Dört bölümlük anıların 'Matbuat Basın derkeen... Medya' isimli ilk cildi yayımlandı. Yazarla medyadaki güncel sorunlar üzerine konuştuk.(*)
Sizce Türkiye'de basına tanınan özgürlükler yeterli mi?
"Ben Türkiye'de basın hürriyetinin en az İngiltere'deki kadar olduğuna kaniyim. Neyi yazmak istemişlerse yazıyorlar, neyi söylemek istemişlerse söylüyorlar. Türkiye'de basın hürriyetinin varlığı yokluğu meselesi değil, basının terörü var. Türkiye'de medya terör unsurudur. Medya terörü o kadar var ki, her şeyin üzerine baskı yapıyor. Politikacının üzerinde baskısı var. Halkın üzerinde baskısı var, iş aleminin üzerinde baskısı var, her şeyin üzerinde baskısı var."
Bunu neden yapıyorlar?
"Bugün Türkiye'de gazete veya TV patronları herhangi bir fikri yaymak veya Türkiye'nin noksanlarını tamamlamak için değil, yeni iş imkanları hazırlamak bir silah gibi kullanmak üzere yayıncılığa başlıyorlar. Bu açıktır. Sümüklü böceğin izi nasıl belli ise, bunların yürüyüşlerinden niyetleri de bellidir . Hükümetler bir süreden beri basın dalkavukluğu politikası sürdürdü. Tansu (Çiller) Hanım işe başlarken 'ben radyomu istiyorum' dedi. Daha evvel Özal, 'Medyayı Kalkındırma Fonu' diye bir şey kurdu. Sonra Mesut Yılmaz Bey devam etti. Dünyanın hiç bir demokratik ülkesinde 'medyayı kalkındırma fonu' yoktur."
Sizin döneminizde böyle şeyler yok muydu?
"Bizim dönemimizde, devletle ilişkili olmak, hele para ilişkisinde olmak ayıptı. Resmi ilanlarla devletle ilişkisi vardır basının. Karşılıklı bir hizmettir bu. Öyle olduğu halde, resmi ilanları ayarsız verdikleri (iltimas ederek), kendi partisi tarafından olanlara biraz fazla biraz fazla yazdılar diye Falih Rıfkı Bey, resmi ilan alanlara besleme basın adını takmıştı. Nerede kaldı devletten kredi alacaksın, üstüne oturacaksın, banka alacaksın... Ben böyle ilişkileri rüyamda görsem inanmazdım."
'Besleme Basın' gibi bugünkü medyaya bir isim vermek gerekirse ne denebilir?
"Türk adaleti isim koymaya başladı. Şimdilik 'Hortumcu' deniyor. Gecekondu'yu bulan yakıştırma kabiliyeti ve zekasına sahip toplum bunlara mutlaka bir isim bulacaktır."
Çıkartılmak istenen RTÜK yasası tasarısında, medyanın sahiplik yapısıyla ilgili yeni düzenlemeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
"Ben size bir misal vereyim. İngiltere'de dünyanın en zengin gazete patronu Murdoch 'un İngiltere'de iki gazetesi, bir büyük SKY televizyonu var. Avustralya'da iki dergisi bir TV istasyonu var. Kanada'da var, ABD'de var. Bir basın imparatoru bu adam. Ama İngiltere'de (diğer ülkelerde de böyledir) basın dışında hiç bir işe burnunu sokamaz. Basın içinde de hudutludur. Bu SKY televizyonunu kurarken Avusturalya'da 15 sene evvel kendisiyle iş yapmış bir insan yüzde 7 veya 8 ortak görünüyordu. İngiliz devleti onu reddetti. 'Bu senin adamındır' dedi. Adam ortaklığı bırakmak zorunda kaldı. Bu kadar titizdirler."
RTÜK tasarısının yasalaşması için köşe yazarlarının gayretlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
"Türkçe bir tabir var: 'Senin arabana bindim senin şarkını söylüyorum' diye. Köşe yazarları da bindikleri arabada sahibine göre şarkı söyleceklerdir. Bu arada köşe yazarı tabirini de hiç sevmiyorum. Uydurma bir şeydir. Gazetecilikte köşe yazarı diye bir cins yok. Makale yazarı vardır. Baş makale yazarlığı vardır. Araştırma yazarlığı vardır. İnceleme vardır. Ama köşe diye yer tarif etmek aptalca bir kaidedir. Cahil gazete sahibini, yöneticilerin kandırma oyunudur. Efendim Türkiye'de 16 sayfalık bir gazetede 72 tane köşe yazarı var. Orada 72 arkadaş kayırabilirsiniz.
Okunmayan bir yığın köşe yazarı var. Bugün bir gazetenin köşe yazarlarını toplasanız Babıali'de bütün yazarlardan fazladır. Nüfusumuz arttı falan diyebilirler. Ama, bizim devrimizdeki tirajdan 100 bin fazla değiller bunların tiraji. Nüfus artıyor ama tiraj aynıdır."
Tiraj neden artmıyor?
