Oysa bana hep tersi oluyor. Son sevdalık halimin tezahürü sol elimin dirseğine kadar gelen alçı. Bu yazıyı ilk kaleme aldığımda öyleydi en azından. Son üç yılda, üç dört aylık aralıklarla bu adrese uğrayan sevdanın ete kemiğe büründüğü zat, ilk karşıma çıktığı günden beri bir hastalanmadır gidiyor. Ne romantik bir karşılaşmaydı o gün batarken, deniz kenarında...Taa ki akşam ateşim çıkıp, gecenin bir yarısı kendimi doktorda bulup bir takım iğneleri kaba etime yiyene kadar...
Güneş çarpması
İkinci görüşmeyle gelen daha sıkı bir darbeydi, hem de dünyanın en romantik şehri Venedik'te. İçimizi ısıtmaktan beynimizi sulandırmaya doğru bir hareketle güneş fazla gelmiş, başıma geçerek üç hafta boyunca bütün dünyamın fırıl fırıl dönmesine neden olmuştu. Karşımda oturan nörolog, durumun hafife alınır yanı olmadığını, çok dikkatli olmamı, evden çıkmamamı, sürekli yatmamı ve başımı ıslatıp soğuk tutmamı söylüyor ve uyarıyordu: 'bu iş şakaya gelmez.'
Kimileri bunu baş döndüren bir aşk olarak yorumlamak isteyebilir, ben de çok isterdim ama olmadı.
Kulak-burun-boğaz enfeksiyonlarından bir demet
Yılbaşı bahanesiyle yeniden bir araya geldiğimizde iki hafta birlikteyken, iki hafta da ayrıldıktan sonra sürekli olarak kulak, burun, boğaz enfeksiyonuyla yataklara düştüm. Üstelik sürekli antibiyotik almaktaydım. Doktor pişkin pişkin, bu bakterinin ne kadar kolay kapılabilen bir bakteri olduğunu söyleyip sürekli antibiyotiğimi yenilerken artık tepem atmıştı.
Sevgilinin gelmesinden hemen birkaç gün sonra başlayan hastalıklar serisi, sevgiliden ayrıldıktan sonra bir dönem sürüyordu genellikle. Yani hastalık, sevgili var diye mi sonra da "vah vah yine yok" diye mi tekrarlıyordu henüz anlayamadım. Başka bir deyişle sevgili ve hastalık arasındaki psikolojik bağ ne ola ki diye düşünsem de bir türlü bulamadım.
El kemikleriyle tanışma
Son vukuat ise, elimin kemikleriyle tanışmama olanak sağlayan küçük motosiklet kazamız oldu. Bir keyif bütün gün gezmişken tam dönüş yolunda yaptığımız küçük kazada, elimi hızla yere çarpmış ve aynı gece elimin ağrısından uyumamıştım. Sabah ilk iş kendimizi hastanede bulduk.
Bir memleketi tanımanın en iyi yolu resmi dairlerinde herhangi bir deneyim yaşamaktır. Bu kanıya üç ayrı kıtada okullara kayıt olurken varmıştım. Kayıt işlemi bittiğinde ilk gerçek deneyimimi edinmiş, ülkenin bürokrasisinin, insanlarının vatandaşlara ve vatandaş olmayanlara nasıl yaklaştığına dair epey bir deneyim elde edmiş olurdum. Sağ elimle sol elimi desteklemiş hastanenin koridorlarında ilerlerken, bir yanda elimin acısı bir yanda da benzer bir deneyimi Yunanistan'da da yaşayacak olmamın verdiği hinoğluhin bir heyecan vardı içimde.
