Haberi alanlar ve duyanlar ailesine ulaşmak için Yeşilcam'a haber uçurmuşlar, bu haber de maç izlediğimiz otele kadar gelmişti. Hani "kara haber tez duyulur" denir ya, o misal.
Galatasaray'ın yenilgisini unutmuş, hep birlikte soluğu Sinemaseverler Derneği'nde, -nam-ı diğer Çiçek Bar- almıştık. Şaşkın, üzgün ve telaş içindeydik. Dört bir koldan Bilge'nin ailesine ulaşmaya çabalarken yakın dostlarına da telefonlar ediyorduk küçücük bilgi kırıntısı için. O bizim Bilge'mizdi ama, ailesinden kimseleri tanımıyorduk. Bildiğimiz bir oğlu ve kızkardeşi olduğuydu. Sinemanın emektarları, çalıştığı oyuncular arandı bir bir. Güzin Özipek'in kardeşi Erdem Özipek'e ulaşıldı sonunda. Bilge'nin ailesini tanıyordu ama telefonları yoktu. Derken bir araba bulundu, Bilge'nin kızkardeşinin evine gönderildi. Seçim kampanyasında olan Halil Ergun'e haber ulaştığında itfaiyeciler evden henüz çıkmamıştı. Yangını söndürmek için sıkılan suyun göle dönüştürdüğü, kesif bir is kokusunun sardığı evden Halil'le birlikte Bilge'ye ait bir kaç parça yazı, senaryo ve resmi kurtarmaya çalışırken, göz yaşlarımız sular seller gibi akıyordu.
Bilge, koyu bir Beşiktaşlıydı ve futbol düşkünüydü. Galatasaray'ın maçını izlerken sigarayla uyuyakalmış, yorgana düşen sigara, içten içe yanarak önce dumana ardından da aleve dönüşmüştü. Söylendiğine göre Bilge, dumandan boğulmuştu.
Bilge Olgaç'la tanışıklığım 1987 yılına gider. Halil tanıştırmıştı. Bir Caz Bar gecesinin sabahında, Arnavutköy'de işkembe çorbası içerken Halil, "Şimdi İznik gölünden güneşin doğuşunu seyretmek ne güzel olurdu" deyince, Mehmet Esen'in külüstürüne atlayıp soluğu, eski İznik-İstanbul yolu üzerinde almıştık. Bir yandan gün doğumunu izleyip, köylülerden aldığımız peynir ekmekle kahvaltımızı etmiştik. İznik'e vardığımızda, Halil'in annesinden öğrenmiştik Bilge'nin de orada olduğunu. "İpekçe" filminin senaryosunu yazmak için gelmişti.
Bilge'nin İznik'le tanışıklığı, Halil'le başlar. "Gülüşan" filmi için -sanıyorum- mekan aranırken Halil götürür onu İznik'e... Sonrası malum. Bilge senaryolarını yazmak için hep İznik'i mekan seçer. Bu küçük kasaba da rahat etmesinin bir nedeni de Halil'in üzerinden hiç eksilmeyen elidir aynı zamanda. Yeşilcam da en sık çalıştığı oyunculardan biridir Halil Ergun.
"İpekçe"yi İznik'te tamamlayan Bilge, o tarihlerde Yeşilcam'a büyük para akışı sağlayan Lokman Kondakçı'nın Varlık Film şirketine götürür senaryosunu. Ve çekim için Edremit seçilir bu kez O tarihte aynı şirketin bir başka seti daha vardır bu mekanda: Engin Ayça'nın ilk filmi "Bez Bebek"in seti. Tüm ekip Küçükkuyu'daki Gültur Motel de konaklar.
Yine o tarihlerde, gazeteciler, dağ taş demeden Anadolu'nun her yerindeki çekimlere gider, haberi kaynağından derlerlerdi. Bugün ki gibi masa başından değil. Edremit'teki çekimlere gazeteci olarak her gidişimde, şirketin finansal zorluklarına karşın, o küçücük kadının setteki otoritesine, sinema sevgisine ve saygısına bizzat tanık olmuştum.
Bilge'nin yangında öldüğü haberi geldiğinde, ilk düşündüğüm "İpekçe" seti olmuştu. İznik'ten sonra bu ikinci karşılaşmamızda dostluğumuz daha da pekişmiş, set aralarındaki sohbetlerimiz artmıştı.
