1934 yılında müze statüsüne çevrilen Ayasofya, 86 yıl sonra tekrar cami statüsüne çevrildi. Konuya dair bir yığın görüş açıklandı ve açıklanmaya devam edilecek. Konuyu farklı açılardan ele alan bu açıklamaların çoğunda, doğruluk payları var.
Her bir görüş, camiye çevrilme serüveninin bir veya birkaç özelliğini öne çıkarıyor. Konu tarihten İslam hukukuna, imparatorlukların tarihsel koşullarından ulus devletlere, dinden sosyal yaşama, siyasetten hukuka, sanattan estetiğe, uygarlıktan uluslararası ilişkiler varıncaya kadar çok boyutlu, çok katmanlı olduğu için, herkes kendi meşrebince konuyu bazı özellikler boyutunda ele alıyor. Böylesi de normal.
Bu yazı da konuyu daha kapsamlı olarak ele almaya ve bu bağlamda görüşlerimi maddeler halinde ifade etmeye çalışacağım.
1) Erdoğan iktidarı otoriterleşme yolunda sınır tanımayan bir hızla ilerliyor. En son bunun iki örneği, çoklu baro sistemi ve Ayasofya. Postmodern dönemde sistemin otoriterleşmesi için klasik faşizme gerek yoktur. Bu dönemde popülizmle de pekâlâ otoriterleşme sağlanabiliyor. Erdoğan iktidarı popülist, İslamcı ideolojiden beslenen bir tarihselliği görev edinmiş ve faydacı (pragmatist) bir iktidardır! Dünyada bu tür iktidarlar yaygınlaşıyor.
Ayasofya’nın tarihsel serüveninin bu toplumun bir kesiminde karşılığı var. Bu noktada Erdoğan iktidarı Ayasofya’yı camiye çevirerek otoriterleşmesine meşruiyet sağlamaya çalışıyor.
2) Camiye çevirme sürecinin doğrudan yürütme üzerinden yapılması yerine Danıştay üzerinden yapılması, sürece hukuki bir nitelik kazandırma çabasıdır. Böylece içte ve dışta bu konuda siyasetin bir dahlinin olmadığı, kararın hukuk yoluyla verildiği imajı yaratılmak istenmiştir.
Hâlbuki sürece yakından bakıldığında belirleyici olanın iktidar/siyaset olduğu açıktır! 1934 yılında Ayasofya’nın müzeye çevrilmesi kararını nasıl yürütme organı (o günkü iktidar) vermişse, bu kararın iptalinin de yine yürütme organı (bugünkü iktidar) tarafından verildiği çok açıktır. O günkü karar da siyasidir, bugünkü karar da siyasidir!
Ayrıca Danıştay’ın kararının şimşek hızıyla uygulamaya konulması, iktidarca bir ön hazırlığın yapıldığını gösteriyor.
3) Danıştay, Ayasofya’nın Fatih vakfiyesine kayıtlı olduğu ve yerin vakfa iadesi ve amacına uygun (cami olarak) kullanılması gerekçesiyle karar verdi. Peki, vakfiyelerde ve eski tapularda kayıtlı ve soyu bugün de devam eden Osmanlı Padişahı malları ne olacak? "Dolmabahçe Sarayı dedemin malıdır" diyen bir mirasçıya ne denecek? Daha somut söyleyelim, malları ellerinden alınmış ama soyu devam eden azınlık malları ne olacak? Örneğin Çankaya Köşkü’nün ve arazisinin Ermeni Kasapyan ailesine ait olduğu, ailenin ABD’de yaşayan torunu Edward Çuhacı’nın köşkün satılmadığı iddialarına ne denilecek? Hani hukuk herkes için eşitti? Yoksa bunlar da mı kılıç hakkı sayılacak?
4) Ayasofya’nın camiye çevrilmesini kılıç hakkı üzerinden savunmak, bugün ilkelliğin, barbarlığın, işgal (veya fetih) ve çapul kültürünün ve gücü gücü yetene anlayışının dışavurumudur! Bunun tarihsel anakronizmi bir tarafa, gerçekten ahlaki olarak da çok tehlikeli ve sorunlu bir durumdur. 1400’lü yılların dünyasını bugüne ikame etme anlayışı, gerçekten utanç vericidir!
Tipik örnek olması açısından varsayalım ki günümüzde Kâbe ABD tarafından işgal edildi. ABD dedi ki; "Kâbe’ye kılıç hakkı olarak kilise inşa ediyorum!" Ne hisseder, ne dersiniz? Dünü bugüne ikame etmek ne büyük tehlikeler içeriyor, değil mi?
5) Ayasofya’nın camiye çevrilmesinin bir mekânsal ihtiyaç olmadığı çok açıktır. Erdoğan’ın kendisinin de dediği gibi, Sultan Ahmet Camisi dolmuyor!
6) Ayasofya’nın camiye çevrilmesinin bir yanı iktidarın otoriterleşmesine meşruiyet sağlamaksa, bir diğer yanı da iktidarın ideolojik amacına uygun bir adımdır. Erdoğan iktidarının İslamcı damarının tarihsel bir arka planı var. Bu tarihsel arka planı bir Doğu-Batı çatışması, Batı’nın fennini alalım ahlakını almayalım retoriği, küffar ve gaza retoriği, İslam’ın yayılması ve özellikle İslam’ın kendi ülkesi içerisindeki hâkimiyetinin tesis edilmesi, bunun için de Osmanlı millet sisteminden arta kalan kesimlerin etkisizleştirilmesi ve mekânlarının ele geçirilmesi oluşturur ki, bu son madde Türk milliyetçiliğiyle uzlaştığı noktadır. Zaten buradan tekçi bir anlayış çıkar ki, bugün Erdoğan ile Bahçeli aynı tekçi sloganları atmaktadır.