Acil
Sonuçta bu ülkede geçerli olan bir sigortam yoktu, bu iş kaça patlayacaktı, elimde ne vardı vs. gibi bilumum sorular kafamda dönerken "ACİL"e gitmemizi salık veren bir görevliyi takip edip "ACİL"in kapısına varmıştık. Danny içeri alınmıyordu, sadece hasta, yani ben girmiştim içeri. Vızır vızır hasta bakılan, yaralara dikişler atılan bu sakin olması beklenen ada hastanesinde oturup bir köşede sıramı bekledim önce. Daha sonra elime tutuşturulan bir kağıtla röntgenin parasını ödeyip gelmemi söyledi bir başka görevli. Parayı öderken kuyruk beklemememi, "ACİL" hastası olduğumu söyleyip işlemimi hızlandırmamı salık vermişti. Bu "ACİL" lafı pek bir sinirimi bozmaya başlamıştı ki, veznenin önündeki kuyruğu görünce ne kadar yararlı olduğunu hemen idrak ettim. Elimdeki reçeteyi gören güvenlik görevlisi, hızla işlemimi yaptırdı ve merakla beklenen an geldiğinde, ödemenin 4 Euro olduğunu duyup olduğum yerde kalakaldım. Sağlık sigortamın olmadığı bu ülkede yalnızca 4 Euro vererek röntgen mi çektirecektim?
Aynen öyle yaptım. Röntgeni elime alıp "ACİL"e döndüm, bu arada ortopediste haber verilmişti ve gelmesini bekliyordum. Çiçeği burnunda ortopedistimiz ufukta göründüğünde yanımda kendisini bekleyen yaşlı bir kadın daha vardı. Doktor elimin orasına burasına bastırırken bağırdığımda kadıncağız 'vah yavrum' anlamına geldiğini tahmin ettiğim bir şeyler söyleyerek, sırtımı ovalıyordu.
Alçı
Ve doktor karar veremedi. Yaygarada üstüme yoktu ama röntgende kırık gözükmüyordu. Garantiye almak için alçıya almak gerek dedi. Alçı. Bu kelimeyi anlamakla beraber anlamazdan gelmiştim. Sanki bu kelime algı eşiğime takılmış arada bir yerde asılı kalmıştı, aynen fructure (kırık) kelimesinde olduğu gibi. Alçı koluma yapışana dek anlamaya direndim fakat gerçeği etimde hissedince şu kırık meselesinin de tekrar sormam gerektiğine karar vererek, doktora kırıktan neyi kastediyorsunuz gibi saftirik bir soru sordum. O da skafoid kırığı denen bir kırığın oluşmuş olabileceğini ancak emin olmadığını söyledi.
Kolumu el çabukluğuyla boynumdan astığında sinirlerim bozulmuş son sürat kahkaha atmaktaydım. Doktor bozulmuştu... 'işiniz bitti' dedi sert bir edayla. Diğer elimle cüzdanımı çıkarmış beklerken, "ACİL"de hiçbir tedavi için ödeme yapılmaz dedi aynı sert ifadeyle. Üç defa sorup iyice garantiye aldıktan sonra, acaba bu iş Türkiye'de benim durumumda bir turistin başına gelse kaça patlardı, hangi koşullar altında hastanın tedavisi yapılırdı diye düşünürken, "ACİL"den acil olmayan hayata geçtim, kolumu boynumdan asılı gören Danny'nin şaşkın bakışları arasında...
Skafoid kemiği
Adada kalabalık bir skafoid kırıklı hasta nüfus var, ne de olsa herkes vızır vızır motosiklet kullanıyor. Dirseğe bağlı başparmak civarındaki bu küçük kemik, tutma işlevini tamamladığı için son derece önemli ve vücudumuzun en zor kaynayan kemiğiymiş meğer...Kaynaması tam üç ay sürüyormuş. Alternatifi ise ameliyatla bir platin takılmasıymış ele...
Eve dönünce ilk iş skafoid kemiğimle olan ilişkimi kontrol ettirdim ve sevinerek öğrendim ki sevgili skafoid ihanet etmemişti elime. Sapasağlam duruyordu yerinde. Ancak ödem doluydu el ve üç hafta atelde kalmasına karar verdi doktor. Üç ay alçı ihtimalini düşününce göbek atası geliyordu insanın.
Sevdanın en belirgin hastalığını ince hastalık sananlara uzunca bir alternatif listesi sunduğumu düşünerek bunlara uygun atasözleriyle dilimizin daha da zenginleşmesine bir ucundan katkıda bulunacağımı umuyorum.
Bir elimde atel, bir elimde sevda
Kalbim, böyle giderse gün gelir yolda kalır...(TS/EK)