* Fotoğraf: AA
ABD Başkanı Joe Biden’in politikalarında önemli bir mihenk taşı olan, 100. günü geldi. Biden, bugünlerde tartışmaya açtığı 3 trilyon dolara yakın ağır altyapı hamleleri ile gerek ülkenin temel iktisadi yapısını, gerekse istihdam politikalarını derinden etkileyecek adımlar atıyor. Biden ile II. Dünya Savaşı ABD Başkanı, dolayısıyla Nazileri de yenmiş olan Franklin Delano Roosevelt (FDR) arasında benzetme yapanlar çok. 1990'dan beri New York'ta yaşayan, Pratt Institute Sosyal Bilimler ve Kültürel Çalışmalar Bölümünde Kültürel Çalışmalar Koordinatörü Doç. Dr. Kumru Toktamış’la Rumet Serhat’ın aborjin.com.tr’de yaptığı söyleşiyi kısaltarak yayımlıyoruz.
Bu uzun ve bize tamamen çetrefilli, dağınık gelen konuyu açmak için “kimdir bu Franklin Delano Roosevelt?” diye sormak istiyorum. Sadece bir ABD Başkanı değil, aynı zamanda da eğer bir ABD aristokrasisinden bahsedecek olursak o sınıfın üyeleri arasında dahi önemli bir ailenin üyesi. ABD’nin 42 yaşında en genç Başkanı olan Theodore Roosevelt’in 5. göbekten kuzeni. Theodore Roosevelt’in yeğeni olan eşi Eleanor Roosevelt ise sınıfsal ve kadın hakları ve insan hakları konusunda çalışmalarına resmi ve bireysel olarak devam etmiş biri.
Kumru Toktamış: Franklin Delano Roosevelt, ABD’nin 32. devlet başkanıdır. Çok zengin ve nüfuzlu bir aileden gelmesine rağmen 30’lu yaşlarında çocuk felci hastalığı sonucu bacakları işlevini kaybetmiş olsa da siyasetten geri durmamış, Savaş Dönemi Başkanı olduğu için 1933 yılından 1945’de ölene kadar 4 dönem Başkanlık yapmıştır. Zaten, ABD’de 2 dönem kanunu kendisinden sonra getirilmiştir, önceden sadece adet üzere 2 dönemdi.
Nazileri yenmiş lider
Dünya Franklin Delano Roosevelt’i (FDR) Nazileri yenmiş liderlerden biri olarak tanır. Bu anlamda tabii ki anti-faşisttir. ABD’de ise ismi Yeni Mutabakat* ile birlikte anılır ki, bu dünya görüşünüze göre ABD’de sosyal demokrasinin (ABD’de liberal derler) kurucusu veya ekonomiye büyük devlet müdahalelerinin yaratıcısı (Cumhuriyetçilere göre veya ülkede sosyal refahı yeniden inşa ederek komünist dalganın yükselmesinin önüne geçmiş üçkâğıtçı bir kapitalizm savunucusu anlamlarına gelir). Neresinden bakarsanız bakın, 1929 Büyük Buhranı'nın yarattığı yıkımların önünü alan iktisadi ve sosyal programlardır bunlar.
Türkiye geçtiğimiz günlerde bir ABD Başkanı'nın, üstelik Demokratik Parti’den, 24 Nisan 1915’te olan olaylar için “soykırım” ifadesi kullandığını tartıştı. Peki, ABD kendisi Yerlilerle yaşadığı geçmişle ne kadar yüzleşmiş durumda?
