Kimi zaman çok yakında bir komşu ülkeye, kimi zaman da zorunlulukların sürüklediği çok uzak ülkelere gittim; bilmediğimiz kıtalara, önceleri sadece tahayyül etmekle yetindiğim, kendine özgü coğrafyalara.
Bir yıla, sıkışmış bunca seyahat arasında, bir yerlerde hayat günlük güneşlik akarken, diğer tarafta yaşamın hunhar yüzüyle karşılaşmak mümkün. Tuhaf olanı, azami refah düzeyine ulaşmış toplumlarla, bir otobüse 200 kişi binmek zorunda olan halkların aynı dünyayı paylaşmak durumunda olması.
Kimisi depremlerin yıkıcılığına hayatlar hatta nesiller kurban veriyor, diğer tarafta ise yaşam muazzam bir düzgünlükte akıyor. Bir yerde diktatörlükler can acıtırken, öbüründe özgürlüğün tüm nimetleri insanlığın ayakları altına seriliyor.
Hayatın anlamı!
Bana yaşamın acımasızlığı ile mükemmelliği arasında sadece 10 saatlik bir uçak yolculuğu varmış gibi geliyor. Gündelik hayatın bu göreceliği, dünyayı adlandırmak, haydi biraz daha ileri gidelim, "anlamlandırmak" adına bir fikir veremiyor. İnsanın kafası karışıyor.
Pakistan Keşmir'indeki acıların toplamı, defteri kebirin borçlu hanesine karanlık harflerle yazılıyor. Sydney'deki mutluluk tablosunun altındaki imzanın ise bir başka ressama ait olduğu aşikar.
Aynı günlerde bir yerdeki acı, diğer yerdeki sevincin gülücüğüne gölge düşürüyor. Geçen yıllarda da olduğu gibi bir coğrafyada yaşanan acılar, diğer yanda yaşamın gönencine saldırıyor aslında. Ya da tersi; bir yerdeki keşmekeş diğerinin mutluluğunu besliyor, bilmiyorum.
Televizyonların ekranından yansıyan her acılı görüntü, berikinin hayat ritmini sekteye uğratıyor. Günler sınav zoruyla geçiyor. Teessüfler olsun ki metot hiç şaşmıyor: Her defasında dört yanlış, bir doğruyu götürüyor.
Başka bir 2005 mümkündü, olmadı...
Aslında 2005'in gelişi 2003'ten belliydi. Irak'ın işgaliyle başlayan savaş dönemecinde Amerikan arabaları fena halde savrulunca, dökülen kanın hemen durmayacağının sinyalleri iki yıl önceden verildi. O dönem Kuzey Irak'ta epeyce vakit geçirmiş biri olarak, savaşın yaklaşan acısını sezinlemek, sonrasında ise yaşama namlu ucundan tutunmaya çalışanları görmek yeterince can acıtıcıydı.
Sonrasında savaşın tarih kitaplarında yazan tüm yıkıcılığını gün günden artarak izledik. Savaş, süregelen yoklukların toplamı olduğundan, bu yıkımın tatsız yükünü sırtlayanlar, barış aktivistleri dünyanın her yerinde ve tabii Türkiye'de de tüm yıl boyunca çok yoruldu. Bu esnada İstanbul'da son oturumu yapılan Irak Dünya Mahkemesi güçlü bir ihtar olarak günün gündemine kayıt düştü.
Aynı günlerde, Irak'ta olanlara ta en başından karşı çıkan tek Arap ülkesi Yemen, Arap Yarımadası'nın bu dışlanmış yarı demokrasisi, kendi gündelik hayatının derdine düşmüş, fakirliğini nasıl aşabileceğinin hesabını tutuyordu. Sokaklarında Muson eskisi sağanak yağışların umudu törpülediği başkent San'a, talihsiz geçmişin kendisine yüklediği zorlukları ötelemekle vakit kaybediyordu.
Arap Prenslikleri'nde, petrol sonbaharını yaşıyor
Komşularının hepsinin aksine bir damla petrolü olmayan Yemen'in aksine hemen yanı başındaki Umman Prensliği, tükenmekte olan petrol kuyularına alternatif aramakla geçiriyordu günlerini. Irak'ta varolan milyonlarca varil ham petrol rezervi yüzünden süren savaş Umman'ı bağlamıyordu.
