Hasankeyf'i Yaşatma Derneği'nden Ercan Ayboğa ile siyasilerin bir yandan Hasankeyf'in taşınacağına ve korunacağına ilişkin demeçlerinin ve diğer yandan Ilısu Barajı'nın açılış töreninin medyaya yansıdığı günlerde yani geçen ağustosta konuşmuştuk.
Ayboğa "Siyasiler Hasankeyf hakkında resmen kamuoyunu yanıltıyor. Hasankeyf'in taşınması mümkün değil. Üstelik Ilısu Baraj projesi kesinlikle bu haliyle ayakları yere basmayan bir proje. Ancak Ilısu Barajına dair son karar siyasi bir karar çünkü ülkelerarası stratejik öneme sahip" demişti.
Gerek sivil toplum örgütleri gerekse ziyaret ederek görüşlerine başvurduğumuz bölge halkı yaptıkları eylemlerle baraja karşı olduklarını dile getirdiler.
Ayboğa'nın dikkat çektiği gelişme baraja finansör olacak ülkelerin yapacakları Türkiye ziyareti olmuştu.
Geldiler, hükümeti de, bölge halkını da, yerel yönetimleri de, STK'ları da dinlediler. Sonrasını Ayboğa'ya soruyoruz.
En son finansör olacak heyet gelmişti. Onun ardından neler oldu?
Evet, 21-26 Ağustos arası Avusturya, Almanya ve İsviçre'den hükümetlere bağlı İhracat Kredi Kuruluşları (ECA) ve hükümetlerin değişik çalışanlarından oluşan 18 kişilik heyet geldi.
Kendileri gelip alında bir kesim çıkar bekleyenlerin dışında kimsenin bu projeyi istemediğini görmüş oldular.
Yine ortaya çıkacak sosyal, çevresel ve kültürel/tarihsel kayıpları daha iyi anladılar.
Sonra Diyarbakır ve Batman'da onlarca STK, Hasankeyf, Diyarbakır ve Batman belediye başkanları ve köylülerle görüştüler.
Eğer kendileri tarafından ortaya atılan kriter ve standartlara yani Dünya Bankası ve Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) standartlarına bağlı kalırlarsa Ilısu Barajı'nın kredi garantörlüğüne "hayır" demeleri gerekiyor.
Aksi durumda son yıllarda tartışılıp geliştirilen tüm bu yaklaşımların boşuna çıkacak olmasının yanı sıra ECA'ların inandırıcılığının yitirmesi söz konusu. Bunu biz ve Avrupalı STK'lar son üç haftadır ECA'lara yolladığımız mektuplarla ortaya koyduk.
Heyet döndükten sonra Eylül ayında ECA'lar toplandı ve kendi hükümetlerine Ilısu Barajı'yla ilgili rapor sundular.
Ortaya çıkan şudur: Aslında bu projeye 'hayır' denilmesi gerekir, öncesinde hazırlanan Çevre Etki Değerlendirme Raporu (ÇED-R) ve Yeniden Yerleşim Eylem Planı (YYEP) bugüne kadar görülen en kötü rapor ve planlar.
Ancak diğer taraftan "Avrupalı şirketler bu projeyi gerçekleştirmezlerse Çinli şirketler gerçekleştirecek ve bu durumda da çok daha az standart yerine getirilecek. Avrupa ile Ilısu Barajı yapılırsa yüksek standart garantilenmiş oluyor" da denildi.
Ardından Almanya ve Avusturya ülkelerinin ilgili bakanlıkları eylül sonunda bu konuyu ilk defa görüştüler.
İlk eğilim "şartlı evet". Aslında işin özüne inersek 'eğer Avrupalı şirketler projeyi yapmazlarsa, ECA'lar Türkiye'de baraj ve hidroelektrik enerji pazarını kaybedebilir, en azından bu şekilde yararlanmayabilir' korkusu var.
Peki geleceğe ilişkin öngörünüz nedir?
