Diğer yandan feminizm, kadın mücadeleleri, kadın tarihi üzerine yayınlanan araştırma ya da çevirilerin sayısı hızla artmaya başladı. Ancak ilk bakışta olumlu gibi görünse de tüm çalışmaların belirli bir düzeyi tutturabildiğini söylemek mümkün değil.
Örneğin Süheyla Kadıoğlu'nun 2005 tarihli yeni çalışması, "Batı Ülkelerinde Kadın Hareketleri" isimli kitaba bakınca, maalesef, "kadın mevzuları moda, ne bassak satar" fikrinin oluştuğu açıkça görülüyor.
Kitabın, tarih bilgisine ilişkin kanaatim aşağıdaki satırları okuyunca oluşmaya başladı.
Şubat 1909'da ilk defa Kuzey Amerikalı kadınlar tarafından kutlanan "kadınlar günü" 1858'de New York'ta, tekstil işçileri kadınlarının yaptıkları bir grevi, çıkış tarihi olarak almaktadır.
Kadınlar günü, Almanya'da da 1911'den beri Clara Zetkin'in önerisiyle kutlanmaya başlamıştır. 1912 yılında, Fransız, Hollandalı ve İsveçli kadınlar, her yılın Mart ayının ilk haftasında, "Uluslarası Kadınlar Günü"nü kutlama kararı almışlardır.
Ne yazık ki, Sovyetler Birliği dışında, günümüze kadar hiçbir Batı ülkesi tarafından resmi bir gün olarak yasalaştırılmamıştır.
Günümüzde Rusya'da da bu hakkın kadınların elinden alınmış olduğu bir gerçektir. Bugün Avrupa'da genellikle küçük kadın grupları tarafından kutlanan Kadınlar Günü, basında ancak yine küçük puntolarla, bir köşelerde yer alır. (sf29)
Kadın hareketi, feminizm ve tarih gibi kavramlar yan yana geldiğinde ilk akla gelen 8 Mart'ın, yazar Süheyla Kadıoğlu için, Mart ayının ilk haftasında kutlanan belirsiz(*) bir gün olması oldukça üzücü.
New York'taki grevin tarihinin 1857, Clara Zetkin'in kadınlar günü önerisini Almanya'ya değil, (herhalde Zetkin Alman olduğu ya da ilk Almanya'da kutlandığı için yazar önerinin Almanya'ya yapılmış olması gerektiğine karar vermiş) Kadın Enternasyonali olarak da bilinen ve 1910 yılında Danimarka'da toplanan İkinci Uluslararası Sosyalist Kadınlar Kongresi'nde yapmış olması, kadın hareketinin, tarihini yazma iddiasındaki araştırmacı için belli ki, önemsiz ayrıntılardan ibaret.
Küçük kadın grupları tarafından kutlandığı iddia edilen Kadınlar Günü'nün, BM kararıyla, İçi boşaltılarak da olsa, neredeyse tüm dünyada devlet törenleriyle
kutlandığını araştırmacı-yazarın nasıl olup da bilmediği kuşkusuz daha Önemli.
Hepsi hepsi otuz sayfa okumuşken, kitabın tarih bilgisine ilişkin oluşan kaygılarım, kitaptaki tarih anlatısının güvenilirliğini test etme ihtiyacını doğurdu.
Öncelikle konuya daha hâkim olduğumu düşündüğüm (yeterli kaynakla doğruluğunu da kontrol edebileceğim), Sovyetler Bİrliği'nde Kadın bölümünü okumaya başladım.
Tabii bu bölüme ilişkin eleştirilerimde, yazar Süheyla Kadıoğlu'nun değindiği döneme ilişkin, oldukça tuhaf bulduğum yorumlarını tartışıyor olmayı tercih ederdim. Ancak çok sayıdaki maddi hata böylesi bir tartışmayı gereksiz hatta olanaksız kılıyor.
Sovyetler Birliği tüm Batı ülkelerine örnek oluyordu. 19 Aralık 1917 ve 17 Ekim 1918 tarihlerinde Lenin, iki Önemli uygulamanın yürürlüğe girmesine önayak oluyordu.