ABD’nin 7. Başkanı Andrew Jackson’a kadar, bence ciddi bir yerli soykırımından söz etmemiz doğru olmaz. Daha çok bir itiş kakış ilişkisidir, zaman zaman isin içinde tabii ki şiddet de vardır. Hatta başlangıçta, yani henüz bağımsızlık ilan edilmeden önce aslında bir Avrupa içi çatışma Kuzey Amerika’ya taşınmıştır. Şöyle ki Avrupa kıtasında kapışmakta olan Britanya ve Fransız kuvvetleri, bu yeni kıtada kendilerine yerlilerden ittifaklar edinmiş ve bu müttefikleri ile birlikte Avrupai çatışmalarını burada da sürdürmek istemişlerdir. Yani, sömürgeci dönemde Avrupalılar ve yerliler çatışırken aslında Fransız yanlısı yerliler İngilizlerle, Britanya yanlısı yerliler Fransızlarla çatışmalara girmekteydiler.
Yerli soykırımı
Sonra, aslında Yerlilere son derece hayran olan, hayran olduğu için kendisine de “Yerliler gibi Amerikalı” diyen Thomas Jefferson’ın açtığı önemli bir yara var: Louisiana eyaletini Fransızlardan satın almak. Bu alışverişte kimse yerlilerin fikrini almıyor. Eh Louisiana yerlilerine göre (isimlerini bile bilmek zahmetine katlanmıyoruz artık, ayıbımız böylesi büyük) topraklarını ele geçiren Jefferson kuvvetleri ise halen düşman bildikleri mavi üniformalılar. Haliyle muazzam çatışmalar yaşanıyor ama buna da bence soykırım denemez. Jefferson bazen tavizler veriyor bazen kafası kızan komutanlar katliamlar yapıyor vs.
Peki ters giden ne oldu? Bu anlattıklarınız soykırım değil, iki halk arasındaki toprak için çatışma olarak görülebilir.
7. Başkan Andrew Jackson ile başlıyor. O, bu itiş kakıştan farklı bir politika izliyor. Zaten böyle söyleyerek seçiliyor; “Sürün hepsini Batı’ya!” emrini veriyor. Zaten kendisi Başkan olmadan önce yerlilerle çarpışan bir milis komutanı. Yerli kabileler üstünde Jefferson’ın imzası olan tapularını Yüksek Mahkemeye kadar götürüyorlar. Yüksek Mahkeme yerlilerden yana karar veriyor. Jackson’a bu haber geldiğinde Başkan mahkeme kararını açıkça tanımıyor. “Becerebilirse Yüksek Mahkeme Başkanı kararını uygulasın hele bir!” diye meydan okuyor. İşte bu noktadan sonra olanlar soykırımdır. 1830 yılından sonra aileler, yerlerinden yurtlarından edilirken devlet onları ne vatandaşı sayıyor, ne en ufak bir yardım veya destek veriyor. Milyonlarca yerli katlediliyor.
Bu sürgünler ve katliamlardan 20 yıl kadar sonra, sözde ortalığa saçılmış yerlileri destekleme ve barındırma yasaları çıkartılıyor, ama bu yasalar aslında çok bariz kontrol ve sindirme yasaları. Bugünkü özerk Kızılderili toprakları, alanları, bölgeleri 19. yy’ın ikinci yarısında kuruluyorlar. Buralarda yaşayan yerliler Hıristiyan çiftçiler olmaya zorlanıyorlar. Soykırım mı daha kötü, yoksa başarıya ulaşmış bir soykırımdan sonra yaşanan bu zorlamalar mı bilemiyorum açıkçası.
40 katır mı, 40 satır mı sorusu… İkisi de birbirinden kötü. Peki, işler ne zaman düzelmeye başlıyor? Amerikan yerlilerine yönelik destek programları Clinton Hükümetinde de vardı.
Taa FDR döneminde 1934’de bu cebir, zor ve baskı politikalarının işe yaramadığı resmen kabul ediliyor ve Kızılderili kültürünü destekleme, siyasi özerkliğin teşviki ve ekonomik yardım politikaları uygulanmaya başlıyor. Ancak yüzyıl sürmüş soykırım ve soykırım sonrası politikaların olumlu meyveler vermesi hala pek mümkün görünmüyor.
