Türkiye'nin "AB üyeliği" konusunda partimizin yaklaşımı şöyledir:
Altı devletin (Almanya, Fransa, İtalya, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg) oluşturduğu AET'na 1959 yılında, Yunanistan'ın hemen ardından, üyelik için başvuruda bulunduk. 1963'te imzalanan Ankara Antlaşması ile Türkiye Avrupa Birliği ilişkileri resmen başlamış oldu. Şu anda Yunanistan (1981), Danimarka, İngiltere, İzlanda (1973), İspanya, Portekiz (1986), Avusturya, Finlandiya ve İsveç (1995) AB üyesi diğer ülkelerdir.
Türkiye'nin AB'ne üye yapılmayacağına veya çok geç yapılacağına inanıyoruz. İçeride "AB'ne girelim mi, girmeyelim mi" gibi boş ve birbirimizi suçlayıcı tartışmalar yapmak yerine, AB'nin bizi üye yapmama sebeplerini iyi anlamamız gerekmektedir. AB üyeliği kesinlikle iç siyasetin malzemesi olmamalıdır. İmzaladığımız anlaşmaların getirdiği yükümlülükleri ve AB'ne üyelik kriterlerini gerçekleştirmeye çalışmalı, ancak bunlar arasında, "Türkiye'nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü" ilkesini zedeleyecek değişikliklere gidilmemeli, Türkiye'nin üniter yapısı hassasiyetle korunmalıdır.
Kısaca AB, Türkiye'nin "olmazsa olmaz şartı" olarak görülmemelidir. AB'ye alınmanın şartlarını yerine getirmeye çalışmalıyız. Çünkü bu şartlar insanımızın hayat standartlarını yükseltecektir ve AB bizi alsa da almasa da biz bu iyileştirmeleri gerçekleştirmeliyiz. Biz şartları yerine getirelim, biraz da Mişon düşünsün.
Bu yaklaşım nasıl gerekçelendiriliyor?
AB dönem başkanı, "Türkiye bütün ev ödevlerini yerine getirse dahi Aralık 2002'de tam üyelik için tarih vermeyeceğiz" demiştir.
Kıbrıs, idam, ana dilde eğitim gibi konularda, Türkiye'nin menfaatleri ile uyuşmayan ve adil olmayan tavizler Türkiye'den istenmektedir.
Türkiye, Avrupa Birliğine üyelik için başvurusunu yaptıktan (31 Temmuz 1959) bugüne kadar 43 sene geçti. Bizimle beraber başvuran Yunanistan, başvurusundan 22 sene sonra, İngiltere, Danimarka ve İzlanda daha önce üye yapıldılar.
Bizim kriterleri gerçekleştiremediğimiz için AB'ye alınmadığımız iddiaları çok da objektif değildir. Çünkü İzlanda 1973'te, İspanya ve Portekiz 1986' da üyeliğe alındıkları zaman bizden daha iyi durumda değillerdi. Demek ki, AB, Türkiye'ye, tam üye ve diğer aday üye ülkelere baktığı gibi bakmamaktadır.
Buna rağmen biz AB'ye girmenin, Maastricht ve Kopenhag kriterleri diye de bilinen şartlarını yerine getirmeliyiz. Bu şartları sağladıktan sonra AB bizi ister alsın, ister almasın.
AB ülkelerinde sosyal haklar, işçi hakları, ifade ve örgütlenme özgürlüğü konusunda, üyelikle birlikte ne tür değişiklikler yaşandı? Kayıplar ve kazançlar neler?
AB üyesi ülkeler arasında bahsi geçen konular bakımından farklar var. Bu fark, çok gelişmişlikten az gelişmişliğe doğru bir kaynak transferi ile giderilmeye çalışılıyor.
Özellikle Doğu Almanya`nın Federal Almanya`ya dahil olmasından itibaren, Polonya'dan da işçilerin gelmesi ile Almanya'da istihdam alanında istikrarsız bir yapı oluşmaya başladı. Bu istikrarsızlıkta, AB içinda az gelişmiş ülkelere destek politikaları da bir ölçüde etkili oldu. Dolayısı ile bu defa çok gelişmiş ülkelerde, sosyal refah seviyesinde düşüşler, işsizlik oranında artışlar ve işçi ücretlerinde göreceli azalmalar gözlenmeye başlandı.
Bugün AB üyesi ülkelerin ahalisi, "arkadaş, bunlar bizi aldatıyor" diye, ortak para biriminin faydasına inanmıyor. AB içinde Almanyanın hegamonyasından korkan ülkelerde son seçimlerde sağ nitelikli partiler işbaşına geliyor. 22 Eylül'de Almanya'da yapılacak seçimlerde de sağın lideri Edmund Stoiber'in işbaşına gelme ihtimali küçük değildir. Bu gelişmeler, AB içinde bir mücadelenin sinyalleri olarak algılanmalıdır.
Avrupa'da ifade ve örgütlenme özgürlüğü, AB'nin oluşumundan ziyade, demokrasi ve insan hakları konusunda küresel ölçekli gelişmelerden kaynaklanan bir iyileşmedir.
Sosyal haklar, işçi hakları, ifade ve örgütlenme özgürlüğü anlamında
Türkiye'yi AB üyesi ülkelerle karşılaştırır mısınız?
AB üyeleri ile aramızda büyük farklılıklar vardır. Bu hususlarda
mukayese dahi edemeyeceğimiz derecede geriyiz.
Bu çerçevede, AB üyesi olma durumunda, Türkiye`nin "kazançları" ve
"kayıpları" neler olabilir?
AB üyeliğine şartları yerine getirmemiz demek bu farkların makul ölçülere inmesi demektir. Dolayısı ile biz iyileştirme yapmadan AB bizi üyeliğe kabul etmeyecektir. Bir başka ifadeyle AB üyesi olmanın sağlayacağı kazanç diye ifade edebileceğimiz gelişmelerin büyük bir kısmı üyelik için ön şarttır.
Kıbrıs, idam ve anadil eğitimi ve anadilde eğitim gibi konularda taviz vererek AB üyeliğini sağlayacağımız iddiaları, bir aldatmacadır. Kopenhag kriterleri yanında Maastricht kriterleri de var. Orada bütçe açığınız GSMH'nın %3'ünü geçmemeli diyor, borçlarınız GSMH'nın %60'ından fazla olmamalı diyor meselâ,.. Bunları sağlamadan, sadece yukarıdaki konularda AB'nin isteklerini kabul etmiş bir Türkiye'yi üye yapmazlar; yapacaklarsa bu Türkiye'nin üniter yapısını bozarak üye yapacakları anlamına gelir ve Türkiye için AB üyeliğinin telâfisi mümkün olmayan "zararı" olur.
Biz işimize bakmalıyız. Türkiye`nin küresel ve yerel ölçekli dev problemlerine çözümler üretmeliyiz. Üretimi artırmalı, böylece yeni istihdam alanları yaratmalıyız. Problemlerimiz, radikal, yani köklü çözümler gerektirmektedir. Bu da güçlü ve kararlı yönetimler demektir. Bunun gerektirdiği siyaseti yeniden yapılandıracak reformları yapmalıyız. Biz Büyük Türkiye olalım. Bizim AB'ye girmek problemimiz olmasın, AB'nin bizi almak problemi olsun.