Kıbrıs'ta, 1800'lerin ilk çeyreğinde Sudan'dan gelen 2 bin kadar Afrikalı kökenlinin yaşadığı tahmin ediliyor. Onun ailesinde hem anne hem baba tarafında Afrika kökenliler bulunuyor...
44 yaşında, iki kız, iki oğlan dört kardeşin en büyüğü. Üniversite eğitimi için İngiltere'ye gitti, parasal nedenlerle geri döndü, 1983'te yine İngiltere'nin yolunu tuttu.
Serap Kanay'dan söz ediyoruz. Onunla, Sarayönü'nde Mısırlızade Center'da açtığı sergide buluştuk.
Kıbrıs, Mayıs ayında "Leaps of Faith / İnanç Sıçramaları" başlıklı bir sergiye ev sahipliği yaptı. Kıbrıslı Rana Zincir'in projelendirdiği serginin küratörlüğünü Erden Kosova ve Katerina Gregos üstlendi.
Lefkoşe'nin her iki yanında ve 1974'ten bu yana kapalı olan, 2003'te ise Kıbrıs Cumhuriyeti ve KKTC arasında geçişlere imkan tanınan "Yeşil Hat"ta dağınık olarak bulunan işlerden oluşan sergiyle, farklı ülkelerden sanatçıların politik işleri bir araya getirildi.
Küratörler, işlerin özellikle video, fotoğraf, grafik, poster, duvar çizimleri gibi deneysel ve demokratik olmasına özen göstermiş.
Bu işlerden biri de Serap Kanay'a ait olan "Connections / Bizler" başlıklı çalışma; konuştuğu ve artık yaşamayan ama yaptığı söyleşilerde anılan insanların fotoğraflarını Mısırlızade Center'a yerleştirerek kendi gibi olanların görünebilmesini sağlamış.
İki yönlü olarak kullanılan levhalarla tavandan sarkan fotoğrafların büyük bir kısmı, Kanay'ın ailesine ait.
Kanay ile köksüzlük ve kimlik üzerine söyleştik.
Bu araştırmaya ne zaman, hangi merakla başladınız?
İngiltere'de güzel sanatlar okurken yaptığım bütün çalışmalarda hep bir kimlik sorgulaması vardı. Hem kişilik olarak kimlik, hem de nereliyim, neredenim, nereye aidim gibi bir sorgulamaydı bu.
Ve bu sorgulamalarım sırasında iki şey oldu: Birincisi 1997'de... İngiltere'de gittiğiniz her yerde form dolduruyorsunuz. Formlarda "Kendinizi nasıl tanımlarsınız?" diye bir bölüm ve o bölümde değişik seçenekler var. O seçeneklerin hiçbirini kendime uygun görmedim.
En son seçenek 'other'. Ama ben 'başka' da değilim. Başka nedir? Son kez bir form doldurmam gerektiğinde patladım artık. Oradaki görevli çok sabırlı davrandı ve benimle özellikle ilgilendi. "O zaman sen kimsin? Kendini nasıl tanıtmak istersin?" diye sordu.
Düşündüm ve dedim ki "Siyah Kıbrıslı, Türkçe konuşan olarak tanımlamak istiyorum". Bunu yazdı görevli. Ondan sonra da böyle bir tanımlama var mı yoksa bunu ben mi çıkardım diye düşünmeye başladım. Etrafımdaki insanlarla konuştum.
İkincisi 1999'da büyükbabamın vefat etmesi sırasında... Ben doğduğumda büyükbabam 60 yaşındaydı. Benim için hep orada olan bir insandı büyükbabam. Her an gidip konuşabileceğimi, hikayeyi onun ağzından nasılsa dinleyebileceğimi düşünürdüm.
Ansınız telefon geldi ve öldüğü haberini aldım. Bu bende büyük bir sarsıntı yarattı. Çok yakın bir ilişkim yoktu büyükbabamla ama ölümüyle benim için yeni bir imaj canlandı.
