İki hafta sürecek ve gidiş-geliş 8 bin km. olan bu yolculuğa çıkmadan önce uyku tulumu, çadır, kuru gıda, su, konserve, küçük tüp ve tencere almıştık yanımıza. Zaten kendi sorunları ile uğraşan Bem'de kimseye yük olmamaya azami dikkat ettik.
Bem ve kalesi artık yok
Bem'e İstanbul'dan ayrıldıktan 96 saat sonra vardık. Bem, İran'ın Kirman eyaletine bağlı, 2000 yıllık tarihi dokusu olan, hurma ağaçları içinde, hurması ile meşhur bir sayfiye kenti.
Yazın çöl sıcaklarından bunalan Kirman eyaletinden gelen yazlıkçılar büyük palmiye ve narenciye ağaçları altında, havuzlu bahçelerinde yazı geçiriyorlar. Özellikle, hali vakti yerinde olanların oturdukları semtlerde yıkılan evlerin enkazının altında bunları fark etmek mümkün.
Bem aynı zamanda turistik bir kent. Pakistan ve Afganistan'a geçenlerin uğramadan edemedikleri 2000 yıllık topraktan yapılmış tarihi Erg Kalesi de dünyada çok az bulunan en büyük kerpiç kalelerden biri.
UNESCO'nun gözetiminde depremden önce restorasyon çalışmalarına başlanmış ama şimdi depremle birlikte büyük kısmı yıkılmış. Farsi ve Belüci kökenlerinin yaşadığı Bem, Afganistan'ın ABD tarafından işgali ile yoğun bir mülteci akına uğramış.
Diğer bir özelliği Afganistan, Pakistan ve Belücistan arası şeytan üçgeni diye tabir edilen uyuşturucu kaçakçılığının yapıldığı ve sevk edildiği geçiş noktalarının önemli uğraklarından birisi olması.
Savsaklanan yönetmeliklerin sonu: 90 bin ölü
İlk göze çarpan yıkılan evler, çadırlar... Hurma ağaçları dışında hiçbir yapı depreme dayanamamış. Her cadde, her mahalle, her sokak, tek bir ev ayakta kalmamak üzere yerle bir olmuş.
Bem'de 800 yıldır deprem olmadığından geleneksel yapı tekniği olan yığma tuğla üzeri kerpiç ev yapımı devam etmiş. Kızgın fırında pişirilen İran'a özgü tuğlaların içi ve dışı saman karışımı çamurla sıvanarak kışın soğuktan yazın sıcaktan korunma sağlanmış. Evler dört duvar ve çatı tuğla örülerek yapılmış, bloklar arasında bağlantı yapılmamış.
Binalar olduğu yere çökmüş, un-ufak olmuş. Ölümlerin çoğu da tozdan boğulmalar yoluyla olmuş. Evlerde dayanıklı eşyaların yokluğu da enkaz altındaki insanlar için hava alacakları boşlukların yaratılmasına fırsat vermemiş.
Devrimden sonra zorunlu hale getirilen depreme dayanaklı uygulamalar İran-Irak savaşının getirdiği yoksulluk ve denetimin zayıflığı nedeniyle uygulanmamış. Çelik iskeletli yapıların da bağlantı yerleri vidayla değil, kaynakla birleştirildiğinden depremin şiddetine dayanamamış.
Bem'in deprem öncesi nüfusu çevresiyle birlikte 120 bin dolaylarında. Merkez Bem'in nüfusunun ise 60 bin dolaylarında olduğu söyleniyor. Sabah 17.30'da, 6.5 şiddetinde 12 saniye süren depremin yarattığı yıkım çok ağır olmuş. 30 bin bina yıkılmış ve kullanılamaz durumda.
Bem'de kaldığımız süre içinde şehrin nüfusunu, ölen ve yaralananların sayısını hiçbir yetkili veya vatandaşa teyit ettiremedik. Şehrin hemen hemen tamamı yıkılmış. Ölü sayısı 40 bin ile 90 bin arasında değişiyor.
Çünkü hiçbir kurumun, yetkilinin ve vatandaşın verdiği rakam birbirini tutmuyor. Bem'de şu anda yaşayanların sayısının 20 bin civarında olduğu tahmin ediliyor. Hali vakti iyi olanların da depremden sonra başta Kirman olmak üzere yakın eyaletlere göç ettikleri belirtiliyor.
