Bu hafta başında dünyada yayınlanan iki rapor, aralarında benim de bulunduğum bu gibi insanlara artık "köyün delisi" ya da en azından "obsesif kompülsif" şahıslar gözüyle bakılmasının bir nebze önüne geçebilir belki. Raporlardan birincisi, Dünya Bankası eski baş ekonomisti Sir Nicholas Stern'in imzasını taşıyor. Britanya Maliye Bakanlığı'nın talebi üzerine İngiliz hükümetine sunulan, bir yılda hazırlanmış 700 küsur sayfalık bu kallavi ve yer yer tüyler ürpertici raporda özetle şunlar söyleniyor: Eğer 10 yıl gibi bir süre içinde derhal ve acilen tedbir alınmazsa, küresel ısınmaya bağlı olarak: sellerden 100 milyondan fazla insan yerinden yurdundan olacak; kuraklık ve çölleşme yüzünden yüz milyonlarca "iklim mültecisi" dört bir yana savrulacak; eriyen buzullar yüzünden 1 milyardan fazla insan aç ve susuz kalacak; sıcaklığın artmasından yaban hayatı ağır darbe alacak ve canlı türlerinin yüzde 40'ından fazlası yok olacak; ve bütün bunların sonucunda, dünya ekonomisi yüzde 20 oranında küçülebilecek, insanlığın iki dünya savaşı ya da 1929-30 büyük buhranı esnasında gördüğü ve yaşadığı sefalet manzaraları ortaya çıkabilecek. Stern raporu birçok bakımdan önemli: Bir kere, Maliye Bakanlığı'nın ısmarladığı bu raporu yazan insan baldırı çıplak bir çevreci, gizli amaçlar peşinde koşan komünist bir aktivist ya da eski bir hipi bozuntusu filan değil, dünyanın saygın iktisatçılarından biri.
Kitle ölümlerini engellemek için
İkincisi, küresel ısınmayı yok sayan, bu konuda dehşetli dezenformasyon kampanyaları yürüten büyük petrol, enerji, sigara - evet sigara! - şirketlerinden oluşan "inkar cephesi"nin son silahı elden gitmiş, son kalesi düşmüş oluyor bu raporla. Artık mücadelenin ekonomik zorlukları gibi bir gerekçe de kalmamış oluyor zira. İşin bilimsel ve ahlaki yönleri konusunda zaten bir tereddüt yoktu. Dünya bilim camiası bence son derece yürekli ve sorumlu bir tavırla epeydir bu konuda sayısız kesin kanıt ortaya koymuştu. Hatta, iklim bilimcilerin en saygını sayılabilecek NASA Goddard Enstitüsü Başkanı Dr. Hansen ve arkadaşları, iklim değişikliği konusunda "böyle gelmiş böyle gider" senaryosuna bağlı kalır, derhal tüm tedbirleri almaya başlamazsak, iklimin bir daha geri döndürülemez şekilde çığrından çıkacağını, en fazla 10 yılımız kaldığını net bir dille dünyaya bu yılın başında ilan etmişlerdi. Zengin ülkelerin öncelikle yol açtığı küresel iklim felaketinin en çok - bu işte büyük sorumluluğu olmayan - yoksul ülkeleri vuracağı, ayrıcı zengin-yoksul bütün ülkelerde de başta yoksul kesimleri felakete sürükleyeceği de çoktandır bilinen şeyler. Kısacası, bilim ve vicdan cephelerinde zaten sorun yoktu. İnkarcıların sarıldığı son gerekçe olan "ekonomik maliyet" argümanı da işte bu Stern raporu ile iflas etmiş sayılabilir.
"Sera gazları" salımlarını az da olsa kısıtlamayı öngören Kyoto Protokolü gibi uluslararası anlaşmaları onaylamayı reddeden Bush yönetiminin gerekçesi, bunun Amerikan ekonomisine zarar vereceği yolundaydı. Ama şimdi Sir Nicholas Stern, emisyonları şimdi hemen kesmemenin, ilerde ekonomiye akıl almaz ölçüde daha fazla darbe vuracak kadar pahalıya mal olacağını açık seçik bir dille söylüyor: Denetlenmeyen iklim değişikliği yaklaşık 7 trilyon dolara mal olur. Oysa, dünya gayrisafi hasılasının yüzde 1'i kadarına denk gelen 350 milyar dolarlık bir harcama ile bunun önünü almak mümkün olabilir diyor raporda. Yani, "ya şimdi bu harcamayı göğüslersin ya da ileride bunun 20 katına kadar çıkan bir fatura ödersin!" Böylece, artık harekete geçmenin önündeki son gerekçe de yırtılıp çöpe atılmış oluyor. İklim değişikliğinin kontrolden çıkmasını önlemek için tedbir almak, "bize bir şey olmaz" diyerek onunla birlikte yaşamayı seçmekten çok daha az maliyetli.
