştırıldı. Bunların arasında binlerce eğitimci, devlet memuru, diplomat, beş belediye başkanı, 330 yerel meclis üyesi, 22 de parlamenter vardı.
Cinsiyete dayalı ayrımcılık başlamıştı. 1981-1983 yılları arasında cinsiyet ayrımına dayalı sayısız yasa çıkarıldı.
Önce radyolarda kadın sesi yasaklandı. Arkasından kadın şarkıcıların televizyona çıkmaları yasaklandı.
Ziraat, maliye ve mühendislik fakültelerinin erkeklere ait olduğuna karar verildi. Ama tıp alanına ilişilmedi.
Yuvalar kapatıldı. Doğum kontrolü ve kürtaj yasaklandı.
Boşanma hakkı kadının elinden alındı.
1991'de çıkartılan İslami Ceza Yasası, kız çocuğunun ceza yaşını 9 ay yılına (İran İslam rejiminin uyguladığı bir ay yılı, normal miladi yıla göre 11 gün eksik), erkek çocuğununkini de 15 ay yılına indirdi. Halbuki, 1925'de çıkartılan ceza yasası 18 yaşından küçüklerin suç işlemeleri halinde en ağır cezanın 5 yıl olmasını öngörüyordu. Yeni anayasa kadın ile erkeğin şeriat çerçevesinde eşit olduğunu söylüyordu. Mahkemede iki kadının tanıklığı bir erkeğin tanıklığına eşit kabul edilecekti.
İslami Devrim'in 14. yılında, Tahran, 21 Şubat 1994'te dünya basınının pek de ilgisini çekmeyen bir protestoya sahne oldu.
Amerika'da doktora yapmış bir psikiyatr olan Tahran Üniversitesi öğretim üyesi Homa Dharabi Tahrani kendisini yaktı. İslami bir aileden geliyordu. Amerika'da eğitim görmüştü. Öğrenciliğinde Şah'a karşı ayaklanmış, daha sonra "İslam Devrimi"ni desteklemişti. 54 yaşındaydı. Çocuk psikiyatrisinde önemli bir isimdi. Hem hastanede hem de Tahran Üniversitesi'nde çalışıyordu.
İslam rejiminin kadınlara çıkarttığı engeller boğucu hale gelmişti. Yurtdışındaki çocuklarını görebilmek için gitmek istiyordu. Ama seyahat edebilmek için gerekli olan kocasının onayını alamıyordu. İran İslam Devrimi bu kez de koca kılığında önüne dikiliyordu. Lanet etti ve ölmeye karar verdi. Tahran'ın kalabalık meydanlarından birine gitti. Üzerine bir bidon gaz döküp bedenini ateşe verdi. Yanarken "Diktatörlüğe ölüm! Çok yaşa sen özgürlük!" diye bağırıyordu.
Kız kardeşi Pervin Dharabi, "Rage Against the Veill/Peçeye Öfke" adıyla onun yaşamını kaleme aldı.
İran kadın intiharlarında başı çekmeye başlamıştı.
İnternetteki sayısız İran sitelerinden birinde, Meryem Seyid Hüseyni 10 yıllık örtünme serüvenini anlatırken, örtünmedikleri için hapis yatan, işkence gören, infaz edilen kadınlardan söz ediyor. "Arkadaşımın sırtındaki 50 kırbaç yarasını nasıl unuturum?" diyor. "Örtünmedikleri için beş yıla kadar hapis yatanlar olduğunu anımsıyorum," diye de ekliyor.
Kan Parası...
İranlı kadınların ve kadın hukukçuların büyük kavga verdikleri bir alan da "kan parası" denilen kurum. Ceza yasasına göre bir kadın bir erkek tarafından öldürüldüğünde kadının katiline ölüm cezası verilmiyor. Erkek katilin yaşamı kadın kurbanın yaşamından iki kat değerli kabul ediliyor. Buna karşılık bir erkeği öldüren kadına ölüm cezası verilmesi sıradan bir olay. Bu cezaya ayrıca öldürdüğü erkeğin ailesine borçlu olduğu tazminat ekleniyor.
İşte bu tazminatın adı kan parası. Erkeğin ölümüyle birlikte ailesinin parasız ve çaresiz kalacağı varsayıldığından kan parası ailenin bir süre geçimini sağlıyor. Ancak son yıllarda bazı mahkemeler kadın öldüren erkeklere de zaman zaman ölüm cezası vermiş...
Kan parası öyle az buz bir para değil. Yedi yıl önce, 11 yaşında tecavüze uğrayıp öldürülen Leyla'nın ailesinin suçluların cezalandırılması için 18 bin dolar kan parası ödemesi gerekiyor. Leyla'nın ailesinin avukatı ise Şirin Ebadi'ydi. (BB)