Bunlardan ilki ailede erkek egemenliğine son vermek, ikincisi de kadınlara ekonomik, mesleki, toplumsal ve cinsel alanlarda sınırsız ve koşulsuz karar yetkisi vermek.(sf296)
Çocuk aldırma ve düşünmeler yasalaşıyor ve nihayet 1926 yılında resmi nikahlı ve nikahsız birlikteliklere yasalar önünde eşit haklar tanınıyordu. (sf297)
Yazarın sözünü ettiği 19 Aralık 1917 tarihli yasa dini nikâhı kaldırdı. Boşanmayı kolaylaştırdı. Bir yıl sonra ise meşru gayri meşru çocuk ayrımına son veren yasa yayımlandı.
Kürtajın yasallaşması için de kadınların, yazarın iddia ettiği gibi, 1926'yı beklemesine gerek kalmamış, 1920'de bu hakka kavuşmuşlardı.
Ekim Devrimi'nden sonraki ilk yılda kadınlarla ilintili olarak çıkarılan kararnameler, onlara tam oy hakkı (sadece Norveç ve Danimarka'da vardı) tanıyor, aile reislerinin otoritesine son veriyor, miras hakkını kaldırıyor, evliliği gönüllü bir ilişkiye dönüştüren boşanma ve sivil yasaları uygulamaya sokuyor, eşit ücret, eşit çalışma hakkı, ücretli doğum izni (1920'lerde doğum öncesi 8, doğum sonrası 8-12 hafta) veriyordu. Zina, ensest ve eşcinsellik gibi İlişkiler de ceza yasasından çıkarılmıştı. (*)
Süheyla Kadıoğu, Rusya'daki Kadın Hareketinin önemli isimlerinden Aleksandra Kollontay'a ilişkin bilgi verirken de ne politik yönelimlerini ne de tarihleri doğru yazmayı beceriyor.
Kamuoyunun dikkatini üzerine ilk kez 1920 yıllarında partinin tutumuna karşı çıkışıyla çekmişti.
Kollontai sürekli yazıyordu ve düşüncelerini kimi zaman broşür kimi zamansa hiciv yazılarıyla savunuyordu. "Kadın Sorununun Toplumsal Temeli", "Kadın ve Komünist Devlet" ve "Yeni Moral ve İşçi Sınıfı" adlı kuramsal yazılarını üç kitap altında toplamıştı. Ayrıca çeşitli kitaplarda öykülerini yayınlamıştı. O, kendi İfadesine göre her şeyden önce Marksist ve feministti. (sf304)
Kadın Sorununun Toplumsal Temeli 1909'da, Aile ve Komünist Devlet İle Yeni Ahlak ve İşçi Sınıfı 1918'de yayınlandı. (*)
Tabii, dönemi için oldukça radikal sayılan görüşleri ve yaşamıyla "bugün" feminizme yakın bulunmasına rağmen, tüm yazılarında ve konuşmalarında dönemin feministlerini eleştiren ve kadınların kurtuluşunun sadece sosyalizmle mümkün olabileceğini savunan .Kollontai, muhtemelen mezarında ters dönmüştür.
"...Böylece burjuva eğilimli feministlerle savaşmaya başladım ve var gücümle işçi hareketinin kadın sorununu da savaşım amaçlarından biri olarak programına alması için çaba harcadım(*)
Günümüzde ve reel sosyalizm yıllarında neredeyse bütün komünist partilerin feminizmle ilişkilerini, maalesef, kısıtlayan ve on yıllarca sosyalistlerin kadın örgütlenmesi modeli olarak kabul gören jenotdel'in kuruluşu da aynı özensizlikle anlatılıyor.