Kargaşa yok
Şehri dolaşmaya çıktığımızda her depremden sonra gördüğümüz uzun kuyruklar, bağırmalar, çağırmalar, yalvarmalar Bem'de yok. Her çadırın battaniyesi, sobası, yiyecek, giyecek ve erzakı karşılanmış durumda.
Yağma, hırsızlık, zorbalık söz konusu değil. Dağıtımlar düzenli yapılıyor, Hilal-i Ahmer (Kızılay) ve Bahzist görevlileri çadır çadır dolaşıyorlar. Deprem üzerinden 20 gün geçmesine rağmen enkaz kaldırma çalışmasına başlanmamış.
Marmara depreminde gördüğümüz gibi, yıkıldıktan sonra bir daha hiç kullanılmayacak olan betonarme binaların molozlarının kepçeyle kamyonlara yüklenip denizler, ormanlık alanlar doldurulmuyor.
Yıkılan evlerin tuğlalarının tekrar kullanılabilir oluşu nedeniyle insanlar çadırlarını evlerinin üstüne kurmuş. Bu durum çölün tozuyla yıkıntıların tozu birleşince yüzünüzü maske veya bez parçasıyla ötmeden dolaşmanız mümkün değil. Bem halkı ile konuşurken kime sorsak en az 5-6 ölüsü olduğunu belirtiyor.
Bu orana bakarsak ölü sayısının 40 binin çok üzerinde olduğu kesin. Yaralılar çevre hastanelere taşındığından bu sayı da henüz tam olarak bilinmiyor. Yetkililer kesin sayıların hasar tespit çalışmalarının sonucunda ortaya çıkacağını belirtiyor.
İran Türkiye'den başarılı
İran devleti depreme hazırlıksız yakalanmış. Ama gösterdikleri refleks, organizasyon ve ihtiyaçların karşılanması açısından Marmara depreminde Türkiye'nin davranışı ile karşılaştırılırsa İran çok daha başarılı.
Marmara depreminin 5 büyük kenti ve yüzlerce ilçeyi, 1 milyonu aşkın nüfusu ve 125 km'lik bir fay hattını kapsamasına karşılık, İran depreminin sadece Bem kentiyle sınırlı kalması açısından daha lokalize olduğunu, buna karşılık Bem depreminin şiddeti ve yıkımının Marmara depreminden çok daha ağır olduğunu söyleyebiliriz.
İran devleti duruma hakim. ABD tarafından Irak'tan sonra hedef gösterilen ikinci ülke olması nedeniyle etrafında örülmeye başlanan çemberi kırmak için, uluslararası insani yardım kampanyalarını bu amaçla değerlendireceği ve Bem'i yeniden imar etmenin ulusal ve uluslararası kamuoyu açısından bir prestij sorunu haline geleceğinin farkında.
Kriz yönetimi çok akıllıca
Eyalet sistemiyle yönetilen İran'da eyaletlerin bağımsız meclisleri yok ama ülke 11 eyalet ve 28 büyük şehre bölünmüş. Depremden sonra Bem şehri 11 bölgeye ayrılarak her bölge bir eyaletin sorumluluğuna ve kriz merkezine devredilmiş.
11 kriz merkezi de en üstte tek bir eşgüdüm merkezine bağlanmış. Bu yüzden eyaletlerden gelen yardımlar ve gönüllüler hiçbir yığılma olmadan doğruca bağlı oldukları bölgeye aktarılıyor.
İnsan gücü ve organizasyon merkeziyetçilikten uzak bir biçimde değerlendirilmiş, yetki ve görevleri dağıtılmış, her birimin kendi bölgesinden sorumlu olduğu bir çalışma tarzı yaratılmış.
Bölgede açıkta kalan tek bir insan yok. Herkes çadırlara yerleştirilmiş, battaniyeler dağıtılmış. Erzak o mahallede veya çadırda oturanların isim listesine göre veriliyor ve ne verildiği tek tek yazılıyor, imzalatılıyor.
Öğlenleri kumanya ve sıcak yemek dağıtımı yapılıyor. Sıra, kavga, gürültü yok. Herkes biliyor ki "benim ismim yazılı, imzam karşılığı çadırıma gelecek". Bu duygu kargaşalığı ortadan kaldırmış gözüküyor.
Alçakgönüllü yöneticiler
Kriz Merkezine uğrayıp kendimizi tanıtmak istiyoruz. Vali Yardımcısı Dr. Alevi Eşgüdüm Kriz Merkezini yönetiyor. Kapıda nöbetçiler bekliyor. Halk toplanmış, herkes bir yetkiliyle görüşmek istiyor. Onca iş arasında bizi kabul ediyor.
