Günden güne gurbete dönen bir şehrimiz var. Dışarlıkların gurbeti olmaktan çıktıkça, İstanbullular için gurbete dönüşen İstanbul.
Garip şeyler düşünmekle meşhurlardan Cüneyt Ayral, bir zamanlar, İstanbula gazete armağan etmek istemişti. O ve gazetenin her biri bir başka telden çalan yazarları, kâh kendi şehirleri, kâh kendi gurbetlerini arıyorlardı.
Resmen totoloji
Kostantıniyye Haberleriyle unutmamayı, sürekli anımsamayı, şehrin kendi çapında bir tür belleği olmayı amaçlıyorlardı. Zaten unuttuğunuz değerleri koruyamazsınız! Evet, resmen totoloji...
Ama, anımsamanın uç verdiği, başlar gibi olduğu saniyeler bile, İstanbul için yeni bir başlangıç olabilirdi. İşte, gazete bu ivmeyi asgarisiyle yaratsa bile, çok büyük yarar sağlayacaktı. Belirtilen ivmeden etkilenen yazarları burada saymaya gerek yok.
Bir ustayı anacağım: Orhan Duru, birçoğu Kostantıniyye Haberlerinde yayımlanmış yazılarını İstanbulin adlı yapıtında topladı. İstanbulin üzerinde bir değinme karalamış ve şöyle demiştim: Orada (gazetede) ben de İstanbulu Bul Bana başlığı altında bir şeyler yazdım.
İstanbul Türkçe miydi, abi?
Orhan Duru ile komşu olmak ne güzeldi. 1950lerde miydi, İstanbul / Not Konstantinopolis! diye bir şarkı vardı! Ulan, İstanbula İstanbul deyiniz! anlamında bir şarkıydı.
Efendim, o şarkının derin etkisi altında kimileri, gazetenin başlığında Kostantıniyye adının geçmemesi gerektiğine karar verdiler. Aya Mama deresi (hani şu 1995 Temmuzunda sele dönüşen dere), o zaman da oralarda akıp duruyordu.
Öfke biriktiriyordu sanıyorum. Sankim İstanbul Türkçe miydi abi? O da, orada kentte anlamındaki Stin Polinden gelmiyor muydu? Adından önce kendisini korusanıza şu şehrin bre Hayrettin Karacaca çarpılasılar!
Cüneytin ütopyası
Cüneyt, gazetenin adını değiştirmek zorunda kaldı. Eee, yabancılara adını değiştirdiğini, artık Turkey yerine Türkiye denilmesi gerektiğini dayatmaya kalkıp iki seksen uzanan bir tür yönetici kafası, bir İstanbul yayını üzerinde gücünü göstermişti.
Olsun. Bu yayın, gene de Bizim Şehir içindi. Cüneytin ütopyası, boyut değiştirdi, kağıt değiştirdi, kimi yazarlar yorulunca yerlerine başkaları yazdı. (Bir kez yazımı yetiştirememiştim. Cüneyt, benim sütunu boş olarak korumuş, bir de okur azarı işitmişti!)
Gazetenin biçimi, boyutu değişse de, özü değişmedi. Biliyorum, o gazetenin yaratıcıları, yine garip şeyler düşünmekle meşgûl. Bakarsınız günün birinde şehir karşısına, okur karşısına yine çıkıverirler. Çıkmasalar da, şu kadar sayısı, şu kadar sayfasıyla Gazete bir çılgınlık kaynağı gibi, tanıklığını sürdürecek.
Hatta, gazete dizini için bu önsözü yazdığım gün (10 Ekim 1995), önsözü bile bir habere ve tanıklığa dönüştürme olanağı vardı. Bakın, oy patlamasını özellikle gecekondu bölgelerinde gerçekleştirmiş bir partinin üyesi, İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı Tayyip Erdoğan bugünkü Meydan gazetesinde neler diyor:
Erdoğanın vizesi
Kenti kurtarmak için VİZE uygulamasının şart olduğunu belirten Tayyip Erdoğan şunları söyledi: İstanbula göç ancak vize uygulamasıyla durdurulabilir. Ama bu kararı verme yetkimiz yok (...) Şayet göç durdurulmaz ve nüfus giderek artarsa, hiç bir yerel yönetim bu kenti kurtaramaz.
Başkan, sanki 40 yıl önce konuşuyor!
Yüzyıllar önce, bu yönde fermanlar olduğunu nereden bilsin?
Şehrin adı henüz Kostantıniyye iken bile benzer sorunların yaşandığını Kostantıniyye Haberlerinde okumuş mudur?
Sizi İstanbul hakkında ilginç bir kaynağın dizinleriyle baş başa bırakırken vurgulamak istiyorum: Bu kaynağın da bir vizesi vardı... İstanbul sevgisi. Vizesi olan buyursun. (HA/NM)