Ben sanki bir top sahasının içinde doğmuşum gibi. İki nenem bir dedem yaşıyordu doğduğumda. Çok iyi tuttular sahayı; kaygılanmaya gerek yoktu. Ve en son sadece büyükbabam kaldı. Büyükbabam yalnız başına sahayı tutuyordu.
O da ölünce saha sallanmaya başladı sanki, tutan yok, her şey kayacak, bütün aile sarsılacakmış gibi. Sonraki nesle baktım; kimsecikler yok bu işe aday ya da gönüllü ya da bu kapasitede.
O zaman ne olacak? Anladım ki benim yapmam gerekiyor. Tam bunları düşünürken bir de amcam öldü. Amcamın cenazesine katılanların büyük kısmı siyahtı, Kıbrıslıydı ama ailemden değildi. Merak ettim. Bu kadar insan... Ve amcamın anısına bir çalışma yapmaya karar verdim; oradaki insanlarla konuştum.
Bir de ben mezarlıklara gitmezdim. Savaştan dolayı korkardım ölümlerden. İlk defa o zaman gittim mezarlığa. İngiltere'de bir Müslüman mezarlığı var ama çoğu Kıbrıslı. Orada kendimi çok rahat hissettim; o zamana kadar yaptığım kimliğe dair çalışmalarla derinlerde aradığım şey, huzurdu sonuçta.
Mezarlıkta buldum bu huzuru ve bu beni şok etti. Sanki Kıbrıs'taki bir köye gelmişim ve herkes geldiğime çok sevinmiş. Herkesin resmi vardı mezarlarda, nereden geldikleri yazılıydı, hangi köylü oldukları, doğum tarihleri, anne - baba adları... Tüm bunlardan sonra mezarlığı da içine alan fotoğraflardan oluşan bir story board (Öykü panosu) hazırladım.
Kıbrıs'a ne zaman döndünüz?
2000'de. Herkes "Yaşlılar Kıbrıs'ta, oraya gitmen lazım," diyordu. Kıbrıs'ta barış olsun istiyordum, bunun için çeşitli çalışmalara katılıyordum. Ama derdim ki, her yerde umut var, Kıbrıs'ta yok. Yaralı hissederdim kendimi.
Onun için korkardım Kıbrıs'a gelmeye. 1999 sonunda Londra'da "Kıbrıslı Kadının Sesi" başlıklı bir konferans düzenlendi. Ve o toplantıda Kıbrıslı kadınlardan esinlendim; korkmama gerek olmadığını anladım. 2000'de kızım ilkokulu bitiriyordu, iyi bir zamandı dönmek için.
Barışla ilgili aktivitelere katıldım. Önce çok umutluydum, sonra kendimi yine buranın parçası değilmişim gibi hissettim. Her şey yavaşladı. 2002'den sonra hiçbir şey yapmadım.
Röportajları kendi ailenizden insanlarla mı yaptınız?
Önce tanıdıklardan başladım. Sonra konuştuğum insanların verdiği isimlerle ilişkiye geçtim.
Neler soruyordunuz?
Adınız, ne zaman doğdunuz, nerelisiniz, Kıbrıslı siyah olarak ne hissediyorsunuz? Daha çok soyacağı çıkarmaya çalıştığım için ne kadar geriye gidebilirsek o kadar iyiydi.
Aileden kimi tanıyoruz, kimi biliyoruz... Onların adlarını, doğum tarihlerini, ölüm tarihlerini soruyordum. Bir de hayat tecrübeleri tabii. Ne iş yaptılar, nelerle ilgilendiler. Ve son olarak ırkçılık ile ilgili sorular soruyordum.
Burada ırkçılık var mı?
Bana göre var. Farklıydım, farklı yaşadım. Sadece birinci sınıf öğrencilerinin gittiği bir okula gittim. Kızlar ve oğlanlar çeteler halinde birbiriyle savaşırdı.