Çadırda üç kişi oturuyorlar. Yerler battaniye ile örtülü. İçeride hiçbir iletişim aracı gözükmüyor. Telefon, faks, bilgisayar, kağıt, kırtasiye yok. Sadece Dr. Alevi'nin elinde cep telefonu bulunuyor.
Vali Yardımcısı Dr. Alevi yere bağdaş kurmuş oturuyor. Çok sakin yavaş yavaş konuşuyor. Çadırda telaş yok, giren çıkan, ikide bir konuşmamızı kesen kimse yok. Adeta zaman durmuş.
Uzun lafın kısası bizim kriz merkezlerine hiç benzemiyor. Vali yardımcısının çadırının sıradan halkın yaşadığı çadırlardan hiç farkı yok. Bem'de kaldığımız süre içersinde devlet yetkililerin kaldıkları ve yaşadıkları ortamların çalışmaya hiç de müsait olmadığını gördük.
Yöneticilerin ayrıcalıklı bir konumda olmayışının, bütün yoksunlukların eşit paylaşıldığı duygusunu vermelerinin halktaki isyan duygusunu, itirazı azalttığı kesin. Dr. Alevi ilk önce Türkiye halkına gösterdiği ilgi ve alakadan dolayı teşekkür ediyor. Sonra yapacaklarını anlatıyor. En önemli cümleyi sona saklıyor: "18 ayda Bem'i eskisinden daha güzel bir şekilde geleneksel mimariye uygun olarak inşa edeceğiz."
Artık Bem hurması yiyemeyeceğiz
Bem halkı depremin ağır kayıplarına rağmen feryat figan etmiyor. Depremin getirdiği yeni yaşam biçimine ayak uydurmaya çalışıyor. Her şeyi büyük bir tevekkülle karşılıyor ve Allah'tan geldiğine inanıyor.
Bu güçlü maneviyat duygusu onları talep etmekten alıkoyuyor. Ancak birebir ilişkiye geçtiğinizde göz pınarlarının ağlamaktan kuruduğunu görüyorsunuz. İşler ne kadar düzenli gitse de yakınlarının ve kaybettikleri geçmişlerinin yerini hiçbir şeyin dolduramayacağını biliyorlar.
Zaman burada da yaraları saran en etkili ilaç olacak. Yıkılan evi üzerinde çadırını kurmuş olan Beluci kökenli İngilizce öğretmeni Abdülvahit bizlere şöyle diyor:"Deprem öncesi Bem'de 110 bin kişi yaşıyordu.
Şimdi 20 bin kişi kaldı. 90 bin kaybımız var. 2 bin öğretmen arkadaşımız öldü. Öğrencilerimizden ne kadar kayıp olduğunu okullar açılınca öğreneceğiz. 50 yıllık çamurdan evlerimiz tamamen yıkıldı.
Önümüzdeki yıl Türkiye halkı artık Bem hurması yiyemeyecek. Bem'de halkın geliri hurmaya dayanır. Şimdi hurma ağaçlarının budanması gerekiyor. Ama çalışacak, ağaçlara bakacak kimse yok.
İran hükümeti işler yolunda diye propaganda yapıyor ama işler öyle gitmiyor. Halk hükümetin evlerimizden uzak kurduğu çadırkentlere şartlar orada daha iyi olmasına rağmen gitmiyor. Ben iki yakınımı şu durduğumuz yıkıntının altında kaybettim. Benim parçalarım bunlar, buradan ayrılamam.
Bem'de belediye yetkilileri evleri inşaat sırasında kontrol etmedi. Kur'an deprem olacağını söylüyor. Bizim görevimiz depreme karşı tedbir almak. 20 gün sonra burada kum fırtınaları başlayacak. Çadırlarımız uygun değil. Kur'ana sahip olmamıza rağmen Müslümanlar gevşek, işte bunu anlayamıyorum.
Kur'an "ihtiyacınız yoksa alma, olmayana ver" der. İhtiyaçtan fazla almak, çadırda depolamak doğru değil. Bizim bir kuralımız var. 4 kişilik aileysek biz 5 kişilik yemek pişiririz. Fazla olanı tanrı misafirinindir.
