Merhaba,
Öncelikle belirtmeliyim ki ilk aklıma gelen cümleleri yazacağım. Çünkü üzerinde uzun uzun düşünülmüş, çalışılmış cümleler ister istemez o cümleleri benim olmaktan çıkaracaktır.
Total ret tam olarak ne demek, sizin tavrınızla birleştirerek anlatır mısınız?
Total Ret kavramını Vicdani Ret içerisinde değerlendiriyorum. Vicdani Ret, kişinin dini, politik, ahlaki ya da herhangi bir nedenle askerlik yapmayı reddetmesi demek. Vicdani reddin dayanağı birçok şey olabilir, ancak özü insanın kendi istekleri doğrultusunda yaşamını örgütleyebilme özgürlüğüdür. Total Ret, askerlik hizmeti yerine öngörülebilecek herhangi bir "sivil" alternatifi de reddetmek anlamına geliyor kabaca. Bunun nedeni Total Retçinin militarizm deyince sadece askerliği değil, toplumsal yaşamın ve ilişkilerin özüne sirayet etmiş olan tüm hiyerarşik ve ayırımcı ilişkiler ağını da kastetmesidir. Hayatımı bütün bu ilişkiler ağının dışında kalmaya gayret ederek sürdürmeye çalışıyorum. Deklarasyonumda da, 8 Nisan'daki tutuklanmamdan bu yana geçen süreçte de herhangi bir erteleme ya da izni de reddeden bir tutum içindeyim. Kanunlar, yönetmelikler ya da sözleşmeler meşruiyetini tanımasa da hakkımda iradem dışında kararlar alınmasına karşı geliştirdiğim bu tutumun meşruiyetinden herhangi bir kuşkum yok. Total Ret kişiyle toplum ya da devlet ve devletler arasında yapılmış olduğu varsayılan sözleşmenin feshi talebidir.
Gözaltına alınıp total retçi olduğunuzu söylediğinizde ne tür tepkiler aldınız?
Gözaltına alındığımda total retçi olduğumu söylemem sadece şaşkınlık yarattı. Sanırım bazı kişiler de deli olduğumu düşündü. Bir süre sonra ise insanlar terörist olduğum konusunda sanırım bir görüş birliğine vardılar. Polis memurlarının bir kısmı bedelli askerlikten bahsettiler, ama bedel ödemeyeceğimi söylemem yine bir şaşkınlık yarattı. Karakoldaki polisten cezaevindeki gardiyana kadar birçok insan "Bu vatanın ekmeğini yiyorsam bedelini ödemem gerektiği" konusunda bir şeyler söyledi. Sadece o ekmeği üretenin kim olduğunu sordum her birine. Kim kime borçlu? Vatan ne? Soruların artışı her zaman konuşmama kararına götürdü insanları. Sevklerim sırasında muhafızlığımı yapan askerlere getirilen benimle konuşmama yasağı da egemenlerin total retçiye tutumunu açıkça ortaya koyuyor. Sanırım korku.
Cezaevinde ve askeriyenin içinden destek buldunuz mu? Tepkiler nasıl oldu size karşı?
Cezaevindeki ve daha önce Tokat'ta bir gece kaldığım disiplin tutukevinde genel olarak mahkumlardan da görevli askerlerden de olumsuz bir tepki almadım. Merakla sorular aldım konu hakkında. Dava sürecinin ilgiyle izlendiğini biliyorum. Yöneticilerin telkinlerine rağmen şiddete uğramamam bu koşullar altında önemli bir destek sayılabilir.
Kötü bir tepki aldınız mı cezaevi sürecinde? Şiddet ya da sözlü taciz gibi...
