Balkan savaşıyla başlayan bu dönemin son örneğini Irak oluşturdu. Arjantin ve Türkiye ekonomilerinin çökertilmesi ise, farklı bir düzlemde gerçekleşse bile, kimi sonuçlarıyla söz konusu emperyal siyasetin yarattığı sonuçlar arasında değerlendirilebilir.
Bu ülkeler, ironik şekilde "demokrasi" ve "insan hakları" gibi yönlendirici politikalar ihraç edilerek çözülüyor. Etnik boğazlaşma kışkırtılıyor, toplumlar cemaatlere bölünüyor, parçalanıyor ve kapitalist merkezlerin periferisinde güçsüz küçük devletlerden oluşan yeni bir harita çizilmek isteniyor.
Kuzeyin zengin ülkeleri bütünleşmeye yönelir ve ekonomik ve siyasal birlikler oluştururken, yoksul güney ufalanıyor. Dünyanın "emperyalist anavatanlar" dışında kalan bölümünün neredeyse tamamı, şehir devletlerden oluşan bir siyasal düzenlemeye doğru itiliyor. Bu durum, anti-kapitalist eylemlerin yanı sıra küresel ölçekte en şiddetli gerilim alanlarından birini oluşturuyor.
Emperyalizmin yeni araçları
Kapitalist emperyalist sistemin ulaştığı yeni bütünleşme düzeyi, uluslararası sermayenin çıkarlarını koruyacak uluslarüstü iktisadi örgütlenmelerin önemini de arttırıyor. Bu durum, 1990'lı yıllardan itibaren, kapitalist merkez ülkelerinin dışında kalan küresel pazarın, ulusal devletlerin kontrolü dışına çıkarılmasına koşut olarak gelişiyor.
Zengin Kuzey'in dışında kalan Güney'in yoksul ülkeleri ile yeni sanayileşmiş ülkelerde, tarımdan endüstriyel üretime, enerjiden finansal kurumlara kadar ekonominin yönetimi uluslarüstü emperyal kuruluşların denetimine giriyor. Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu (IMF) bu siyasetin yürütülmesinin en çok bilinen küresel kurumlarını oluşturuyor.
Örneğin; Türkiye'de Merkez Bankası'nın, Hazine Müsteşarlığı'nın, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu'nun (BDDK) bağımsızlaştırılması, Şeker Kurulu, Enerji Piyasası Üst Kurulu gibi iktisadi üst örgütlerin oluşturulması bu anlama gelmektedir.
Böylece bu kurulların yönettiği piyasalar ve sektörler sadece kamunun ve hükümetlerin değil, Danıştay gibi yargı organlarının dahi hukuki denetimi dışına çıkarılmaktadır. Bu kurullar, kazandıkları yeni statü ile ulusal piyasaların ve stratejik üretim alanlarının uluslararası finans kurumlarının denetimine girmesine hizmet etmektedir.
Kendini besleme yeteneğinin yitirilmesi
Türkiye'nin kırsal üretim yeteneğinin tahrip edilmesine yol açan tarım sektöründeki, "bağımsız kurullar" da aynı işlevi görmektedir. Bir ülkenin geleceği, güvenliği ve kendi kendisini besleme yeteneğinin garanti edilmesi için hayati önem taşıyan tarım alanında, kritik kararların alınması bu üst kurullar aracılığıyla kamunun ve siyasetin dışına taşınmaktadır.
Yeni oluşturulan Tütün Kurulu, Şeker Kurulu, Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri'ni (TSKB) Yeniden Yapılandırma Kurulları göreve başladığından beri, Türkiye kendi tarımına yön veremez duruma geldi.
Bugün söz konusu kurullar aracılığıyla ülkenin tarım sektöründeki stratejik üretim gücü ve yeteneği tasfiye ediliyor. Bu politika sadece Türkiye'de değil, "küreselleşme çağında" emperyalizmin en önemli araçlarını oluşturuyor.
Bu kurullarla amaçlanan, ekonomi yönetiminin kamudan alınıp uluslarüstü büyük tarım tekellerine verilmesidir. Kurulların oluşturulduğu alanlarda; artık ulus devletlerin hükümetleri, halkları ve üretenlerinin hiçbir söz ve karar haklarının kalmayacağı açıktır.
Uygulanan bu politikalar geri ülkeleri, gelişmiş ülkelerin büyük tarım tekellerinin sömürgesi haline getirmektedir. "Bağımsız" ya da "üst kurullar" bir önceki dönemin hukukuna göre oluşmuş ulus devletlerin uluslarüstü tröstler tarafından "işgal edilmesinin" de en önemli araçlarıdır.
Yeni emperyalizm
Başka bir deyişle; "bağımsız" ya da "üst kurullar", karakteristik özellikleri itibarıyla son yıllarda giderek belirginleşen yeni emperyalizmin -ki buna 'neo klasik sömürgecilik' de diyebiliriz- sınai ve mali piyasaları, enerji ve tarım sektörlerini kontrol etmek için oluşturduğu alt sistemlerin en önemli iktisadi ve idari aygıtlarıdır.
Bu kurullar, yine bu dönemde üretilen "yönetişim" kavramının işaret ettiği, ekonomi yönetiminin yeniden yapılandırılmasından başka bir şey değildir.
Biliyorsunuz, son Balkan Savaşı ile ortaya bir model konuldu ve bu modelden yeni bir askeri-siyasal müdahale hukuku üretildi. Bu model ve müdahale hukukuna göre; artık hiçbir ülkenin kendi içişleri kalmıyor.
"Medeni ülkeler", Güneyin "gelişmemiş" toplumlarını kendi diktatörlerinden kurtarmak için harekete geçebileceklerini ilan ediyorlar. Bunu bazen Irak ve Yugoslavya'da olduğu gibi silahla yapıyorlar, bazen de Arjantin ve Türkiye'de olduğu gibi ekonomilerini yıkarak.
Tam da bu dönemeçte dünya solu dramatik bir açmaz yaşıyor; bir tarafta üçüncü paylaşım savaşına girişmiş emperyalist merkezler bulunuyor, diğer tarafta ise pek çoğu aşağılık rejimler tarafından yönetilen yoksul "ulus" devletler.
Tablo böyle olunca, "beyaz adam" dünyaya "medeniyet" dağıtmaya devam ediyor!(MY/NM)