Şimdi sadece Erg kalesini onarıp dünyaya bakın biz deprem yaralarını sardık diyecekler. 3 yıl önce Gülistan bölgesinde deprem oldu. Oradaki insanlar hala çadırda yaşıyorlar. ABD devrim sonrası elçilik işgalinden sonra ABD bankalarında yatan 13 milyar dolarımıza el koydu. Bunun bir milyar dolarını geri verseler bize yeter." diyerek kızgınlığını ifade ediyor.
Kurumlar
İran Kızılay'ı Hilal-i Ahmer deprem bölgesinde etkili bir şekilde çalışıyor. Bütün yardımlar Hilal-i Ahmer'de toplanıp dağıtım yapılıyor. Sağlık ve psiko-sosyolojik çalışmaları bizim SÇHEK'e benzer Behzsit adlı kurum yapıyor. Behzsit kentte 300 sağlık personeliyle sağlık hizmeti veriyor.
Çeşitli üniversitelerden gelmiş öğrenciler ve gönüllüler profesyonel elemanlarla birlikte çadır çadır dolaşıyorlar. Deprem sonrası ihtiyaç sahipleri ile başta sosyal desteğin sağlanması olmak üzere çocuklar, kadınlar, yaşlılar ve engellilerin depremin etkisinden korunması ve desteklenmesine yönelik çalışma yürütüyorlar.
Yaşlılara yönelik destek çadırları açmışlar. Depremde anne ve babasını kaybetmiş kimsesiz çocuklara da destek çalışması yürüten kurum, belirlenen çocukları başta akrabaları olmak üzere bir ailenin yanına yerleştirme programına başlamış. Ayrıca Sağlık Bakanlığı bünyesinde
Dr. Farajpur başkanlığında meslek elemanlarından oluşan psikolojik destek ünitesi kurulmuş. 300'e yakın meslek elemanıyla deprem sonrası travmaya yönelik 6 aylık acil dönem psikolojik destek program uygulaması başlatmışlar.
Bu çalışmayı 1. Halkı bilgilendirme; Televizyon, radyo, yayın,afiş 2. Ulaşma-Ziyaret; Psikolojik danışmanlık, koruyucu ziyaretler, acil durum tespiti ve müdahale, sosyal servis sağlama, aile toplantıları, 3. Eğitim aracılığı ile yaygınlaştırıp yoğun bir bilinçlendirme kampanyasına dönüştürmeyi hedefliyorlar.
Bütün bu çalışmaları Marmara depremi ile karşılaştırdığımızda İran devletinin daha organize olduğu hemen göze çarpıyor. Uluslararası yardımlar bölgeye akmış, İran, İsrail hariç tüm devletlerin yardımını kabul etmiş.ABD 3 aylığına ambargoyu kaldırıp İran'a yardım etmeyi önerdiğinde kabul etmişler.
Uluslararası STK'lar
Bem'de dışarıdan gelen ekipleri iki ayrı kampta toplamışlar. Kızılhaç federasyonuna bağlı tüm yardım kuruluşları bir kampta, yabancı sivil toplum örgütlerini de diğer kampta toplamışlar.
Kızılhaç federasyonuna bağlı kampta her şey düzenli, yok yok. Sivil toplum örgütlerinin kaldığı kamp ise olanaklar açısından daha yetersiz. 26 Aralık 2004 tarihine kadar toplam 108 STK kayıt yaptırmış. Kampta kalabilmek için ilk önce İran organizasyon komitesine başvurmak gerekiyor. Arkasından Birleşmiş Milletler'e kayıt yaptırmak gerekiyor.
Batıdan gelen STK'ların Bem'de yoğun bir faaliyet içinde oldukları söylenemez. Bütün gün çadırlarında rapor yazmakla meşguller. Hele Güney Kore'den gelen ekibin Bem'deki kampı bir tatil köyüne dönüştürdükleri söylenebilir.
Sabahtan akşama kadar 15 görevli çadırların önünde güneşlenip, akşam eğlence, karate, şov yapmakla günlerini geçiriyorlar. Bol bol İranlı yetkililerle resim çektiriyorlar. Herhalde daha çok arama kurtarma ekibi olduklarından Güney Kore hükümetinin verdiği dostluk mesajı olmaları anlamında bölgede kalmaya devam ediyorlar.
İran'a STK'ların önümüzdeki günlerde daha çok uğrayacakları kesin. Biz gittiğimizde kampın yarısı boşken ayrıldığımızda kamp tamamen dolmuştu. Gelmesine gelecekler ama İran'da nasıl iş yapacakları şimdilik meçhul! Zira ortada İranlı sivil toplum örgütü yok.
