Herşeyi düşünmek zorunda olduğumdan, "Neden hoşuma gitti ki şimdi bu?" diye düşünmeye başladım.
Gece geç vakit bir minibüse binince, bir kadın gördüğümde sevinmeme benzer bir şey gibi geldi; ama aynı şey olmadığını fark ettim biraz daha düşününce.
Gece geç vakit sadece erkeklerle dolu bir minibüse bindiğimde bir kadın olması kendimi güvende hissetmemi sağlıyor sanırım.
Oysa bir arabanın plakasında sakat amblemi görmenin kendini güvende hissetmekle bir ilgisi olamaz.
Belki yalnız olmadığımı görmek hoşuma gidiyordur.
Belki de kadınların kamusal alanda çoğalmasına sevinmek gibi bir şeydir, sakatların da çoğaldığını görmek...
Bu dediğimden sakatların sayısının çoğalmasını istediğim sonucunu çıkarmaz umarım kimse!
Bazı sakat arkadaşlardan duymuştum; safça bir düşünceyle, "Sakatların sayısı çoğalırsa, haklarımız çoğalır!" diyenler, dünya nüfusunun yarısının kadın olmasının, kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olmasına yetmediğinin farkında değiller tabii...
Benzer duyguyu Taksim'de metro girişinde sakat amblemi gördüğümde de hissettim.
Biraz düşününce ikisi arasında fark olduğunu fark ettim!
Birilerinin benim varlığımın farkımda olduğunun göstergesiydi metro girişindeki sakat amblemi.
Ne büyük bir yanılgı!
Boşuna sevindiğimi fark etmek için, metroyu kullanmam gerekmediğini anlamak için gereken yaşı geçtiğimi sanırdım.
O amblemi görünce sevinmek bana öfke ve ağrılar olarak geri döndü.
Hayatımın en uzun yürümesini metro sayesinde yaptım.
İnilip çıkılan sonsuz sayıda basamaklı merdivenler...
Hele o Mecidiyeköy çıkışı... Sonsuz uzunlukta göründü bana o yol.
Taksim'den Mecidiyeköy iki dakika dedikleri için arabayla değil de metroyla gitmemi söyleyen arkadaşımla birkaç yıl görüşmesem iyi olur; sinirim ve ağrılarım anca geçer herhalde.
İki dakika dediği mesafe tam birbuçuk saat sürdü benim için.
Arkadaşıma niye kızıyorum ki, metroyu yapan, yaptıran, mimarından, mühendisine, belediye başkanına kızmak varken...
Metro metro değil işkence merkezi...
Sadece benim için değil tabii... Milyonlarca ortopedik sakatlığı olanlar için ve yaşlılar ve hastalar ve çocuklu kadınlar için... Ve körler için tabii.
Hadi sakatları düşünmüyorlar diyelim, bir gün yaşlanacaklarını neden düşünmez bu insanlar?
Metronun belli yerlerinde yürüyen merdiven, yürüyen bant ya da asansör olması sakatların düşünüldüğünü göstermiyor.
Sırf Mecidiyeköy'e gitmek için yürüdüğümüz yol bile, metro ilanlarına belediyenin "Sakatlar binemez!" ibaresi koyması için yeterli bir sebep.
İstanbul'da sakatların da yaşadığını fark eden ilk belediye başkanı olduğunu düşünürdüm Recep Tayyip Erdoğan'ın (Başbakan olunca gizlice sevinmiştim.) ve onun izinden gittiğini düşündüğüm Ali Müfit Gürtuna'ya; bir sempati beslerdim sırf bu nedenle.
Tantanalı bir şekilde hizmete sokulan metronun, aslında sakatların hiç düşünülmeden yapıldığına bakarsak sırf oy uğruna sakatlar için bir şeyler yaptıklarını söyleyenler haklı sanırım.
Gerçi sırf oy uğruna da olsa, keşke herkes bir şeyler yapsa da biz daha çok hayata katılabilsek...
Omurilik Felçlileri Derneği, bir dava açtı büyük şehir belediyesine; Aksaray metrosunu sakatlara uygun yapmadıkları için. Merakla bekliyorum davanın sonucunu.
Ne dersiniz kazanır mıyız?
Ankara'daki metro "Ankaray" da yaşadığım ise farklı bir şeydi.
Turnikelerdeki sakat amblemini görünce yine safça bir sevinç duydum, sakatlara ücretsiz geçiş olması daha da sevindirdi tabii.
Ne saflık! Saflıktan öte bir şey aslında benimki...
Geçirmediler beni oradan.
Oradaki görevliye göre ben sakat değildim!
Hiç tartışmadım ama İstanbul'da tükettim sandığım sinirlenme rezervlerimin de tükenmediğini fark ettim...
Aziz Nesin'in öyküsü "Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz"ı hatırlattı bana yaşadığım.
İşe başvurduğumda, aşık olduğumda, sokakta "sakat" turnikeden ücretsiz geçsek isterken "sakat değil"...
Aziz Nesin yaşasaydı sorardım bu durumu nasıl formüle edeceğini...
"Sakat ne sakat ne sakat değil!" mi, yoksa "Sakat ha sakat ha sakat değil!" mi derdi? (NK)