Edremit-Adatepe köyünü bilen bilir. Son yıllarda bazı akademik toplantılara, felsefe dinletilerine, en son olarak da Ömer Kavur'un "Karşılaşma" filmine ev sahipliği yapan mitolojik bir köydür.
Şehir kaosunda kaçan yazar ve sanatçıların sığınağı olan bu köyü ilk keşfedenlerdendi Bilge Olgaç. Filmin bir bölümü Edremit Genelevi'nde, çoğu ise Adatepe köyü ve yollarında çekilir. Film gereği; köyün en yüksek tepesinde çam kütüklerinden ev inşa edilir. Önü çam ağacı ormanı, ötesi ise Ege denizi ve Yunan adalarıdır.
Evin terasına kurduğu sallanan koltukta oturup, üzüntüyle "Hep burada yaşayabilirim" diyen Bilge'nin üzüntüsünü bir iki gün sonra anlayabilmiştim. Set ekibine 'yakın!', görüntü yönetmeni Aytekin Çakmaklı'ya da 'motor' komutunu verdiğinde. Dudaklarında "Sanki evim yanıyor" sözleri ve gözlerinde bir iki damla yaşla, yangına sırtını dönüveren Bilge'nin görüntüsü, daha dün gibi aklımdadır.
Ruken Öztürk'ün "Sinemanın Dişil Yüzü- Kadın Yönetmenler" kitabında yazdığı gibi, ekonomik kaygıları hiç bitmeyen Bilge Olgaç, parasız günlerini kızkardeşinin yanında konaklayarak geçirdiğinden bahseder, senaryolarını rahatça yazacağı bir "ev" düşleri kurardı. Onca filme, sinemadaki onca mücadelesine karşın bir ev sahibi olamamanın sıkıntısını, filmlerindeki mekanlara özen göstererek dağıtmaya çalışan Bilge'nin sonunda, kiralık da olsa bir evi olur ama, evin kendisine mezar olacağından habersizdir. Yeşilcam'ın arka sokaklarında bulduğu evini özlemle dayayıp döşer, arkadaşlarını ağırlamaya başlar ki, bir yangın sonsuza dek "evsizlik" kaygısından kurtarıverir Bilge'yi.
Film setlerinde; öykülere ve kahramanların yaşamlarına sırt dönmek, kamera "stop" denildiğinde başlar başlamasına ama, Bilge'nin yanarak öldüğü haberi geldiğinde, benim filmim yeniden başladı. "İpekçe" filminin setinde söylediği " sanki evim yanıyor" sözlerindeki öngörüyü anımsamadan edemedim.
Set dışında keyifli bir arkadaş olan Bilge, fotoğraf makinemi ne zaman kendisine doğrultsam, "Ayşe bırak beni çekmeyi. Bak burada starlar var. Kullanmayacağın fotoğrafı neden çekersin ki" diyordu basındaki magazinelliğe gönderme yaparak.
Mizah duygusu gelişmiş bir yönetmendi Bilge Olgaç. Setin o yorucu, stresli ortamında bile, ekibine nefes aldıran muziplikleri vardı. Bunlardan birini de bana yapmıştı ki, onu da Reis Çelik'in sinema dostlarının buluştuğu mekanı; Cadde-i Kebir'de karşılaştığım Berhan Şimşek anımsattı. Reis'e "Biz Ayşe'yle nerede tanıştık biliyor musun?" diye sorduğunda, gelecek yanıtı anlamış ve gülüşmeye başlamıştık bile. "Edremit genelevinde" demişti cümlesine devam ederek Berhan.
Papa fıkrasına benzemişti ama, gerçekten de öyleydi. İstanbul'dan hareket edip, sabaha karşı Edremit genelevine vardığımızda uykusuzluktan bitap düşmüş, çekim sırasında, genelev odalarından birinde uyumak istemiştim. Flaşın çakmasıyla kendime geldiğimde, başucumun bir tarafında Berhan, diğerinde Perihan, karşımda Bilge ve Aytekin, Haftasonu muhabiri Ünal Fıstıkçı'ya (o da rahmetli oldu) resmimi çektiriyorlardı. O fotoğraf hala durur.
"İpekçe'nin setindeki bir başka anımda duvarda "vizite 2.000.000 TL" yazan talebanın altındaki fotoğraf çekimine ait. Perihan Savaş ve Berhan Şimşek'in lobi için tabelanın altında fotoğrafları çekilirken, dayanamayıp fotoğrafa giren Bilge'nin kendine güveni dün gibi aklımdadır.