Değil bu tarihi idrak etmiş olmak, bu tarihteki aşiretlerin, kabilelerin isimlerini bile bilmek zahmetine katlanmayanların uzaktan el etmesine gerek olmayacak kadar zor ve karmaşık bir durum yaşananlar. Yoksul göçmen Beyazların “Amerikan Rüyası” ile kucaklaşıp refaha ermelerinin altında yerlilerin kan ve gözyaşları var. Dolayısıyla bu ABD devletinden çok halkın tarihsel gerçek olarak benimsemiş olduğu bir soykırım.
Biden'ın Yerli bakanı
ABD, Kızılderili Soykırımı ile yüzleşti diyebilir miyiz? Kızılderililer siyasal olarak artık ne durumdalar?
21. yy. ile birlikte çeşitli eyaletlerde yaşanan katliamlar birer ikişer ve yavaş yavaş kabul edilmeye başlanıyor. Kimi eyalet valileri ufak ufak “bu eyalette yaşananlar soykırım idi” diyerek zaten gözler önünde olan tarihi, resmi ağızdan kabul etmiş oldular. Bu liste çok uzun değil, ama en son 2009 yılında Kaliforniya Valisi eyaletin soykırım üstüne kurulduğunu kabul etti. 2009 yılında ABD Senatosu zaten Kızılderililerden özür dilemiş, bu tarihi doküman Başkan Obama tarafından resmileştirilmişti. Tabii daha pek çok eyaletin aynı tavrı benimsemesi beklenmekte.
Biden hükümeti kabinesindeki İçişleri Bakanı Deb Haaland, bir yerli kabile olan Laguna mensubu. Burada İçişleri Bakanlığı, daha çok İmar-İskân Bakanlığı gibi bir kurumdur. Yani ABD’de henüz polis işlerine, iç asayişe bakan bir yerli bakan olmasa da, önümüzdeki 4 yıl boyunca imar, iskân, tapu işleri bir yerli kadın tarafından yönetilecek.
Peki neden faşizme karşı savaş kazanmış ve ülkesindeki eşitliği, sosyal politikaları toplumun her kesimine yaymış FDR ile Joe Biden karşılaştırılıyor? Biden, yeni bir toplumsal mutabakat yaratabilecek mi?
Açıkça neo-liberal politikalardan çark etmekte olan, trickle-down (akmasa da damlar, komşuda pişen bize de düşer) kapitalizminin hiç bir şekilde işlemediğini Nisan sonunda Kongre önünde yaptığı konuşmada duyuran, sendikalaşmanın gerekliliğinin altını çizen bir Biden var. Yanı başındaki siyah Başkan Yardımcısı Kamala Harris ve kabinesindeki türlü çeşitli etnik ve toplumsal gruplardan bakan ve üst düzey devlet insanları ile birlikte bir kere Biden, FDR ile bu noktada buluşuyor: Kapitalizmin yarattığı eşitsizlikler artık bahis edilemez durumdadır.
Sistem içinde çözüm üretme
İkinci buluştukları nokta tabii ki sistem içinde çözüm üretme noktası. FDR Yönetimi tabii ki 1930’larda bu düzenlemeleri yaparken, o sırada ikinci sınıf vatandaş olan siyahların iktisadi haklarını da ister istemez sağlama alıvermiş duruma gelmişlerdi. Şimdi artık siyahların eşit yurttaş olmalarından geriye dönüş mümkün değil, ancak Biden yönetiminin siyahların ve diğer beyaz olmayan ya da egemen olmayan grupların ne kadar söz sahibi olacaklarına ortam ve imkân sağlamakta olduğunu bütün dünya gözlemliyor.
Şu noktada Biden ile FDR farkı aslında çok büyük. Neden? Çünkü FDR gerçek bir yeni toplumsal mutabakat politikasını kurmuş ve hayata geçirmiş bir Başkan. Bunu yaparken siyah nüfusu da Demokrat Parti'ye taşımış. Biden’ın ise muazzam bir siyah desteği var, bakalım bunu politika olarak, yeni bir ekonomik düzen olarak gerçekten hayata geçirebilecek mi?