Aldığım kötü tepkiler de oldu. Tam da bayrak krizi, Kardak, Trabzon derken "Vatan Haini" ya da "Terörist" olarak nitelendirilmek ve çevremdeki insanların yönlendirilmesi beni oldukça korkuttu. Hatta cezaevinde ilk gece küçük bir linç girişimi de oldu. Bu konuda hukuki süreç başladı. Umut verici olan, ellerini kirletmemek için mahkumları gaza getiren egemenlerin amaçlarına ulaşamamaları. Şu anda mahkumlarla bir sorun yaşamıyorum. Vicdani/Total Ret bir şekilde zorunlu askerlikzede olan eratın ve mahkumların da açık ya da dolaylı desteğini sağladı.
Yakın çevrenizden ne tür tepkiler aldınız?
Yakın çevrem 2001'deki deklarasyonumdan buyana duruma bir şekilde hazırlıklıydı ve hep yanımda oldular. Kız kardeşim karşı çıkmasına rağmen hala Sivas'ta. Askerlik yapan erkek kardeşimle telefonda görüşüyorum ve beni desteklediğini biliyorum. İlk duruşmaya kadar durumu açıklamadık, bu süre boyunca arkadaşlarım onu yalnız bırakmadı. Hatta İlke onunla birlikte yaşıyor halen. Duruşma dönüşü anneme bir mektup yazdım ve durumu açıkladım. Sağlığından endişe ediyordum ama şu anda gayet iyi ve beni destekliyor. Ailem ve arkadaşlarım kampanya için ellerinden geleni yaptılar ve yapıyorlar, bunun için hepsine minnettarım.
Sizin için birçok dayanışma grubu oluştu, ne düşünüyorsunuz?
Dayanışma gruplarının oluşacağını biliyordum ama bu kadar yoğun bir mesai harcanacağını ve bu kadar geniş bir katılımın olacağını tahmin edemiyordum. Cezaevi sürecini neredeyse katlanılır kılan bir durum çıktı ortaya. Tüm baskı ve yok saymaya rağmen kimsenin barış isteğini hapsetmeye gücünün yetmeyeceğini her an tekrar ispatlıyor katılımcılar. Hepimizin özgür olacağı güne inancım pekişiyor.
Eşcinsel olduğunuz savcılık tarafından anlaşılınca hastaneye sevk edildiniz. Herkes çürüğe çıkarılmanızı bekliyordu. Bu olmadı, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce bu durum çürük raporu sürecini nasıl etkileyecek?
Hastaneye sevk edilmem resmi olarak CMUK ile gerekçelendirildi. Ancak asıl gerekçenin eşcinsel olmam olduğu ortada. Hastanede muayeneleri reddettim ve eşcinselliğin bir patoloji olarak tanımlanamayacağını söyledim. Hastanede imzalatılmak istenen "her türlü tıbbi müdahaleyi" kabul ettiğimi belirten kısmı karalayıp, yan tarafa " hiçbir müdahaleyi kabul etmiyorum" yazarak imzaladım. Livata muayenesi için Genel Cerrahiye sevk edildim ve orada da muayeneyi reddettim. Bu arada Sivas Askeri hastanesinde kanıt olarak fotoğraf istendiği bilgisini de aktarmalıyım. Heteroseksüellik gibi eşcinselliğin de kanıtlanamayacağını, bunu istemeye kimsenin hakkı olmadığını ve bunun bir hastalık da olmadığını anlattım. Bir haftalık müşahede (ki müşahededen çok kapatma denilebilir; çünkü bir hastane olmasına rağmen hijyenden çok uzaktı.) sonrası sağlık kurulu "çürük" olmadığıma karar verdi; cezalandırılabilirdim.
