Önen ve Alataş, Ankara Neva Palas'ta yaptıkları açıklamalarında, günümüzde insan haklarının durumunu "Bildirgenin kabulündeki ortak amaca ve üye devletlerin bildirgedeki hak ve özgürlükleri tanıma ve koruma taahhütlerine karşın; Bildirgenin başlangıç bölümünde dile getirilenin aksine, insanlık ailesinin tüm üyelerinin eşit ve ayrılmaz olduğu söylenen onuru ve hakları ihlal edilmiş dünyada; özgürlük, adalet ve barış ağır darbeler yemiştir" diye nitelendirdi.
Terörle mücadele adına silahlı ve baskıcı yöntemler
Alataş ve Önen kaygılarını şöyle sıraladı:
* Dünya sorunlarının çözümünde, Birleşmiş Milletler başta olmak üzere, uluslararası mekanizmalarla işbirliği içerisinde barışçıl ve adaletli yöntemler yerine; terörle mücadele adı altında tümüyle silahlı güce ve baskıya dayalı yöntemlere başvurulmaktadır.
* Ekonomik ve askeri güce sahip devletler tüm dünyaya bunun haklı ve meşru olduğunu dayatmıştır. ABD ve müttefiklerinin BM ile işbirliği yükümlülüklerini gözardı edip, doğrudan askeri güce başvurarak Irak'ı işgal etmesine karşın, BM başta olmak üzere diğer tüm uluslararası kuruluşlar bunu önleme konusunda ne yazık ki etkin bir mücadele geliştirememişlerdir.
* Bu durum, bu kuruluşlara bağlanan ümitleri zayıflatmış, duyulan inancın sarsılmasına yol açmıştır. Bu olumsuz gelişmeler karşısında uluslararası insan hakları kuruluşlarının da iyi bir sınav verdiği söylenemez.
Yaygınlaşan insan hakkı ihlalleri
"Bildirgenin ilk 22 maddesinde sayılan yaşama hakkı, kişi özgürlüğü ve güvenliği, İşkence yada zalimce, insanlık dışı yada onur kırcı davranış yada ceza yasağı, yasa önünde tanınma ve eşitlik, yasalarca eşit olarak korunma hakkı, keyfi alıkonma tutuklanma yada sürgün yasağı, bağımsız ve yansız bir yargı önünde adil bir şekilde yargılanma hakkı, bir mahkeme kararı ile mahkum edilinceye kadar herkesin suçsuz sayılma hakkı, yer değiştirme ve oturma özgürlüğü ülkeden ayrılma ve ülkeye yeniden dönme hakkı, uyrukluk hakkı ve sığınma hakkı gibi temel haklardaki ihlaller yaygınlaşmıştır" diyen Önen ve Alataş; yalnızca Guantanamo kampında, El-Gureyib cezaevinde ve Felluce'de yaşananların tespitleri için yeterli kanıtı oluşturduğunu bildirdi.
Türkiye'deki durum
Alataş ve Önen 2004 yılı Türkiye'si değerlendirilirken, insan hakları, özgürlükler ve demokrasi alanlarındaki kazanımlarda, temel belirleyici etkenin Türkiye demokrasi güçlerinin mücadelesi olduğunu vurguladı ve değerlendirmelerini şöyle sıraladı:
* Türkiye'de son dönemde gerçekleştirilen olumlu düzenlemelere karşın, yasal alanda yapılması gereken daha pek çok düzenleme ihtiyacının yanında, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ürünü olan ve bütünüyle temel özgürlükleri, insan haklarını ve demokrasiyi kısıtlama amacına yönelik olarak hazırlanmış olan 1982 Anayasası tümüyle yürürlükten kaldırılmadıkça, Türkiye'nin tam olarak demokratikleşmesi, insan haklarını ve temel özgürlükleri yaşama geçirmesi, sistemin sivilleştirilmesi ve askerin sistem içerisindeki etkinliğinin ortadan kaldırılması olanaklı değildir.