Değil mi ki kuyular boşalmış, iş Dubai benzeri yatırımlarla ülkeyi bir uluslararası ticaret merkezi haline getirme çabasına evrilmişti. Kısacası, petrol kalmayınca savaş da uzak, Irak da... Aynı şekilde Birleşik Arap Emirlikleri'nin iki kenti -emirlik demek daha doğru belki- Abudabi ve Dubai yükünü tutmuş, global ticaretin bölgedeki merkezi haline dönüşmüştü.
Dubai'nin Türkiye ile kurduğu uluslararası sermaye boyutundaki arkadaşlığıyla gündemimizdeki yerini hala koruyor. Nitekim kendisini New York'a benzetme çabasında rakip tanımayan Dubai, İstanbul'u da Manhattan'a benzetme yolunda bir adım atınca, aylardır iç burgusu "Dubai Towers" sorunsalını tartışıyoruz.
Güneydoğu Asya'daki depremden zaten söz ettik az evvel. Pakistan yönetimindeki Keşmir'de uzun zaman deprem sonrasında meydana gelen yıkımı yerinde gören biri olarak hissettiklerimin tekrarına gerek var mı bilmiyorum? Ancak şiddetli kış koşullarının bastırdığı 5000 rakımlı bu Pakistan eyaletinde çocuklara acil sağlık desteği gerektiğini hatırlatmak gerek.
Bu yıkıntının arasından 63 gün sonra canlı olarak kurtulan Pakistanlı kadının görüntüsü ise hepimizde küçük bir sevinç yarattı elbet; yaşama sarılmak, hayatta kalma güdüsü böyle bir şey olmalı. Bana kalırsa 2005'in en akılda kalan, gerçekten umut içeren görüntüsü buydu.
Biraz da Orta Asya...
Kafkasya ve Orta Asya son birkaç yıldır rengarenk devrimlerle yatıp kalkıyor. Totaliter rejimlerin yarattığı rahatsızlık ve yolsuzluklar, daha önceki yıllarda Gürcistan ve Ukrayna'da olduğu gibi ayaklanmalara sebep oldu.
2005'te bu başkaldırıların ilki Kırgızistan'da meydana geldi ve yönetim değişikliğiyle sonuçlandı. Daha sonra Özbekistan'da denendiyse de ayaklanma başarılı olamadı. Sonra sıra Azerbaycan'a geldi. Daha doğrusu burada muhalefet partilerinin oluşturduğu "Azadlık Bloku", parlamento seçimleri öncesinde kendilerine ilham kaynağı olarak Ukrayna'yı ve "turuncu"yu seçtiyse de, eli ekonomik olarak son derece güçlü olan Aliyev yönetimi muhalif hareketlere izin vermek niyetinde değildi.
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) seçimlerde yüksek oranda yolsuzluk yapıldığını söylediyse de değişen bir şey olmadı. İlham Aliyev'in liderliğindeki Yeni Azerbaycan Partisi ve yandaşı bağımsız milletvekillerinin oluşturduğu iktidar bloku, en azından bir sonraki seçimlere kadar mecliste güçlü bir şekilde temsil edilecek.
Türkiye'ye dışarıdan bakmak
Bütün bunların uzağında, Ankara'da da bir hayat sürüyor; İstanbul'da, Bodrum'da veya ne bileyim, Şemdinli'de Yüksekova'da. Yani hayat, küçük, büyük detaylarla kendisini besleyerek akıyor. Bütün bunlara çok uzaktan, mesela ta Yeni Zelanda'dan baksak da, aslında duraksız akan yaşamın Türkiye'deki debisi sevindiriyor, çokça sarsıyor.
Asıl sorun belki de olumlu tarafların azlığı. 2005 biterken yaşananlar; ifade hürriyeti önündeki engeller, davalar, çatışmalar hayatın yeni yılda izleyeceği seyre dair bir fikir veriyor. Ama insan uzun mesafelerden de baksa, derya içre de olsa güzellikle görmek istiyor hayatı. 2006'nın olumsuzlukların en aza indiği bir yıl olması dileğiyle... (MU/EÖ)