Her yerde karşınıza bir devlet kurumu ya da yetkilisi çıkıyor. İran'ın yetişmiş eğitimli insanı ve her alanı kontrol eden bir devlet yapılanması olduğundan meydan o kadar boş değil. Ayrıca tarihi, güçlü bir medeniyeti, kültürü olan bir ülke.
Marmara depreminde olduğu gibi elini kolunu sallayarak gelip hazırlop batı modeli reçeteleri satacakları, yerli STK'ları paraya boğup ortaklık kuracakları bir yapılanma söz konusu değil. İran'da neoliberal politikalar da geçerli olmadığından bakalım uluslararası STK'lar işin içinden nasıl çıkacaklar?
İran: Bize benzemeyen ama bizi sevenlerin ülkesi
İran'da Türkiye'nin kredisi çok yüksek. İnsanlar Türkiye'den geldik deyince yüzlerinde komşu olmanın memnuniyeti seziliyor. Zaten İran'ın her bir tarafında az çok Türkçe konuşan birisini bulmak o kadar zor değil. Hele deprem sırasında Türkiye'den gelen yardım ekipleri, Kızılay ve devlet yardımları televizyonda sık sık gösterildiğinden minnettarlıklarını sürekli belirtiyorlar.
"Aramızda tek fark var, siz laiksiniz, biz din devleti," diyerek kendilerince ayırımlarını koyuyorlar. İran yüzölçümü ve nüfus olarak Türkiye'den büyük bir ülke. Ülkede bir tek Amerikan malı satılmıyor.
İran'da Coca Cola yok, Levi's yok, Mc Donald's yok, Amerikan şirketleri yok ve bu ülke Amerikasız yaşıyor ve bunu da beceriyor. Konuştuğumuz kimi İranlılar "Amerika 10 yıl müdahale etmesin bölgede çok güçlü bir devlet oluruz," diye düşünüyor.
Cuma hutbelerinde Amerika ve İsrail'i lanetleyen sloganlar atılıyor. Amerika düşmanlığı çok yaygın. Irak'tan sonra sıranın kendilerine geldiğinin bilincinde ve bu yüzden çok kızgınlar. Ve koskoca İran pazarı öyle yerinde duruyor ve Amerika bu pazara giremiyor.
Baş örtmeden İran'a giremeyen kadınlar
Gürbulak sınır kapısından geçerken gerek Türk makamları gerekse İran makamları Bem yardım aracı dediğimizde hiçbir zorluk çıkarmadan kısa bir sürede geçiş belgelerimizi hazırladılar.
Heyetimizde yer alan ve daha önce 7-8 kere İran'a gitmiş olan Fotoğraf Vakfı Girişimi'nden Özcan Yurdalan İran gümrüğüne girmeden önce heyette yer alan kadınlara son defa uyulması gereken kuralları anlattı.
Kadınlar çantalarından çıkardıkları eşarpları saçları gözükmeden bağlama telaşına düşerken, onların bedenleri üzerindeki bu baskının ruhlarında meydana getirdiği fırtınadan habersiz biz erkekler, bu uygulamalardan muaf olmanın getirdiği rahatlıkla hareket ediyorduk. Hepimize acayip gelen ve gülme konusu olan bu örtünme harekâtı bir süre sonra kadınların doğal bir uzantısı haline geldi.
Kalkınan bir ülke
İran'a girer girmez dikkatimi ilk çeken şey renkli duvar yazıları oldu. 12 Eylül 1980 öncesi her devrimci gencin ilk eylemleri arasında yer alan duvar yazılarının burada siyasi iktidarın elinde kullanıldığını görünce biraz yadırgadım doğrusu. İran'ı baştan aşağıya saran duvar yazılarında devrimin ilk yıllarında politik sloganlar yer alsa da günümüzde tamamen reklam amaçlı kullanılıyor.
Türkiye'nin dört bir tarafı dağ, İran ise o kadar düz ki. Kar, tipi ve soğuğu Türkiye'de bırakıp Tebriz'e girdiğimizde üzerimizdeki kat kat eşofmanları, kazakları da yavaş yavaş çıkartmaya başladık. Türkiye'de bir gidiş bir geliş olarak hizmet eden oto yollar İran'a geçince duble yola dönüşüyor ve ülkeyi boydan boya sarıyor.