Bu karar Askeri Psikiyatri açısından bir devrim sayılabilir. Ben reddetsem de evraklarda Piyade Er olarak nitelendiriliyorum ve şu anda resmi olarak bir adet eşcinsel Piyade Er orduda mevcut. Ancak burada dikkate değer olan önemli bir nokta, mahkemeye sunulan ayrıntılı raporumda bu konuya temas edilmemesi, ret açıklamamdaki beyana rağmen eşcinsel olmadığıma karar verilmiş olması ihtimali. Mahkemeye sunulan raporunun çürük raporu çürük raporu sürecini nasıl etkileyebileceği konusunda net bir fikrim yok. Çünkü yattığım psikiyatri servisinde gördüğüm, hastane tarafından her türlü rahatsızlığın ya da şikayetin çürük raporu alıp askerlikten kurtulmak için ortaya atılmış iddialar olarak algılandığı. Servise yatan neredeyse tüm askerlere (adli müşahedeler dışında tamamı diyebilirim.) beton tabir edilen ilaçlardan veriliyor. Enjeksiyonlarda bir süre sonra vücutta ciddi kasılmalara neden olabilen ve uzun süre etkisi geçmeyen bir ilaç. Herkese neden beton yaptıklarını sorduğum hemşire, ilacın caydırıcı olarak kullanıldığını söyledi. Gerçekten de birkaç enjeksiyondan sonra kendi istekleriyle psikiyatrik tedavi görmek üzere hastaneye yatan hastalar taburcu olmak için yalvarmaya başlıyordu. Açıkçası kapalılığı nedeniyle keyfiyetle yürütülen askeri hastane uygulamalarının değişebileceğine, eşcinsellere yönelik çürük uygulamasının tüm alçaltıcı ve onur kırıcı uygulamaların sona ereceğini şimdilik öngörmüyorum. Uygulama öyle bulanık ki; eşcinselim diyene inanılmıyor, kanıt isteniyor, kanıtı verene çürük vermeyene heteroseksüel tanımı getiriliyor. Çürük raporu için başvuran eşcinseller askerlikten kurtulmak için bu aşağılamaları kabul ettiği sürece, süreç de aynı şekilde devam edecektir diye düşünüyorum.
Askeriyenin içinde heteroseksizmin boyutu ne? Homofobik davranışlarla karşılaştınız mı?
Ordu her zaman erkek bir kurum olmuştur ve Türkiye'deki ordu da farklı değil. Heteroseksizm yazık ki sadece orduda değil, her yerde çok yaygın. Öyle ki varlığı bile fark edilemiyor. Tokat'taki birlikte revirde muayenem yapılırken bir kişi de ilişkili olduğum örgütleri sordu. Kastettiği örgütler farklıydı ama şimdiye kadar ilişkilendiğim birçok örgütü söyledim. Kaos GL ve Lambdaistanbul gibi eşcinsel örgütlerini de saydım. Gruplar hakkında bilgiler verdim, tabii bu örgütlerin eşcinsel örgütleri olduğunu da söyledim. Ancak bana eşcinsel olup olmadığımı sormadılar. Herkes ve tabii ben de öylesine zorunluyum ki heteroseksüel olmaya deklarasyondaki cümlem, hatta birlikte çalıştığım eşcinsel gruplar bile heteroseksüelliğime halel getirmiyordu onlara göre. Kafalarındaki eşcinsel tipine uymuyordum ve neredeyse yemin etmemi isteyeceklerdi. Aslında komik gibi görünse de benim için oldukça yaralayıcı. Eşcinsel kelimesi birçok ağızdan kısık sesle çıkıyor, bana sorulmadan önce affedersin deniliyor. Tabii toplumda yaygın olduğu üzere küfür etme alışkanlığı orduda yaygın ve bunların nasıl küfürler olduğu da kolayca tahmin edilebilir.
Cezaevi dışında sizinle dayanışma içinde olan insanlara bir mesajınız var mı?
Açıkçası bu kadar iyi bir kampanya hayal etmemiştim. Böylesine bir dayanışmayı da... Kendimi bir anlamda oldukça iyi hissediyorum ve bunu sesimin karşılık bulduğunu görmeme borçluyum. Emek veren, beni ve eylemimi destekleyenlere çok teşekkür ediyorum. Artık hepimizin özgür olabileceği bir zamanın geleceğine daha çok inanıyorum. Bir arkadaşıma mektubumda şu anda bir sis tarafından sarılı olduğumuzu, birbirimize ses verdiğimizi ve bir gün o sisi dağıtmayı başardığımızda ayrı yönlere yüzümüz dönük olsa bile birbirimizin gözlerinin içine bakabileceğimizi yazdım. O günün geleceğine inanmayı sürdürmelerini istiyorum.