Bilge'nin fotoğraflarını her vesileyle kullandım. O da, "İpekçe"nin galasında bana poz verirken, "Bak senin için bu kez saçımı yaptırdım, boyandım. Şöyle güzel bir fotoğrafımı çek artık" derken, sette bir kenara bıraktığı kadınlığının içindeki kadının, hep orada bir yerlerde durduğunu, sakladığını gösteriyordu adeta.
Bilge Olgaç'ın seks furyası sonrası sinemaya ikinci dönüşü, kadın-insan duyarlılığının, toplumsal duyarlılıkla atbaşı gittiği bir dönemin başlangıcı olur. Gerçi 1970 yılındaki "Linç", 1974'teki "Açlık" filmleri, toplumun sorunlarına duyarsız kalamadığını göstermiştir ama, 1984'teki Kaşık Düşmanı filminin filmografisinde ayrı bir yeri vardır. 21. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde "En İyi 3. Film" seçilen Kaşık Düşmanı Bilge Olgaç'a da "En İyi Senaryo" dalında ödül getirir. Fransa- Créteil'deki Kadın Filmleri Festivali'nin(1985), Büyük Ödülünü de Bilge Olgaç alır.
Bilge'nin bu ikinci dönem filmlerinde, filmin başında, ortasında ya da sonlarında alıntılar yaptığı bir yazar vardır: Halil Cibran. Lübnanlı düşünür, felsefeci, şair ve ressam Cibran'ın, "Ermiş"i başucu kitabıdır ve Bilge'nin senaryolarında düşünürün etkisi görülür. O kitap ki, bugün benimde başucumdadır.
Gerçekten de sinema da kadın olmak, erkek olmaktan daha zordu. Bugün olmasa bile dün, mesleki eğitimleri bir kenara, genel eğitimleri 'çıraklık' geleneğine dayalı Yeşilcam'da, toplumun değer yargılarını kırmak, erkek egemenliğindeki bu sektörde yönetmen olarak var olabilmek, kadınlığın rafa kalkmasıyla olasıydı ki, Bilge'nin otoritesi biraz da buradan geliyordu.
Bilge'ye, Halil Cibran'ın "Ermiş'inden bir kaç satırla selam gönderiyorum
"Ve zaman da, tıpkı sevgi gibi bölünemez ve ölçülemez değil midir?
Yine de eğer düşüncenizde zamanı mevsimlerle ölçmek isterseniz,
her mevsimin diğerlerini içermesine izin verin.
Ve bırakın bugününüz, geçmişi anılarla,
geleceği ise özlemle kucaklasın."
BİLGE OLGAÇ
1940 Vize (Kırklareli) doğumlu olan Bilge Olgaç, sinemaya Memduh Ün'e asistanlık yaparak başlar Daha sonra Halit Refiğ'e de asistanlık yapan Bilge Olgaç, 1965'te ilk filmi "Üçünüzü de Mıhlarım"la yönetmen olarak ilk filmini çeker. Üç kez evlenen Olgaç'ın Vecihi Benderli ile yaptığı evlilikten bir oğlu vardır. 2 Mart 1994 yılında evinde çıkan bir yangında boğularak ölür.
Filmografisi:
1965 Üçünüzü de Mıhlarım, Babasız, Sokaklar Yanıyor, Krallar Kralı
1966 Nikahsızlar
1967 Garibanız Abiler, Kanunsuz Toprak, Silahsız Dövüşelim
1968 Dertli Gönlüm, Öksüz
1969 Kanlı Şafak
1970 İki Aşk Arasında, Linç, Merhamet
1971 Kara Gün, Üçünüze Bir Mezar, Yaban Ali
1972 Kaderin Pençesi-Piç, Kanlı Öç, Savulun Geliyorum
1974 Açlık, Bacım, Tanrı Sevenleri Korur
1975 Bir Gün Mutlaka, Şöhret Budalası
1984 Kaşık Düşmanı,Yavrularım
1986 3 Halka 25
1987 İpekçe
1988 Gömlek, Kızın Adı Fatma, Yarın Cumartesi
1990 Aşkın Kesişme Noktası
1991 Umut Hep Vardı
1992 Kurşun Adres Sormaz
1994 Bir Yanımız Bahar Bahçe