Her şehir, kasaba giriş ve çıkışı ışıl ışıl elektrikle aydınlatılmış. Kamyon ve TIR trafiği ise Türkiye'yi kat kat aşıyor. İran'da bütün taşımacılık kamyon ve TIR'la yapılıyor gibi. İran'da trafik levhaları Fars, Arap ve Latin alfabesiyle düzenlenmiş. Şehirlerde yollar çok geniş ve her biri bir büyük meydana açılıyor. Trafik lambaları pek yok.
Kurallar burada şoförlerin karşılıklı olarak birbirini kollamasıyla oluşuyor. Şaşırmamak elde değil. Her an her yerden araba çıkabilir. Karşıdan karşıya geçerken dans etmek zorunda kalabilirsiniz. Yollar geniş olduğundan trafik kazaları da az oluyor. Bir İstanbullu olarak trafiğin bizi hiç yormadığını hemen adapte olduğumuzu söyleyebilirim.
İran'da bütün şehirler mimari ve düzenleme açısından birbirine benziyor. Betonarme ev yok. Genel olarak yapılar tek veya iki katlı, yığma boz renkli tuğladan yapılmış. Pencereler dikdörtgen biçimde sadece süs olarak veya içeriye ışık geçirmek için kullanıyor. Pencereler evi sokakla birleştiren, evi dışarıya açan, insanların pervazında vakit geçirdiği bir amaçla kullanılmıyor.
Pencerelerde hiçbir hareket yok. Evler az katlı olduğundan şehir çok geniş bir araziye dağılmış durumda. Ticaret çok yaygın. Her şehirde binlerce küçük dükkân yan yana sıralanıyor. Dilencilik, sefalet göze çarpmıyor. İran'ın top yekun bir kalkınma hamlesi içinde fark ediliyor.
İran'da benzin sudan ucuz. 100 litre benzin 1 dolar civarında. Buna rağmen benzin istasyonları çok sık değil, hele geceleri açık bulmak oldukça zor. Her benzin istasyonunda da mazot bulunmuyor.
Zaten pompalar istasyona çapraz asılmışsa hiç yanaşmayın anlamına geliyor. İran'da arabanıza benzini kendiniz koyuyorsunuz. Pompayı almak ve depoyu doldurmak için eldiveniniz ve buna uygun kıyafetiniz olması lazım.Yoksa bir anda üstünüz başınız mazot kokabilir. Görevli sadece para almaya geliyor. Bazen de bizdensin deyip para almadan gidiyorlar.
Savaşın izleri
İran-Irak savaşı tam sekiz yıl sürmüş, 2,5 milyon İranlı, 1,5 milyon Iraklı, toplam 4 milyon insan ölmüş. Sınır savaşı şeklinde devam eden bu savaş İran lehine dönünce Amerika'nın zorlamasıyla barış antlaşması yapılmış, herkes savaş öncesi sınırına çekilmiş.
Savaş devam ettiği sürece tüm paralar silaha, bombalara gitmiş. Bu durum iktidara yeni yükselen Humeyni rejiminin savaşın getirdiği milliyetçilik ve "birlik" rüzgârıyla ülkeyi daha sıkı denetim almasına yol açarken, halkın yoksullaşmasının da önüne geçilememiş, "savaş hali" gerekçesiyle yoksulluk sineye çekilmiş.
İran'ın kalkınma hamlesine 1990'larla başlamış. Altyapıya önem verilmiş, köylere elektrik, su, yol, telekomünikasyon girmiş. Halkın alım gücü yükselmiş. Bütün bunlara rağmen 30 yıllık İslam devriminin ülkeyi refah toplumu haline getirdiğini, geri kalmışlık çemberinden çıkardığını söylemek mümkün değil.
Ülke dışına hızlı bir beyin göçü var. Ülke içinde bilhassa Tahran'da başlayan değişim ve reform rüzgârından söz ediliyor. Reform yanlısı cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi ile Mollaların sözcüsü muhafazakâr Ali Hameney arasındaki çekişme her yanı sarmış.
Cuma namazında Mollalar bir yandan sol olarak nitelendirdikleri Hamaney'e diğer yandan sağ olarak nitelendirdikleri Hatemi Refsancani'ye ateş püskürürken bağımsız adayların desteklenmesi için çağrıda bulunuyorlar. (BU/EK)
___________________________________________________
* Bülent Uyguner'in deprem sonrası Bem kenti fotoğrafları için tıklayınız
* Özcan Yurdalan ve Tolga Sezgin'in deprem sonrası Bem kenti fotoğrafları için tıklayınız