Sizinle bu konuda benzer durumda olan ve ne yapacağını bilemeyen insanlara bir mesajınız var mı?
Barış uğruna savaşılacak bir şey değil, ama uğruna birçok şey verilebilecek bir şey. Hep düşüncelerin ve vicdanın aksine bir yaşam sürmenin çok zor olduğunu söylemişimdir. Ben görece kolay olanı seçtim ve kolayı seçmenin, korkaklık olarak değerlendirilmesine karşı çıkmıyorum. Çünkü korku aşağılanabilecek bir duygu değil, aşağılık olan cinayetlere, şiddete methiyeler düzülmüş bahaneler üretmek gibi geliyor bana. İnsanların ne uğruna neleri verdiklerini hesap ederken iç huzurlarını, kendileriyle barışıklıklarını da hesaba katmalarını istiyorum. Kendilerine addedilmiş borçları ödemeden önce neden diye, ne için diye sormalarını istiyorum. Ben çok özel biriyim, dünyada geriye kalan 7 milyar insan da kendisi için en özel kişi biliyorum. İstatistiklerdeki rakamların tek tek 1'lerden oluştuğunun, her birimizin de sadece o 1'lerden biri olduğunun farkındayım. Hepimiz birer en özel 1'iz ve herkesin bunun bilgisiyle bir yaşam sürmesini, kararlarını bu bilgiyle almasını istiyorum..
*****
İtaat kültürünü kanıksamış ve geçmişi kulluğa dayanan Türk insanına, sivil itaatsiz bir tavır olan "vicdani reddi" benimsetmek için nasıl bir yol izlenmelidir?
Vicdani Ret birçok açıdan bir ezber bozumunu içeriyor. Öncelikle insanın doğasında varolduğu öne sürülen savaşçılığın herkes için genelgeçer bir doğallıkta olmadığını gösteriyor. İnsanlar genellikle çoğunluk tarafından yapılan, inanılan şeylerin tartışmasız doğruluğuna ve doğallığına inanıyorlar. Bizim gibi tarihinden kopuk, çok çok önceki iki kuşağın yaşamından haberdar toplumlarda egemenlerin atfettiği özellikler ilk direnişin aşılmasından itibaren ezeli/ebedi bir hal alıyor. Tabii bireyleşmenin bu aksak tarafı da "bayrak", "namus" gibi soyut simgelerin kolayca toplumu güruhlaşmaya doğru itiyor. Bir topluluğa ait olma güdüsünün soyut simgelerle sağlanması da itaat etmeyi beraberinde getiriyor. Üretim sürecine katılan bireylerin -ki aslında bu sürece katılmayan kimse yoktur, öyle ya da böyle herkes bir yerindedir- kendisini değersiz hissetmesini anlamak mümkün görünmese de yazık ki birey kendini oldukça değersiz görüyor. Sorgusuz sualsiz itaat edilen, kutsal atfedilen "devlet"in ve her ne olursa olsun rejimin vatandaşı olan kişilerin eşit hisse sahibi olduğu, eşit söz hakkına sahip olduğu bir akitten ibaret olduğu anlaşıldığında, bireyler bu akdi tartışmaya başlayacaktır ve Vicdani Ret yaygınlaşacaktır. Tabii savaş kazanan halk olmadığı, sadece liderlerin ve onları besleyen silah, petrol vs. şirketleri başta olmak üzere büyük sermaye sahiplerinin kazandığı ya da kaybettiği savaşlar olduğu; tarihi zaferlerle dolu savaşçı bir millet olduğuna inanan Türkiye insanına da anlatılmalı. 11 Eylül sonrası maskelere bile ihtiyaç duyulmayacak kadar pervasızca sürdürülen işgallerin ülke insanındaki algılayış biçimi bu yöndeki çalışmalar için zemin hazırlamış durumda.