* Hükümet tarafından, en kısa zamanda yeni ve demokratik bir anayasanın toplumsal uzlaşma ile hazırlanıp, kabul edilmesi yönünde çalışmalar başlatılmalıdır.
* Süreç içerisindeki olumlu anayasal ve yasal düzenlemelere karşın, insan hakları ihlallerinin devam ettiği de bir gerçektir. Hükümetin, yasama faaliyetlerinde gösterdiği siyasi iradeyi, uygulamada gösterdiği söylenemez.
* İdari makamlar ve yargı, insan hakları ihlalleri konusunda gerekli duyarlılığa sahip değiller. Burada bizatihi insan hakları ihlali niteliğindeki yargı uygulamalarına özellikle dikkat çekmek gerekir. Bunun son örneği, Yargıtay ilgili dairesinin Türkiye'nin en büyük eğitim sendikası olan Eğitim-Sen'in kapatılması yönünde verdiği bozma kararıdır.
* Hükümet yetkilileri "işkenceye sıfır tolerans" söylemini sık sık tekrarlarken, işkencenin yaygın bir şekilde devam etmesi ve bu konuda etkin idari önlemlerin (örneğin ilgili Vali, Kaymakam, Emniyet Müdürü ya da Jandarma komutanının görevden alınması gibi) alınmaması, ister istemez Hükümetin tutumundaki samimiyeti tartışmalı hale getirmektedir.
İnsan hakkı ihlalleri devam ediyor
* Yaşam hakkı ve kişi güvenliği ihlalleri hala sürmektedir.
* Yargısız infaz uygulamalarının devam ediyor olması üzerinde durulması gereken en önemli sorunlardan birisidir. Yakın dönemde Diyarbakır Mardinkapı semtinde ve Hevsel bahçelerinde bir hafta süren polis ablukasından sonra üç yurttaşımız öldürüldü. Bir hafta süresince o semtlerde oturan vatandaşlarımızın tüm özgürlükleri kısıtlandı, temel gereksinimlerinin karşılanmasına dahi izin verilmedi.
* Mardin'in Kızıltepe ilçesinde biri 12 yaşında bir çocuk olmak üzere iki kişinin öldürüldü.
* Bundan birkaç gün sonra Hakkari'nin Şemdinli İlçesinde bir yurttaşımız askeri görevliler tarafından arkadan vurularak öldürüldü.
* Bu olaylardan yaklaşık 20 gün kadar önce de Gümüşhane ilinde 2 yurttaşımız askerlerinin açtığı ateş sonucunda yaşamlarını yitirdi. Tüm bunlar, Türkiye'de maalesef hala yargısız infaz olgusunun sürdüğünü ortaya koymaktadır.
İşkence sürüyor
* İşkence uygulamaları da AB ve hükümet yetkililerinin sistematik bir uygulama olmadığını söyleyerek geçiştirmek istemelerine rağmen, bir sorgulama, caydırma ve cezalandırma yöntemi olarak varlığını korumaktadır.
* İşkence sadece siyasi gruplar üzerinde değil, suç grupları ile farklı cinsel tercihe sahip olanlar üzerinde de yaygın bir şekilde kullanılmaktadır.
* Cezaevlerinde özellikle siyasi tutuklu ve hükümlülere yönelik tecrit ve onur kırıcı muamele uygulamaları devam etmektedir. Ölüm oruçları sonucunda ölenlerin sayısı 121'e yükselmiş durumdadır.
* Hükümet bu konularda yeni çözümler ve iyileştirmeler geliştirmek yerine, yasal düzenlemelerle sorunu daha da ağırlaştırma eğilimindedir. Bu bakımdan çıkarılmak istenen Ceza İnfaz Yasası'nın yeni sorunlara yol açacağı düşüncesindeyiz.
* Şiddet içermeyen öğrenci, işçi, memur ve sivil inisiyatiflerin düzenlediği toplantı ve gösterileri polisin aşırı şiddet kullanımına hedef olmaya devam etmektedir. İşkenceciler hala idari ve adli koruma altındadır.