Bizim talebimiz kendi ülkelerinde geçerli olan sosyal ve çevre kriterlerinin buradaki projeler için de geçerli olmasıdır.
Avusturya, Almanya ve İsviçre hükümetlerince alınacak 'Ilısu'ya evet' kararıyla, tüm insanlığın önemli bir kültürel mirasını yok edebileceklerini, on binleri yoksulluğa mahkum edebileceklerini ve ülkemizin son doğal büyük ekosistemlerinden birini yok edebileceklerini unutmamalılar.
Yine heyetten bazı kişiler bize şunu da sormuştu: 'Eğer biz sosyal açıdan sağlıklı bir yeniden yerleşimi garantiye alırsak ve Ilısu baraj gölünün su kalitesini sağlayabilirsek projeye evet der misiniz?'
Cevabımız tabii ki 'hayır'dı. Niye mi?
* Kültürel mirasımız her halükarda yok olacak.
* Hayati önemde olan Dicle vadisi ekosistemi büyük ve asla giderilemez zarar görecek.
* Türkiye Cumhuriyeti, bugüne kadar sağlıklı bir yeniden yerleşim gerçekleştirmemiş ve son dönemlerde bunu düzenleyeceğine dair bir belirti de yok. Ayrıca projeden etkilenen halkla, yerel yönetimlerle ve STK'larla diyalog geliştirilmedi.
* Ilısu Barajı'nın her açıdan alternatifleri var.
Umarız bu saydığım olasılıkları anlamışlardır.
Avusturya, Almanya ve İsviçre hükümetlerinin Kasım'da karar verme ihtimali çok yüksek.
Belki de Noel'den hemen önce karar alırlar. Çünkü herkesin tatile hazırlandığı sırada tepkiler de sınırlı olacağından stratejik bir dönem.
Bunun yanında Avusturya'da hükümet değişikliği bir ay içinde bekleniyor. Bundan dolayı Avusturya'nın karar alması aksayabilir.
Aksarsa biz de zaman kazanmış oluruz.
Eğer Avusturya, Almanya ve İsviçre bu projeye "evet" derlerse ortaya çıkacak tüm olumsuzluklardan kendileri de doğrudan sorumlu olacak. Türkiye hükümeti, Enerji Bakanlığı ve Devlet Su İşleri (DSİ) kadar onlar da 'suçlu' olacaklar.
Herkes bilsin ki, bizim mücadelemiz her şeye rağmen kararlıkla devam edecek. Barajın inşaatı başlasa da, baraj inşaatı tamamlansa da, barajda su tutulsa da mücadeleyi sürdürmekte kararlıyız.
Türkiye'de Hasankeyf ve Ilısu Barajı'nın medyada nasıl yer bulduğunu takip ediyoruz. Fakat yabancı medyanın konuya bakışını siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Mart ayından bu yana Avrupa basını, Ilısu Barajı konusunu daha fazla işlemeye başladı.
Özellikle Ilısu Konsorsiyumu tarafından ihracat kredi garantörlüğü için yapılan başvuru ülkelerinde yani Avusturya, Almanya ve İsviçre'de bu konu gündeme tam oturdu.
Mart'tan bugüne kadar bir hafta arayla bölgeye Avrupa ve İstanbul'da bulunan uluslararası basın mensupları geliyor.
Gelen basın kuruluşları sol, liberal ve sağ medya kuruluşlarından. Yani sadece "sol" diye tanımlamamız eksiklik olur.
Avrupalı basın kuruluşların hepsi Ilısu Barajı konusuna eleştirel bakarak ağırlıklı olarak baraja karşı kampanya yürüten girişim ve kampanyalara yer veriyor.
Ilısu Barajı'nın Avusturya, Almanya ve İsviçre ülkelerince finanse edilmesinin bir skandal olacağını bir çoğu yazıyor.
Bu üç ülkenin dışında Arap, Fransız, İngiliz, Hollandalı ve en son İtalyan basın kuruluşları da haber yapmaya başladı.ü
Tabi ki Ilısu Barajı'nın finansı Avrupa'dan da sağlanacağı için Avrupalı basının bu konuyu işlemesi çok önemli.