Medya da vicdani retçileri görmezden geliyor. devletin medya üzerindeki baskısı veya medyanın militarizmden beslenmesi gibi çeşitlendirilebilecek sebepler görmezden gelme politikasını ne şekilde etkiliyor?
Egemen medyanın görmezden geldiği bu konuda ki devlet politikasının basit bir uzantısı. Önemli medya görevlilerinin Harp Akademilerinde eğitimden geçirildiği, kurucusu olduğu rejimin sahibi olmakla kalmayıp, bu rejimin hizmetinde olduğunu iddia ettiği halka karşı da kıskançlıkla koruyan bir ordunun olduğu bir ülkede egemen medyanın bu tutumu oldukça anlaşılır görünüyor. Buna mutualismus diyebiliriz, karşılıklı çıkara dayanan bir birliktelik ve aksini beklemek de en hafif tanımıyla safdillik olur.
Vicdani retçiler saklanmadıkları gibi ısrarla bir yarayı kaşıyor. Devlet ise bilinçli bir şekilde retçileri yok sayıyor. Retçilerin sayıları az olduğuna göre devlet neden bu insanlara toplu halde müdahale etmiyor?
Bir ölü seviciler, kurban kutsayıcılar ülkesinde yaşıyoruz. İnat, hırs, mücadeleden çok sabır ve direnç erdem olarak daha çok kabul görüyor. Devletin tepkilere neden olabilecek zor kullanma gibi yöntemlerdense, vicdani retçileri düzen bozan "vatan haini" gibi simgelerle hapsetmeyi tercih edecek kadar iyi çalışan akıllara sahip olduğunu düşünüyorum. Ülke insanının içine işletilmiş paranoyalar da retçilerin "kökü dışarıda" ülkeyi parçalamaya yönelik kişiler olarak algılanması yolunda özenle kullanılıyor. Devlet doğrudan şiddet kullanarak dikkati o yöne çekmek -ve belki olası tepkilere neden olmak- yerine kendince haklı olarak toplumdan yalıtmayı, marjinalize etmeyi tercih ediyor.
Türk solu ve muhalif kesimi de vicdani retçilere uzaktan bakıyor. Militarizm dünyanın başlıca (belki en önemli) sorunlarından biriyken muhaliflerin, vicdani retçilere uzaydan gelmiş muamelesi yapmasının altında ne yatıyor?
Yazık ki ülkemizde muhalif hareketler ve sol sorunların tamamını rejim temelinde çözmeyi amaçlıyor. Bu da kendi iktidarları anlamına geliyor. Tabii ki yordamları da bu süreçte belli bir haklar hiyerarşisi yaratmak şeklinde oluyor. Yine bireylerin, adına politika yapılmakta olan sınıf ya da topluluk göz önüne alındığında önemsiz görülmeleri de önemli bir sorun. Vicdani Red doğrudan bireysel bir eylemdir ve bu bireysellik önemsiz olduğu kadar şımarıkça, hatta olumsuz olarak algılanabiliyor. Çünkü bu muhalefetin de iktidar hedefleyen egemenleri var ve egemenler her zaman güruhu bireye tercih eder.
Daha önceki vicdani retçi yargılamalarında olduğu gibi senin duruşmanda da vicdani ret ile ilgili bir iddia yok. Fikrini açıkça ve defalarca deklare ettiğin halde ve mahkeme heyeti dahi senin vicdani retçi olduğunu bildiği halde neden "askerlikten sıyrılmak için emre itaatsizlikte ısrar" gibi bir iddiayla yargılanıyorsun?
Bu sorunun cevabını verebilecek kişi ben değilim, ancak yasalarda vicdani ret kavramının olmaması bir cevap olabilir. Diğer bir cevap ise görmezden gelmekteki ısrar. Devlet bana "Sen askersin" diyor ve ben "Hayır" desem de ısrar ediyor. Emir kavramının içinde barındırdığı ast-üst ilişkisiyle de kimin üst olduğunu, yani emirleri kimin verdiğini herkese de ilan ediyor. Gücün kimde olduğunu göstermekte ısrar... Benim üzerimde başarılı olmadıklarını biliyorum ancak hedeflemenin sadece ben olmadığım da ortada.