Hükümet önerilerimizi dinlemiyor
Alataş ve Önen, açıklamalarında, insan hakları örgütleri olarak hükümet temsilcilerine ve yetkililere işkencenin etkin olarak izlenmesi, soruşturulması ve önlenmesi amacıyla bağımsız ve yansız uzmanlardan, sivil toplum kuruluşlarından oluşan İzleme Kurulları oluşturulması yönünde yaptıkları önerilerin hiçbirinin hayat geçirilmediğini söylediler.
Açıklamada, ifade özgürlüğü konusunda da, özellikle yargı uygulamaları nedeniyle sorunların devam ettiği; mevzuatta yapılan iyileştirmeler ve değişikliklerin ifade özgürlüğünün tam olarak sağlanmasına yetmediği söylendi.
Kürt sorunu çözülmeli
Kürt sorunun temel sarunlardan biri olduğu belirtilen açıklamada "Olağanüstü Hal'in sorunları ve hatta başta koruculuk olmak üzere kurumları, OHAL kaldırıldıktan sonra da hala varlığını korumaktadır" denildi.
İHD ve TİHV'in her türlü savaşa karşı olduğu belirtilerek "Hükümet, devletin bütünlüğü içerisinde sorunu demokratik ve barışçıl yöntemlerle çözme yönünde adımlar atmalıdır" denildi.
Resmi insan hakları kurulları etkili olamadı
Açıklamada, İl ve İçe İnsan Hakları Kurulları, BM İnsan Hakları Eğitimi On Yılı Komitesi, İnsan Hakları Başkanlığı, İnsan Hakları Danışma Kurulu gibi resmi kurumların sivil toplum örgütleri-hükümet ilişkilerine ortak bir zemin sağlamaya yönelik adım atılmasına katkı sağladığı söylendi.
"Fakat, resmi insan hakları örgütlenmelerinin ihlallerin soruşturma ve geriletilmesinde etkili olamadığı, insan hakları örgütlerinin görüş ve önerilerini yeterince dikkate alınmadığı görülmüştür. TBMM'de 260'dan fazla yasa değişikliğini gündeme gelmesine rağmen İHDK'na hiç danışma ihtiyacı duyulmamıştır. Bu süreçte TBMM İnsan Hakları Komisyonu ve Başkanı'nın, diğer resmi kurumların aksine insan hakları savunucularının çabalarına olumlu, yararlı ve destekleyici bir tavır izlediğini belirtmeyi de bir görev sayıyoruz".
AB'ye taraf ya da karşı değiliz
Alataş ve Önen'in Türkiye-AB uyum sürecinde insan haklarına bakışları da şöyle:
"Bizler İnsan Hakları Örgütleri olarak Türkiye-AB uyum sürecinde, Hükümetlerin gerçekleştirdikleri Anayasa ve yasa değişikliklerini değerlendirirken, günlük yaşamda insan haklarının durumuna bakarak siyasi kararlardan ve AB müktesebatından bağımsız olarak davrandık. Bizim için ölçü, her zaman için Evrensel Bildirge'de ve diğer uluslararası sözleşmelerde de yazılı bulunan evrensel insan hakları değerleri oldu.
Bu tavır ve yaklaşımımız bundan sonra da aynı biçimde sürecektir. Biz insan hakları kuruluşlarının Türkiye'nin AB'ye üyeliği konusunda herhangi bir siyasi yaklaşımımız bulunmamaktadır. AB üyeliğine taraftar olmadığımız gibi, karşıt da değiliz. Soruna insan hakları, temel özgürlükler ve demokrasi açısından bakıyor ve değerlendiriyoruz. Türkiye-AB üyeliği sürecini, insan haklarına, temel özgürlüklere ve demokrasiye yaptığı katkı ölçüsünde destekliyoruz. Bundan sonra da benzer şekilde eleştirel yaklaşımımızı sürdüreceğiz".(YS/EÜ)