Meseleyi yalnızca ekonomi, para pul üzerinden ölçmek de bir hayli yanıltıcı olur tabii. Çünkü, küresel ısınmanın asıl maliyeti liralarla, dolarlarla, Euro'larla değil, insan hayatı ile (daha doğrusu bütün canlıların hayatı ile) ölçülebilir ancak. Zaten, raporda da belirtildiği gibi, ekonomik hesap-kitap tutmasa dahi, kitle ölümlerini önlemek, gene de en büyük önceliğimizdir. Demek ki, meseleyi gündemin ön sıralarına (ABD'de ve Türkiye'de olmasa bile, en azından İngiltere'de ve bazı Avrupa ülkelerinde gazete manşetlerine ve TV haber bültenlerinin başına) taşıyabilmek için "ekonomik" argümanlar gerekiyormuş. (Paranın gücü dedikleri şey bu olsa gerek!) Ama olsun, en azından hemen herkes hemen harekete geçmemiz gerektiği konusunda hemfikir. Dünyanın, kömürle çalışan buhar makinesinin çalışmaya başladığı yıllardaki, yani endüstri devriminin başladığı kabul edilen yıllardaki sıcaklığından 2 derece fazlasına ulaşmaması için muazzam bir gayretin içine girmek gerekiyor: Bacalardan, egzozlardan, madenlerden, inşaatlardan, çeltik tarlalarından vb. çıkan petrol, kömür, doğalgaz gibi sera gazları (karbondioksit, metan vb.) salımının dünya ortalamasında yüzde 60 oranında kısıntı yapılması şart. Bu kısıntının 24 yıl içinde yani 2030'a kadar yapılması da şart! (Bu son veri, Stern raporunda yok, orada 2050 tarihi öngörülüyor, ama son bilimsel raporların verilerine bakacak olursak, 2030 son tarih gibi görünüyor.) Ayrıca, kısıntıya ne kadar erken (yani "dün"den!) başlanırsa, başarı umudu o kadar artıyor.
Türkiye masum ülke değil
İklim değişikliğinden birinci derecede sorumlu olan ve bu yüzden de doğal olarak değişikliği önleme hareketinin başını çekmesi beklenen sınaileşmiş zengin ülkelerin yapması gereken kısıntı oranı ise yüzde 90 civarında! (Gözlerdeki inanmaz pırıltıyı görür gibi oluyorum, ama Stern raporunda söylendiği gibi, alternatifi düşünün: Aksi yok oluş!) Ardından, elbette, daha az zengin ülkeler gelecek, sonunda da yoksullar... Kimseye kaçış yok yani. Yazının başında sözünü ettiğim ikinci önemli rapora gelince: BM İklim Değişikliği Sekreteryası'nın yeni raporu bu. O liderlik yapması beklenen zengin ülkelerin sınıfta kaldıklarını bildiriyor. Zenginler, küresel karbondioksit salımlarını azaltmada pek de yol alamamışlar. İklim değişikliği ile mücadelede milat sayılan 1990 yılından 2004'e kadar, atmosfere bıraktıkları "zehirli gazların" toplamında sadece yüzde 3 bir azalma olmuş. Üstelik, bu gerçek bir azalma da değil. Düşüşün kaynağı, fedakarca alınmış tedbirler filan değil, Sovyet Bloku dönemi sona ererken pek çok köhne sanayi tesisinin, kömür santralının vb. kapanması. Eski Doğu Bloku ülkeleri 2000'lerden itibaren sera gazlarını artırmaya başlamışlar. Ama, başını ABD, Kanada ve Japonya'nın çektiği asıl zengin sınaileşmiş ülkelerin çoğunun salım miktarı artmış. Zenginlerin taahhütlerini yerine getirmediği böylece bir kez daha açığa çıkmış oluyor. Öte yandan, BM Sekreteryası'nın raporunda Türkiye, 40 ülkenin yer aldığı BM listesinde sera gazı emisyonlarında, yüzde 72,6 ile en hızlı artış kaydedilen ülke oluyor! Rapora göre, sadece 2004 yılında atmosfere bıraktığı 300 milyon tona yakın karbondioksit gazı ile, en zengin G-8 ülkeleri dışında, İspanya, Ukrayna ve Polonya'dan sonra en fazla zehirli gazı yayan ve atmosfere salan ülke de oluyor maalesef!
Böylece, rapordan şu ilk sonuçları çıkarmak mümkün belki: Birinci sonuç şu: Çevre ve Orman Bakanı'nın son basın toplantısında söylediği gibi, bugün gelinen noktada iklim değişikliği, "hayatımızın her noktasını etkileyen" ve hiç gecikmeden çözüm çabalarını bir an önce artırmak gerektiren bir olaydır. İkinci sonuç: Çevre ve Orman Bakanı'nın son basın toplantısında söylediklerinin aksine, Türkiye karbondioksit salımında dünyanın en masum ülkelerinden biri" değildir. Olmadığı gibi, dünyanın önde gelen iklim bozucu ülkelerinden biri haline geldiği de rapordaki rakamlardan açıkça görülmektedir. Üçüncü sonuç: Türkiye'nin eski yıllarda sera gazı salım miktarı bilinmediği için harekete geçmeme gerekçesi tamamen ortadan kalkmış, ülke hem Kyoto Protokolü'nü derhal imzalayıp onaylamak, hem de büyük bir süratle sorumluluklarını üstlenerek Kyoto ötesi tedbirleri diğer dünya ülkeleri ile görüşmeye oturmak zorundadır.
Raporlara bakıyoruz evet: Beklenecek zaman kalmamış, atalet dönemi tamamen sona ermiş görünüyor. Türkiye için bile. Alınacak acil önlemler listesi, başka bir yazının konusu olabilecek ancak. Şimdi yapılacak şey konusunda ise küçük bir önerim var: Hemen, YARIN sokağa çıkmak, dünyanın dört bir yanından 48 ülkeyle birlikte küresel iklim değişikliğine karşı çıkmak ve karar alıcıları etkilemek üzere Kadıköy Meydanı'na, çoluk çoluk, torun torba gitmek iyi olabilir. Konser de var. Yürümenin sağlığa iyi geldiği de hep söylenmiyor mu zaten? (ÖM/TK)