Belli bir siyasi dalgalanma sürecinin sonunda ABD’deki partilerin yapıları temelden dönüştü. Şimdi yine benzer bir süreç yaşanabilir. Cumhuriyetçiler nasıl bir parti olacaklarına karar vermeye çalışırken, Biden’ın politikaları ile her iki partide çok temel dönüşümler geçirecekler gibi görünüyor. FDR ile aynı hamleleri tekrarlayacak değildir elbette. İnsan hakları ve ekoloji/çevre konularında daha da ilerici bir siyaset bekliyorum ben kendisinden.
FDR yönetimi, Yeni Mutabakatı hayata geçirirken inşaat sektörünü pilot sektör olarak almış, hem inşaat şirketlerine, hem ailelere kredi açarak ekonomiyi canlandırmıştı.
Biden, Trump’a karşı anti-faşist bir cephenin oluşturulmasında kilit bir düzen unsuru olarak karşımıza çıktı zaten. Şimdi de muazzam bir iktisadi planlama önerisi getirerek yeni bir mutabakat ile yoksullaşmış Beyazların Trump’çı kabarışlarının önüne geçebilecek sosyal ve iktisadi programlara imza atmak istiyor.
Yeşil ekonomi
Biden hükümetinin benzer bir hamleyi “Yeşil Ekonomi” ile, yani daha ekolojik, çevreci yatırımlarla istihdam, gelir ve tabii ki sermaye yaratması bekleniyor. Benzer bir hamleyi Obama yönetimi güneş enerjisi ile yapmaya çalışmış, yer yer başarılı da olmuştu. Ancak Trump yönetimi nerdeyse atılan her adımı yerle bir etmeyi becerdi. Biliyorsunuz ki bu “Yeşil Ekonomi” platformunun yaratıcıları Demokrat Parti’nin sol kanadı, hemen her satırında Sanders’ın, AOC'nin nefesleri var. Bakalım nasıl bir pazarlık ile bu planlar hayata geçecekler? Bu planın nereye kadar gidebileceğini şimdiden kestirmek güç ancak artık geriye dönüş yok.
FDR'ın 4 Başkanlık dönemi boyunca dünyayı, ABD’yi ve hatta her iki partiyi de dönüştürdüğü gibi bir dönüşümün eşiğinde olduğumuz kesin.
(NÖ)
Söyleşinin tamamı için TIKLAYINIZ
* Yeni Mutabakat: Batı ülkeleri, o zamanki ismiyle “demokrasi” olarak bilinmese de uzun süreli iç iktidar çekişmelerinin sonucunda Monarşi ile Halk arasında bir sözleşme olduğuna, devletin ve insanların buna karşılıklı uymalarına inanarak “sosyal mutabakat” kavramını ve sonucunda da bugün bildiğimiz anlamda anayasayı oluşturmuşlardır. FDR, ise mevcut devlette yeni bir sözleşmeden bahsetmektedir.
*** ABD’nin 26. Başkanı Theodore Roosevelt için isminin kısaltması “Teddy” kullanılır, günümüzdeki içi doldurulmuş küçük çocuk oyuncak ayıları İngilizcede “Teddy Bear” olarak geçer ve bu isim kendisinden kaynaklıdır.
NOT: Bu yazıda kullanılan “Sol”, “İlerici” gibi kavramların ABD’de kullanımı ve kıta Avrupası ile ülkemizde kullanımı sadece kelime olarak benzemektedir. Bizim Türkiye’de bildiğimiz anlamda “sağ” ve “sol” kavramları, ABD’de Sol=Büyük Devlet; devletin gelir dağılımını yeniden düzenleyecek şekilde ekonomiye müdahalesi. Sağ=Küçük Devlet; devletin ekonomiden elini çekmesi olduğu iddia edilen aslında arz tarafına destek vermesi anlamına gelmektedir.