Avrupa'daki haberler belli oranda hükümetlerce dikkate alınıyor. Ancak bu Türkiye'de geçerli değil.
Biz Avrupa medyasının yanında Türkiye'de de medyanın nasıl baktığına önem veriyoruz. Çünkü sonuçta mücadele burada veriliyor.
"Ilısu/Hasankeyf" konusuna belli düzeyde olumlu bir ilgi var. Fakat daha da geliştirilmeli ki kamuoyunun baraja karşı tepki göstermesi kolaylaşsın.
Yapılmak istenen kültür ve tarih soykırımı, ekolojik dengeleri alt üst eden ve sosyal bir facia. Bunu durdurmak hepimizin görevidir.
Bir su uzmanı olarak baraj politikaları hayatımızı nasıl etkiliyor? Örnek verebilir misiniz?
Barajlar öyle yapılar ki hayatın ve çevrenin çok değişik alanlarında ciddi etkilere neden olabiliyor.
İnsan toplulukları bin yıllardır nehirlerin önlerine setler koyuyor. Ancak 20. yüzyılla beraber bu setler yükseltildi.
Barajlar yükseldikçe daha fazla alanı su altında bırakarak çevre, sosyal yapı ve kültürel miras üzerinde kapsamlı etkilere neden oluyorlar.
Bir defa büyük barajlar büyük alanları su altında bırakarak binlerce hatta milyonlarca insanın göç etmesine neden oluyor.
Genelde bu insanlara ya hiç ya da yetersiz tazminat ve yaşam perspektifi veriliyor. Bir insanı yerinden etmek, her şeyiyle çevresinden koparmak onu aslında belirsizliğe sevk etmektir.
Bugüne kadar en 50 ile 90 milyon arası insan barajlardan dolayı göç etmek zorunda kaldı. Bu oran Türkiye'de yaklaşık 400 bin.
Sonra barajlar ekosistemleri de yok etme noktasına getiriyor. Enn azından bundan sonra herhangi bir ekosistem yok edilmemeli.
Vadileri su altında bırakmak flora ve faunayı büyük oranda tahrip etmek demek. Çevresinde yaşayan hayvanları da ciddi olarak olumsuz etkiliyor.Göllerin oluşumu nem oranın artmasına neden olarak iklimi değiştirir.
Yine dünyanın bir çok yerinde toplumsal kimliğin bileşenlerinden olan kültürel miras da baraj göllerinin tehdidi altında. İnsanlığın geçmişini anlamak açısından nehir vadileri genelde çok önemli.
Dicle ve Fırat nehirleri ise uygarlıkların gelişimi açısından çok önemli nehirlerdir. Yine bir çok ülkede ekonomik, sosyal ve kültürel yaşam vadilerde yoğunlaşıyor.
Teknik boyutuna inersek barajların en başta sedimentasyonla yani havzanın kum ve tortuyla dolmasıdır ki bundan dolayı bir çok barajın ömrü semi-arid olan bölgemizde 50 yılı geçmez.
Ayrıca barajlar buharlaşma sonucu ciddi oranda su kaybediyorlar. Bu oran kurak yerlerde daha da yüksek. Oluşan barajların su kalitesi çoğu zaman ciddi sorun. Kentsel alanlar ve tarımsal alanlardan atık su baraj gölüne akıyor.
Baraj gölleri böylece tropikal ve değişik hastalıklara yaygın bir şekilde neden olabilir. Nehirden içme suyu sağlayan topluluklar da farklı arayışlara gitmeli.
Barajın hiçbir yararı yok mu?
Gerçekten toplumlara hissedilir yararı olan barajlar da olmuştur. Hatta sayıları da az da değil. Bazı ülkelerin kalkınmasını barajsız düşünemiyorsunuz. Peki bu durumda bizim yaklaşımımız nasıl olmalıdır?
Tüm barajları baştan sona reddetmek mi? Bu eksik bir yaklaşım. Ama tüm baraj projelerine eleştirel yaklaşmak gerekli.