Ben bunu kabul etmedim, kabul etmediğim için onlar koştururken ben yalnız başıma dururdum. Hem kızlar geçerken bana vururdu hem oğlanlar. İlkokul 2'de Baf'a gittiğimizde yabancıydım ve çok kolay olmadı. Bir kızcık vardı, ikimiz koştuk, birbirimize çarptık, kız düştü ama kızın bir hastalığı vardı.
Kız düştükten sonra hiç okula gelemedi ve bir süre sonra da öldü. Yedi yaşındaydım, kızın ölümü okuldaki çocukların gözünde benim suçum oldu. Oysa kızın bir hastalığı vardı. 4. sınıfta yeni gelen bir öğretmen sayesinde okulda bir yer edinebildim kendime.
Beni kolladı ve öne çıkardı. Arkadaş edinebilmem için her zaman akıllı olmam ve en iyisini yapmam gerekti. Saçlarıma, rengime laflar vardı. Bir keresinde dövüldüm.
Aileniz sizinle hiç konuştu mu bu konuyu?
Hayır, üstüne bir de annem dövdü beni, kendimi kollamadım diye. Paltomu parçaladılar, dövdüler, ağlayarak eve geldim annem bana bakacak, göz kulak olacak diye ama annem onun yerine beni tekrar okula gönderdi.
Farkınızı çocukken anlamlandırabiliyor muydunuz?
Renginize ve saçınıza söz ettikleri için evet. Saçıma 'gap teli' diyorlardı, Arap diyorlardı. Biliyorsunuz, görüntünüzle ilgili bir sorun var. Ama anlamlandıramıyordum tabii. Annemi suçluyordum. Annemin de sülalesinde siyahların olduğunu bilmiyordum. Görüntüde babamdı siyah olan. O kadar adamın içinden niye gidip siyah bir adamla evlendiğini sorardım hep. Yıllarca annemi sorumlu tuttum bundan.
Politik eylemlerle ilişkiniz ne zaman başladı?
Özellikle İngiltere'deyken katıldım eylemlere. Sınır dışı edilme olaylarıyla ilgili eylemler, Mandela'nın serbest bırakılması, Anti-Apartheit, kadınlar, gay & lezbiyen olayları... Orada uzun yıllar barış şarkıları söyleyen bir koronun üyesiydim. Ama Kıbrıslı siyahlar üzerine özel bir eylem düzenlenmedi.
Sizin annenize duyduğunuz öfkenin bir benzerini kızınız da size duyuyor mu?
Kızım 16 yaşında, beyaz ama o kendisini siyah olarak tanımlıyor. İngiltere'de büyüdü ve bu konulardan daha haberdar, daha duyarlı yetişti. Hatta bana destek oldu çoğu kez. Ben bazı şeyleri giyerken tereddüt ettiğimde "Niye anne, başka siyah kadınlar giyiniyor," derdi.
Ve ilginçtir, benim bu işimin bir post-kartı var; bu projeyi 2001 Mayıs'ında sergilemeye niyetliydim. Post- kart da o nedenle daha önceden hazırdı. Dedem, ben ve babamın fotoğrafları yer alıyordu o kartta. Hepimizin eski fotoğraflarını seçmiştim.
Ve kızım, adı Dilek, buna çok itiraz etti. Dedi ki, "Dört nesil varken sen ne diye üç nesli koydun?". Onu dışlamak değildi amacım. Olay, ben ve dedem arasındaydı, babam da dedemle benim aramdaki kanaldı. Dilek'in de kendi mücadelesi vardı.
O, benim gibi görünmüyor, beyaz. Ben Kıbrıslı siyahlarla ilgili bir proje üzerinde çalışıyorum; buraya geliş amaçlarımdan en önemlisi bu proje ve kızım buralı değil, İngiltereli. Türkçe'yi de çok iyi bilmiyordu ilk geldiğimizde.