"Artmaz çünkü, bir defa topluma karşı ilgilerini kaybettiler. İkincisi, itimadı kayboldu toplumun, inancı kayboldu. 'Gazete yazıyor, o halde inanma' havası umumi bir şey. Üçüncüsü, kendilerine en büyük rakip olan unsurla beraber olduklarını farkında değiller. Televizyon, gazetelerin bir rakibidir. Bütün dünyada böyledir. Bir farkı olur gazetenin. Gazete, daha fazla fikirle dolu olarak çıkar. Televizyonda aksiyon ve görüntü çok daha canlıdır. Gazete fotoğrafıyla, ona rekabet edemez. Ama fikriyle rekabet edebilirdi. Ne yaptılar? Patronlar, kendi gazetesindeki fikir adamını TV'de de konuşturdu. O zaman yalnız televizyonu açmakla (üstelik de ücretsiz) bir yazarın fikirlerini öğrenme imkanı varsa aptal olması lazım insanın gazete alması için . Çanak, çömlek gibi akla gelecek her şeyle promosyon o kadar azdırdılar ki gazeteler kendileri promosyon oldu."
Bu zararın farkında olmadıkları için mi bunu yapıyorlar?
"Pek çok şeyin farkında değiller. Bunun sebebi de patron elinde bütün kudreti toplamak istiyor. Televizyonu başkasına bırakmak istemiyor. Baksanıza ikişer tane filan televizyon kanalları var. Bu bir ordunun silahlanması gibi . Üçüncüyü alacak param varsa, caydırıcı olmak için niye almayayım diyor. Saklamıyor da... Gazetecilik tarafları hiç olmadığı için yaptıkları işi kendi anlayışlarına göre çok dürüst görüyorlar. Bunu bir başarı olarak görüyorlar. Onların anlayışına göre, herhangi bir şeyi kazanmak başarıdır. Elimde ne kuvvet varsa kullanırım diyor. Ama, bizim anlayışımıza göre, o şeyi kazanırken gazeteciliği kullanarak gitmek yanlıştır."
Gazetecilik kökenli Dinç Bilgin de aynı yolu izledi
"Ben onu ayıplıyorum en çok. Diğerlerini hiç ayıplamıyorum. Diğerleri ben gazeteciyim diye gelmedi. Zenginiz ve birtakım gazetelere sahip olabiliriz diye geldiler. Dinç gazetenin içinde doğdu, büyüdü. Dinç kolonya kokusundan evvel mürekkep kokusu aldı. O'nun örnek olması lazımdı. Ama o ötekilere kapıldı, daha ileri gitmek istedi. Kimsenin kötü hale düşmesini istemem ama en çok onu ayıplıyorum. Biz onu örnek gösterebilmeliydik. "
İyi bir gazeteci hangi özelliklere sahip olmalı?
"Birinci tabiatı gereği çok kuvvetli hafızası olması lazım. Çok enerjisi olması lazım. İkincisi kültürlü olmaya mecburdur ve sürekli okumaya mecburdur. Efendim, Refik Halid bir gün bir dergiye "yazmaktan okumaya vakit bulamıyorum" diye beyanat vermişti. Falih Rıfkı Bey, çok kızdı ve "bu adamı bir daha buradan içeri (Dünya Gazetesi) sokmayın, yazılarını da kullanmayın" demişti. Yazdıklarından çok okuyacaklar. Mutlaka bir edebiyat tarafları olsun, düz yazı, motoruna biraz edebiyat tesiri almazsa dünyada yürümez . Bu haber olsun, fıkra olsun, makale olsun hepsinde mutlaka olmalı. İkincisi, edebi duygudan bir üsluba gelmeleri lazım. Herkesin üslubu olması lazım. Mesela Çetin Altan'ın fikrini ister beğenin ister beğenmeyin, imzasını kapatın 'Çetin yazmış bunu' derim."
Yeni kuşaktan bu özelliklere sahip kim var?
"Ben yeni kuşaktan uzakta kaldım. Yirmi üç senedir uzakta kaldım. Buraya geldiğimde de elime gazete almam. Gazetemi sattığımdan beri böyledir bu. Ama, Yalçın Pekşen'in yazılarını beğenerek okudum. O çocukta bir incelik var. O çocukta kırarken bile, seni hoşnut ederek kıran tarz var. Yenilerden bir de Hıncal (Uluç) var. İlk ben söylemişimdir. O dönemde Cumhuriyet'te spor yazardı. 'Niye düzgün yazı yazdırmıyorlar da spor sayfasına veriyorlar' demiştim. Bunda da var biraz mizah havası. Ama, gazeteler o kadar üzerine düşüyorlar ki bazılarının, biraz da halk onlarla o kadar alakadar oluyor ki,onlar kendini beğenmiş hale gelebiliyorlar. Gelmişler demiyorum ama, pek çok gazetecinin öyle olduğunu duyuyorum. Bunlardan biri Ertuğrul Özkök , Süleyman Bey (Demirel)'le Moskova'ya gittiğimizde tanıştırdılar bizi "Hürriyet gazetesinden Ertuğrul Özkök" diye. Hemen "Memnun oldum, yazılarımı okuyorsun değil mi?" dedi. Ben de "hayır okumuyorum" dedim. İnsan hiç olmazsa "okuyor musun" der. O kadar kendini beğenmiş ki. Ama adam TÜSİAD üyesi." (HÜ/NA)