Karar verme için paydaşlık süreci çerçevesi
Bizim önerdiğimiz kapsamlı, demokratik ve şeffaf bir paydaşlık sürecidir. Yani eğer bir baraj projesi ortaya atılıyorsa barajdan doğrudan etkilenen tüm insanlar, topluluklar, dolaylı etkilenen insanlar da, etkilenen yerel yönetimler ve STK'lar proje sahipleri yani hükümet ve onun kurumları ile bir araya gelip bu konuda karar vermeli.
Ve karar geniş bir süre alternatifleriyle tartışıldıktan sonra ortak bir şekilde verilmeli.
Hükümet tek başına hareket etmemeli. Kamuoyunun tüm kesimleri de zaman zaman bu tartışmaya katılabilir. Buna kısaca şu da diyebiliriz: Karar verme için paydaşlık süreci çerçevesi.
Barajların iki temel yapılış nedeni var: Enerji ve sulama. Bugünkü tecrübe ve bilgi düzeyi gösteriyor ki bu iki ihtiyacı sağlayacak alternatifleri, daha sağlıklı yolları var.
Hasankeyf batıda olsaydı nasıl olurdu?
Ancak Hasankeyf gibi önemli bir antik şehir batıda olsaydı baraj için bu derece ısrar edilir miydi? sorusuna kesin cevap vermek kolay değil.
Ama Truva ve Efes'i hiç bir baraj su altında bırakamaz. Doğunun az gelişmişliği, doğudaki toplumuna olan siyasi önyargılar yaklaşımda kısmi farklılık getiriyor. Bundan dolayı Hasankeyf'in daha da tanınması önemli.
Film, belgesel, arkeolojik buluntuların tanıtımı, klip çekimi gibi kanallarla Hasankeyf ne kadar çok gündeme gelirse o kadar yararlı olur. Doğunun o zenginliği ve insanlık tarihi açısından oynadığı önemi kavratılması bir hedef olmalı.
Sonuçta bu ülkede hepimizin karlı karşıya kaldığı tehlikeler aynı. Bunun için batı-doğu fark etmeden harekete geçmek ciddi ihtiyaç.
Son olarak uzun dönemdir çalışmalar yürüten Hasankeyf'i Yaşatma Girişimi'nin talepleri, aktiviteleri, planları neler?
Stratejimizi önümüzdeki yedi yıla göre ayarlamaya başladık. Yani bir kaç ay içinde baraj inşaatı eğer başlarsa ki pek ihtimal vermiyoruz, suyun toplanmasına kadar yedi yılımız kalacak. Sonuna kadar mücadele edeceğiz.
Kendi örgütlülüğümüzü bölgemizde daha da geliştirmemiz gerekir. Önemli olan birinci derecede etkilenen insanları daha da bilgilendirip harekete geçirmemizdir ki bizden beklenen de bu.
Sonra ülkenin batısıyla ilişkilerimizi geliştirip güçlendirmemiz lazım. Barajlara yönelik çalışan hareketlerle ilişkilendik, bunu ileri bir aşamaya taşımamız lazım.
Az önce bahsettiğim paydaşlık süreci bir hedefimiz olmalı. Uluslararası ilişkileri de geliştirmemiz de unutulmamalı, uluslararası boyuttaki bilgi ve mücadelelerden öğrenebileceklerimiz var.
Eğer bugün çevre hareketleri başarılı olursa bu çok ciddi kazanç olacak. Toplumun ilerlemesi ve demokratikleşmesine önemli katkı bulunacak. Bunun da bilinciyle hareket ediyoruz. (EZÖ)
* * Almanya'da "Hidroloji ve Su Kaynakları" üzerine eğitim alan Ercan Ayboğa'nın bitirme tezi "Barajların Sürdürelebir Analizi İçin Kriterler Katalogların Karşılaştırması" Ayboğa şimdilerde doktora tezi olan barajların lağvedilmesi metotları üzerine çalışıyor.