Kendine bir yer edinmesi gerekiyordu. Bu mücadeleyi, o kartta kendi fotoğrafının da yer alması gerektiği düşüncesi üzerinden kurdu. Sonunda Dilek'in de fotoğrafı eklendi karta. Artık görebiliyorum ki, bu Dilek için ölüm kalım meselesi.
Onun kimliği ve onun mücadelesiyle ilgili. İlginçtir, konuştuğum kadınlardan biri, beyazdı ve siyah bir adamla evliydi. Çok çok siyah bir adamla. Çocukları karışık, bazıları daha açık, bazıları daha koyu.
Ben sormadan şöyle bir şey söyledi kadın: "Çocuklarım beni hiçbir zaman suçlamadılar, ne diye siyah bir adamla evlendin diye." Benden daha büyüklermiş, çünkü ben küçükken annemi sorumlu tuttum.
Sizi rahatsız eden şey tam olarak neydi? Siyah olmak mı, beyazların içinde siyah olmak mı?
Hem siyahların hem de beyazların katıldığı bir konferansta kendimi çok kötü hissetmiştim. Sonra fark ettim niye rahatsız hissettiğimi. Çünkü ben aslında karışığım. Annemin ailesinde siyah, babamın ailesinde de beyazlar var. Hepsi birbirine girdi, sonuçta ben oldum. Ben, her ne isem oyum. Şimdi kendimle barışığım.
Nüfus sayımlarında insanların rengini de soruyorlar mı?
Hayır ama bulduğum eski kaynaklarda yazıyordu.
Sorulması mı iyi, sorulmaması mı sizce?
İngiltere'de doldurduğumuz formların amacı güya, daha iyi hizmet verebilmek. Ama bazı kuruluşlar bu tür bilgileri tam tersine ırkçılık için de kullanabiliyor.
Ama Kıbrıs'ta kimsenin daha iyi hizmet sunmak gibi bir niyeti de yok, aman bu insanlar farklıdır, onlara farklı bir servis götürelim demiyorlar. Onun için sorulmasına da gerek yok.
Kıbrıs yönetiminin Kıbrıslı siyahların yaşadıklarına ilgisi ne boyutta?
Konuşulan bir konu değildir aslında. Çalışmayı yapmamın sebeplerinden biri de bu.
Siyahlar burada sanki gölgede, gizli saklı kalmış gibiler.
Aynen öyle. Çalışmaya başladığımda duyarlı olduğunu düşündüğüm insanlar bile, "Ne uğraşıyorsun ki," dedi. "Hepimiz aynıyız, ben seni hiç farklı görmedim ki!". Bu cümleyi söylediğin anda bence ırkçılık yapıyorsun.
Çünkü ben farklıyım ve senin bunu görmen gerekiyordu. Farklı olduğum için farklı şeyler yaşayıp farklı şeyler yaşayabileceğimi düşünebilmeliydin. Orada başlıyor ırkçılık bence. Ailelerin arasında da konuşulmayan bir konu bu. Söyleşi yaptığım kişilerden siyah bir adam ilginç bir şey söyledi. Adamın karısı beyaz.
Ben kendileriyle konuştuğum sırada 20 senelik evliydiler. Bir defa bile konuşmamışlar bunu. "Bizim ailemizde sorun değil, hiç konuşmadık bu konuyu". Nasıl olabilir ki? Adam simsiyah, karısı beyaz! Sonra "Kızım var, 17 yaşında.
Onun için de sorun değil," dedi. Fakat bir süre sonra durdu ve yavaşça "Ama duygusal olarak etkileniyor olması lazım," dedi. Ee, herhalde yani! İngiltere'de yaşıyorsun, baban siyah, annen beyaz ve de Kıbrıslısın. Nerelisin, nereye aitsin? Karmakarışık. Muhakkak etkileniyordur.
Türkiye, Yunanistan, Kıbrıs üçgeninde siyahların varlığı ne kadar anlam taşıyor? STK'ların çalışmaları var mı mesela?
Eskiden STK'lar yoktu zaten. Her zaman Türk - Rum sorunu vardı, başka bir ayrım daha yaratılmak istenmediği için bu konu hiçbir zaman konuşulmadı.