1919 yılında kadınların ekonomik eşitliklerini pratik uygulamaya koymak amacıyla "jenotdel" yaşama geçirilir. Bu Merkez Komitesi'nin kadınlar bölümünden oluşmuştur. (sf306)
Jenotdel'in kuruluşunun "en Önemli" nedeninden, kadınları sosyalizme ve Bolşevik Partiye kazanma amacından hiç söz edilmiyor. Sf 311 'de jonetdel ismini alan Bolşevik Parti Kadın Seksiyonu 1932'yi bekleyemeden 1926'da dağıtılıyor. Belli ki araştırmacı yazarımız Jenotdel'e, Stalin kadar bile tahammül edemiyor!
Aslında Süheyla Kadıoğlu, Bolşeviklerin belki de tüm dünyadaki feminist akımlarca olumlanan politikalarını ve yasal düzenlemelerini de pek desteklemiyor.
Sovyetler Birliği Kadınları, 1918 ile 1926 tarihleri arasında kendilerine verilen yasal hakları yanlış yorumladılar ve uygulamada bir takım yanlışlıklara düştüler.
Yeni yasalarla evlilikler, özellikle kadınlar için güvencesiz bir temel üzerinde kurulmuş oluyor ve birçok çift resmi evliliklere gitmeden, birlikte yaşamaya başlıyordu.
Bu güvencesiz birliktelikler kadınları çocuk doğurma konusunda çok dikkatli yapıyor ve hamile kalacak olurlarsa, düşürerek veya aldırarak sorunu halletmeye çalışıyorlardı...
"...Nikâhlı ve nikâhsız birlikteliklerin eşit haklara sahip olması çoğu İlişkileri bir çıkmazın içine sokmuştu, fsf.309-310"
Son cümle kitaptaki bütün hataları açıklıyor denebilir. Yazar feminizmden de kadın kurtuluş mücadelesinin hedeflerinden, taleplerinden de bihaberken ve tek eşli evliliği böylesine kutsarken, daha düzgün bir çalışma kotarması mümkün değildi sanırım.
Devam eden sayfalarda, 20. yüzyılın kadın hareketi tarihini yazma iddiasındaki kitap, İkinci Dalga Feminist Hareketin en güçlü yılları olan 1960-70 arasına sadece 8 sayfa yer ayırıp, feministlerin taleplerinden çok, genel siyasi koşulları oldukça yüzeysel bir biçimde anlatmakla yetinmiş.
Yaklaşık 400 sayfalık kitapta farklı feminizmlerin anlatılmasını beklemenin iyimserlik olacağını anlamama rağmen, en azından toplumsal cinsiyet, ataerkillik, erkek egemenliği, heteroseksizm, kürtaj ve doğum hakları, eşit işe eşit ücret, pozitif ayrımcılık gibi kavramlara değinileceğini sanıyor insan.
Kürtaj hakkı için mücadeleyi, hamilelik ve doğurganlık sorunlarına çözüm için örgütlenme diye ifade etmesi oldukça yaratıcı(!) bulsam da, kitapta pek az anılan "feminizm"e ilişkin cehalet konusundaki şaşkınlığımı da belirtmek istiyorum.
Zira kitaba, kadın hareketi tarihi dernek hayli zor ama, kadınların tarihini anlatmakla uzaktan yakından ilgisi olmadığı da kesin.Ben kitabın bu kadarını değerlendirmeyi uygun buldum.
Nasıl bir araştırma-incelemeyle karşı karşıya olduğumuzu anlamak için, yeterli olduğunu ve kalan kısımlarının güvenilirliğini sorgularken emsal teşkil edebileceğine inanıyorum.
Kitabın imla ve yazım hatalarının ise, tarihsel hatalardan bile daha çok sayıda olduğunu söylemek, sanırım nasıl bir özenle yayma hazırlandığı konusunda da bilgi verir.
Son olarak söylemek istediğim ise kitaba yirmi milyon vererek ben yandım ama siz yanmayın.
*20. Yüzyıl ve Kadın- Batı Ülkelerinde Kadın Hareketleri, Süheyla Kadıoğlu, Grİ Yayınevi, 2005.
*Kollontai - Özgür Bir Kadının Otobiyografisi, Belge Yay. 1992, Çev: Nesrin Oral