Bulunduğun cezaevinde çeşitli rütbelerde askerler de mevcut. Onların kişisel olarak sana ve vicdani redde bakisi nasıl?
Profesyonel askerlerle, zorunlu olarak askerlik yapmakta olanlar arasında ciddi bir ayrılık var bana karşı tutumda. Profesyoneller emirlerinde olmam gereken kişi gibi davranırken, erat asker arkadaşlarıymışım gibi davranıyor. Tabii vicdani redde ilgi gösteriliyor ve bu hakkın varlığına inanmaya çalışıyorlar.
Kimseyi öldürmemek, bırak öldürmeyi tahakküm kurmamak gibi insani bir davranış sergiliyor ve bunu hayatına geçiriyorsun. Oysaki iddia makamı senden birilerini öldürmeni, gerekirse ölmeni, emir vermeni istiyor ve bunları yapmak istemediğin için seni yargılıyor. Bu konu nasıl teshir edilir?
Bireylerin tüm davranışlarından öncelikle kendilerinin sorumlu olduğu açıkça ortaya konulmalı. Bir ast-üst ilişkisiyle sorumluluk devrinin olamayacağı görülmeli, gösterilmeli. Emre uyup uymamak bir seçimdir, karşılığında gelecek ceza da seçilebilir. Somut örneklerle anlatım, soyut kavramlarla boğulmuş makale havasındaki anlatımlardan daha etkili doğal olarak. Yazık ki tarih de, bugün de bu örneklerin görülebileceği savaşlarla dolu.
"Beton" iğnesi nedir?
"Beton"; askerlerin özellikle acemilerin hastaneye -psikiyatri kliniğine- sevkinden sonra öncelikle günde iki doz olarak uygulanmakta. Caydırıcılık konusunda ne kadar "etkin ve etkili" olursa ona göre ya dozajı arttırıyorlar ya da "tedaviye" ara veriliyor. Ayrıca bu klinik aşağıda kapalı bölüm olarak tabir edilen yerde uygulanıyor. Zira iki tane klinik var. Tutukluların (adli müşahede olduğundan "beton" tutuklulara uygulanmıyor) ve genellikle psikolojik sorunlar sebebiyle sevki yapılan askerlerin tutulduğu bir yer. Yukarıda bulunan klinik için de aynı zamanda orada yatanları tehdit aracı.
Etkileri şöyle tarif edildi: Aşırı kasılmalar başlıyor ve uzunca bir süre bu kasılmalar kişide gözlenebiliyor. Ayrıca yoğun kontrol kaybı yaşanıyor. Kişi kafasını taşıyamıyor, genellikle savruluyor ayrıca çenesi kayıyor ve sürekli salyası akıyor. Tabii aslında bu durumlar bütün uzuvların kontrolü için de geçerli. "Beton"un etkisi sürerken ve uzun süreli kullanımda bilinç yarı açık. Kişi yaşadığı ağır kasılmalar neticesinde çok acı çekiyor. Ağır bir vakıa haline gelirse "düzelmesi" için akineton vuruluyor. Aynı zamanda uzun süre kullananlara bir iki gün verilmese dahi bilinçteki yarı açık durum devam ediyor.
Genel olarak uygulama şöyle: Sabah 08:00 de ilk doz veriliyor. Sonra 21:00 da ikinci doz veriliyor. Bu arada bilinç kaybı, kasılmalar ve ağrı 15-16:00 civarında azalıyor, yürümek, açılmak istiyorlar. Ancak ikinci doza kadar tabii ki...
Ayrıca hastanenin bu bölümü hiç steril değil, havalandırma yok, sıcak su yok ve oldukça soğuk. Aynı zamanda pencereleri kaynaklanmış.
Mehmet Tarhan
Temeltepe / Sivas