İngiltere'de 17 yıl yaşadınız... İngiltere'nin kozmopolit yapısı kimlik sorununuzu unutturdu mu?
Hayır. İlk gittiğimde Kıbrıslı kimliği hep inkar ettim. Bir bakıma Türklüğümü. O beni çok rahatsız ederdi. Görüntümden dolayı insanlar benim Kıbrıslı olduğumu da düşünmedi hiç. Türkçe konuşmadım, Türklerin yaşadığı mahallelerde bulunmadım. Kendimi sakladım ve bunun bir çare olduğunu düşündüm.
Sonra çocuğumun doğmasıyla birlikte oradaki Türklerle ilişki kurmaya başladım. Başka birinden sorumlu olma meselesi bu. Ben kimim ki ona ne vereceğim? O kim olacak? Kızım, İngiltere'de okula gittiğinde o da bir form doldurdu.
Aynı soruları o da yanıtladı. Beni en çok rahatsız eden Türklük ile ilgili bölümdü o zamanlar İlginçtir, kızım kendisini yüzde 50 Türk, yüzde 25 İngiliz, yüzde 25 de İrlandalı olarak tanımladı. Babası İrlanda kökenli. Renginden ya da dilinden söz etmedi hiç. Bir arkadaşım dedi ki, "Senin taşıdığın bohça kızında yok". O bakımdan kızım bazı şeyleri daha açık görebiliyor.
Türk kimliğiniz, Kıbrıs'ın politik durumundan ötürü mü rahatsızlık uyandırıyordu sizde?
Evet. Annemden sonra da Türkiye'yi suçladım zaten.
Hiç Türkiye'ye gittiniz mi?
Gittim. Adana'ya uçtuk, otobüsle Ankara'ya oradan da Bursa'ya geçtim. Üniversite eğitimi için gitmiştim. Ama olmadı, geri döndüm. İkinci gidişim, kardeşimin düğünü içindi. Kardeşim, Trabzon Fındıklı'da evlendi; 1993'te.
Trabzon'da nasıl karşıladılar sizi?
Fındıklı'daki insanlar bizi uzaydan gelmiş gibi karşıladılar ve de yanımızda konuşmaktan çekinmediler. Uzaydan gelseydik daha iyi kabul görecektik.
Aynı renkten biriyle evlenmek daha mı kolaylaştırırdı hayatı?
Hem evet, hem hayır. Kendi içinde belki daha kolay olur. Ama toplum için daha da zor olabilir. Konuştuğum insanların büyük bir kısmı, özellikle kadınlar, siyahlarla evlenmek istemediklerini söyledi.
Siyah olmanın bir mahsuru yoksa niye? "Ben kara, o kara, çocuklarım olsun kapkara?" diyorlardı.
Söyleşileri yaptığınızda sizi en çok şaşırtan şey ne oldu?
Konuştuğum herkesi dahil etmedim sergiye. 100'den fazla siyah ve beyaz insanla görüştüm. İlk öğrendiğim, şeker kamışı çiftliğinde çalıştırılmak üzere Afrika'dan getirildikleri oldu. Herhangi bir nedenle toplu olarak buraya getirildiğimizi hiç düşünmemiştim.
Projenin benim için bir de ödülü oldu. 17 yıl İngiltere'de, ailemden uzakta ve kendi insanlarımla mesafeli bir ilişki kurarak yaşamıştım. Bu projeyle tekrar ilişki kurmaya başladım. Artık, insanlarımı tekrar 'benim' etmek istiyorum.
Bu çalışmadan sonra kendinizi tanımlayışınızda bir değişiklik oldu mu?
Buraya geleli beri, 'siyah Kıbrıslı' yerine 'Afrika kökeni mirası olan Kıbrıslı' olarak tanımlıyorum. (SA/BA)
* Bu yazı kısaltılarak Pazartesi dergisinde yayınlandı.