Hikmet Adal'ın hazırladığı biamag’da bu hafta…
Aygün Atilla, “Bir şeyleri açıklayan ustalar” yazısıyla, maruz bırakıldığımız mansplainingi anlattı: 'Usta şiddetini' tanımlamak zor. Yüzlerce yıllık ataerkil kültür bu, yetmemiş bir de üstüne mevcut siyasi iktidarın “erkeksi söylemini” kuşanmış, binmiş atına, dörtnala üstüne geliyor. Kaç kaçabilirsen annem!
Can Öztürk, “ABD siyasetinde Z kuşağı etkisi: Kamala IS Brat” yazısında Joe Biden’ın yerini alan Kamala Harris’in ABD seçimlerine yönelik sosyal medya politikasını inceledi.
Şeyhmus Diken, “Halbuki masum iki kelamdı hepsi: Pêşî peya ve Hêdî…Yavaş ve Önce yaya… Hepsi bu işte” diyerek Van’ın ardından diğer illere de sıçrayan trafikteki Kürtçe uyarılara karşı nefreti kaleme aldı.
Ercan Jan Aktaş, Hayatımda İz Bırakanlar’a ikinci seriyle devam etti, bu kez kitapları anlattı: “Kardeşlerim ve annemin konukluğunda, çocukluğumda gaz lambası ışığında ‘Deniz Altında 20 bin Fersah’, ‘ Gülüver’in Seyahatlari’, ‘Define Adası’ gibi kitaplar ile başlayan serüven sonrasında insanlığa dair sorular, yaşananlara dair sorgulamalar, içine doğduğun topluma ve yaşanmışlıklara dair öğrenme arayışları ‘gitmek güzeldir’ den ‘zorunlu’ gitmelere dönünce hikayem de kırılmaya başladı.”
Nilgün Karataş modern edebiyatın dönüm noktalarından biri olarak kabul edilen Knut Hamsun'un 1890'da yayımlanan “Açlık” romanı yazdı: “Günümüzde hala en çok okunan kitaplardan biri olan Açlık, insanın tutkusunun peşinde koşarken onurunu yitirmemek için nasıl direndiğini çok iyi hissettiriyor.”
Atiye Kalkan, “İtaat kültürü ya da gönüllü kulluk üzerine...” yazısında Meclis’ten geçen ve sokakta yaşayan hayvanların öldürülmesine onay veren yasaya neden toplumsal bir tepki gelmediği anlattı: “Bir yasa teklifi karşısında tüm toplum kesimlerinin birleşip sokağa dökülmesi, güçlü bir direnç sergilemesi gerekirken bunu yapamadık. Çünkü en farklı düşünenlerimiz bile iktidarın yarattığı “itaat kültürü”nü gittikçe benimseyerek “gönüllü kulluk” etmeye başladı.”
Emre Dursun, sokak hayvanlarının yaşam hakkını “Bizim yapacağımız, kapsamlı bir sivil itaatsizliği örgütlemektir” diyerek savundu.
Rosalino Levantino, Marjan Khosravi’nin Aşirete Ağıt (Requieme for a tribe) belgeselini yazdı: “Ananevi göçer hayatı Ortadoğu coğrafyasında, sosyal ve siyasal meseleler, iklim değişikliği, şehirleşme gibi sebeplerden dolayı kaybolurken ödenmek zorunda kalınan bedelde kadınların mağduriyeti pek kale alınmıyor.”
Kıvılcım Akay, “Acı, rakı ve arabeskin altın çağını” kaleme aldı: “Beğenilme ve kendini ispat etme arzusunun patolojik boyutlara vardığı bu dönemin içine doğan Z kuşağı, gözü karalığının altını çizmek için herhangi bir düşünsel arka plana ihtiyaç duymuyor. Dünya artık deneyimler ve aşırılıklar üzerinden okunuyor.”
Behzat Baran Ayhan ve Toprak Yıldırım bianet’teki stajyerlik deneyimini anlattı.
Metin V. Bayrak, "özgürlük" problematiği, "bencillik" bağlamında tartıştı: “Toplumsal bir özneye dönüştürülen insan yavrusu, "sosyolojik" anlam kategorilerinden herhangi birine sıkıştığı ölçüde parçalı olmayan bir 'dünya' içinde yaşayabilir; bunun yolu da "ahlakçılık"tan geçer; sonu "kölelik"te biter.”
Burak Sarı ‘Normalleştiremediklerinizdeniz’de, ‘normalin’ dışında bırakılanların eksik kabul edilmesine karşı yaşamın çeşitliliğini savundu.
Evrim Kepenek, Akademisyen Damla Topbaş’la “Erkeklik Krizi” kitabı üzerine söyleşti: “Annem görüşmelerde başıma bir şey gelir diye çok korkuyordu.”
Ali Dinç, Özel sektör öğretmeni ve rapçi Derbas ile konuştu: “Ben ezilen bir sınıftayım, ezilen bir kimlik sahibiyim ve ezilenlerin müziğini yapacağım.”
(HA)