Örneğin bugün Avrupa Birliği'nin vatandaşları parlamento, konsey, komisyonlar gibi yönetim mekanlarını, yargı, hukuk organlarının yapılarını, kültür merkezlerini yalnızca servis aldıkları 'soyut kurumlar' olarak değil, siyasal değerlerin cisimleştiği kavramsal mekanlar olarak izliyor, görüyor, tanıyor.Günümüz siyasal demokrasisinde siyaseti somut uygulamalarda kavramsallaştıran, mimarinin siyasetle ilişkisini yeniden tanımlayan bir süreç yaşanıyor. Bu süreçte kamu kavramının 'projeleşme'si, yani 'görünür ve kurgulanabilir olması', bir ürün olarak iletişim alanında yeniden düzenlenmesi sözkonusu. Bunun sonucu ise mimari mekanların yöneticilerden çok yönetimlerin kurumsallaşmasına hizmet edecek bir iletişim ortamı yaratması. Yönetim faaliyetinin meşruiyeti ise temsil (yönetimin 'başkaları adına' yapıldığının bilinmesi) ile ilişkili.
NTV'de katıldığım 'Siyaset Maratonu' programında siyasal parti temsilcilerinin kendilerini ya bir mimar, tasarımcı veya sanatçı gibi gördüklerini, ya da kendi siyasal işlevleri olan uzmanlık hizmetleri dediğimiz proje işlerine nasıl karar verecekleri hakkında en ufak bir bilgilerinin olmadığını fark ettim. Sonuç vahimdi: Ya siyasetçiler hem uzman şapkasını, hem de siyasetçi şapkasını aynı anda giymeye çalışıyor ve iktidara geldiklerinde de kendi projelerini uygulamayı amaçlıyorlardı. Ya da tanımsız, kuralsız bir biçimde geliştirilen uzmanlık hizmetlerini tıpkı bir mal satın alır gibi satın almayı hedefliyorlardı!
Genellikle kamu projelerinin geliştirilmesi için yöneticilerin bir karar vermesi beklenir. Mimarlar, tasarımcılar ondan sonra çalışmaya başlarlar.Bu konudaki çalışma ise bunun tam tersine bir çabayı ortaya koymayı amaçlıyor. Bu nedenle 'demonstartif' bir çalışma yapmaya karar verdik. Üstümüze hiç vazife olmadığı ve kimse bize bir sipariş vermediği halde yönetsel temsilin en önemli mekanı olan Bakanlar Kurulu Salonu ile işe başlama gereğini duyduk. Amacımız Bakanlar Kurulu Salonu'ndan başlayarak kamu mekanlarının başka türlü olabileceğini göstermek ve bu şekilde kamuoyu oluşturarak bir değişiklik yaratmak; bu soruna pozitif bir yaklaşım getirmek olduğu kadar sorunu da tartışılabilir kılmak. Yeni kurulacak olan hükümetin yeni bir düzen içinde çalışmaya başlamasını öneriyoruz.
Önemli olan bu konuların önceden tartışılabileceğini ve şeffaflık içinde kararların 'iktidar dışı' bir yaklaşımla etkilenebileceğini göstermek. (AKP programında yaratıcılığın teşvik edileceğini, bağımsız, rekabete açık bir ortam sağlanacağını söyleniyor.)
Mevcut durum:
Bakanlar Kurulu Salonu kasvetli, karanlık, asık suratlı. 'Dekorasyoncu' bir mantıkla düzenlenmiş. Burada yer alan ağır yan yana gelmiş kahverengi masalar, ortada sehpa üzerinde duran saksı-çiçek, aşırı süslü sürahiler 'kötü yönetilen bir ülke' mesajı veriyor. Bu mekan esnek, tarafsız, yalın bir görüntüye sahip olan sıradan bir mimari tasarım uygulaması kriterlerine bile sahip değil. Türkiye'nin uluslararası alandaki temsil gücüne zarar veriyor ve iletişim potansiyelini yanlış kullanıyor. Bu mekanda yer alan konumlandırma hiyerarşik, nötr değil, alt üst ilişkileri ile ve sanki askeri bir rejimle yönetilen bir ülke (Irak gibi) görüntüsü veriyor.
Bakanlar Kurulu Salonu şu nitelikleri taşımalı:
* Demokratik bir düzenleme: Çember şeklinde veya salon elvermiyorsa 'U' biçiminde bir yerleşim düzenine geçiliyor. Bu düzen yönetimi temsil eden insanlar arasında demokratik bir eşitlik ilişkisini pekiştirmeyi amaçlıyor. Başbakan bu eşitlik düzeni içinde merkezde ancak mekan ayrı yönetim unsurları olan yönetim işlevlerini bir bütün olan 'bağlayıcı bir halka' biçiminde birleştiriyor.
* Şeffaflık: Tek bir platform olarak tasarlanmış olan masanın altı açık ve kişileri tam bir 'gövde' olarak görmek mümkün. Böylece bu kişilerin kamu kişilikleri olarak gizlenen, örtülen, saklı kalan hiçbir noktaları kalmamakta. 2 robot kamera toplantıları sürekli kaydetmekte ve gerektiğinde yayın, projeksiyon, video konferans imkanları sağlanmakta.
* Cumhuriyetin kurumsal simgeleri:Avrupa Birliği ülkelerinde olduğu gibi hiyerarşik konumdaki kişiler değil kurumsallaşma öne çıkıyor. Bu nedenle Başbakan'ın oturduğu bölümün arka planında Türkiye Cumhuriyeti'ni simgeleyen iki ana unsur yer alıyor. Bunlardan birincisi hiçbir dekoratif unsur taşımayan sert zemin üzerine basılmış yalın Türk Bayrağı. İkincisi Cumhuriyet'in Kurucusu Atatürk'ün (büst olarak otoriter bir görünüm arz etmeyen) resmi. Bu resim daha önce olduğu gibi Başbakan'ın gölgesinde kalmamakta, yarattığı kurum olan Türkiye Cumhuriyeti'nin simgesi olan Türk Bayrağı ile birlikte yer almakta.
(Avrupa Birliği Bayrağı ileride bu simgeleri tamamlayan bir üçüncü unsur olacaktır.)
* Renkler, aydınlatma, ilişkiler: Işık değerleri görüntü kayıtları esnasında güçlenmekte ve yönetim normal çalışma zamanından daha çok daha fazla aydınlatmakta. Bu aydınlatma yönetimin açıklık, şeffaflık, hesap verebilirlik gibi kurumsal değerlerini, kendisinin soğuk renkleri ile karşıtlık ilişkisi içinde (insanların renkleri ile) ortaya çıkarıyor.