Ayasofya’nın camiye çevrilmesi, ülke içerisinde bir İslamlaşma hâkimiyeti çabasıdır. Bunu İslamcı dünyanın yayınlarından ve siyasetlerinden okumak mümkündür. 1970’lerden itibaren dile getirilen Taksim’e cami yapacağız iddiası, bugün gerçekleşti. Nedir bu iddianın altında yatan siyaset?
Taksim, Beyoğlu (Pera) bölgesi öteden beri azınlıkların yaşadığı ve Cumhuriyetle birlikte modernleşme pratiğinin açık ve yoğun şekilde bu bölgede oluştuğu gerçeğine karşı, İslamcılar için kafir olan bu bölgenin İslamlaşması gerekiyordu.
Peyami Safa’nın 1931 yılında yayınlanan “Fatih-Harbiye” romanının omurgasını bu siyasal anlayış oluşturur. Fatih İslam’ı, Harbiye küffarı temsil eder! Bu roman, Türkiye’de İslami romanların kurgusundaki ana şemayı oluşturur.
İslami anlayış "İslam iyidir, ahlaklıdır, erdemlidir, doğru yoldur, Allah’a teslimiyettir, imandır" vb. özelliklerini anlatsa, bunlar üzerinden bir paradigma kursa, bu saygıyla karşılanmalıdır. Fakat "İslam’ı dünyaya hâkim kılacağız, tövbe eden edecek, etmeyenin katli vaciptir, düşmanın canı, malı karısı kızı oğlu Müslüman’a helaldir, benim şeriatım doğrudur" gibi iddialar; işte acı ve tehlikeli olan budur! İslam dünyasında zulmün ve kanın neden eksik olmadığına bir de bu açıdan bakılmalı!
7) Erdoğan’ın Ayasofya’yı camiye çevirmesine salt bir iç politika taktiği ve oy kaygısı olarak bakmak yeterli değildir. Konuya 6. Madde bağlamında bakmanın, yani bir sekülerlikten kopma ve gittikçe İslamlaşma olarak bakmanın daha isabetli olacağı kanısındayım.
8) Erdoğan Ayasofya’yı camiye çevirmekle yeni bir seçmen kitlesi kazanamayacak. Zaten bunu desteğini büyütmek için değil, desteğini korumak için yaptı. Bakalım göreceğiz, desteğin seyri ne yönde olacak?
9) Ayasofya’nın camiye çevrilmesinin bağımsızlıkla, egemenlikle hiçbir ilgisi yok. Yani Ayasofya cami, müze veya kilise dahi olsa, bunlar bir bağımsızlık kazanımı veya kaybı değildir. Ayasofya bizim ülkemiz içinde ve egemenlik sahamızda bir yer.
Bağımsızlıktan, egemenlikten mi söz ediyorsunuz, haydi girin ülkedeki ABD üslerine! Kapatın NATO üslerini vs. Egemenlik hakkı gibi numaralar çekmeyin! Kaldı ki dünyanın bu denli küreselleştiği, giriftleştiği bu dönemde, ben bağımsızlığı geçmiş dönemin ölçüleri içerisinde değerlendirmiyorum.
10) Ayasofya’nın camiye çevrilmesine muhalefet karşı çıksaydı, gerilim son bulmayacak ve Erdoğan’ın ve İslamcı cenahın elinde yine bir koz olarak kullanılacaktı. Bana göre muhalefet doğru bir tavır takınarak, Erdoğan’ı boşa düşürdü.
11) Ayasofya’nın camiye çevrilmesiyle, kimileri alabildiğine sıkışan Erdoğan’ın son kozunu oynadığını söylüyorlar ki, bu doğru değil. Özellikle dinci siyasetlerin kozu bitmez! Örneğin azınlık mensuplarının dini mekân ve hakları üzerinde bazı tasarruflara gitmek, iktidara yedeklenmeyen ve asimile olmakta direnen Alevi kesimlerini sıkıştırmak ve dahası, kimi alanlarda İslami hukuk kurallarının inşası gibi vb. birçok oyun sahaya sürülebilir.
12) 1934 yılında Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesi kararı, sanat ve estetik açıdan olumlu ve yerinde bir karardı. Elbette bu eser Ortodoks Hıristiyanlığın bir eseri ve en büyük mabedi. Ancak bu eser aynı zamanda tarihsel, mimari ve sanatsal açıdan evrensel bir eser. Bir kültürel miras. Bütün insanlığın ortak bir değeri. Böylesine evrensel bir eseri herhangi bir dinle, cemaatle, kesimle sınırlamak doğru değil. Bu eserin cami olarak kullanılmasının İslam’a ne gibi somut bir katkısı var? Hâlbuki müze olarak kullanılması, orayı ziyaret eden her milletten her dinden insana sanatsal ve estetik bir katkı sunmakta. Elbette Ayasofya’nın statüsüyle ilgili karar yetkisi bize aittir. Ancak bu kararı evrensel bir bakış açısıyla vermek ve böylece insanlığın kültürel mirasını yine tüm insanlığa sunmak daha adildir. Camiye çevrilmesine bu nedenle karşıyım.
13) Ayasofya'nın camiye çevrilmesi, Erdoğan iktidarının yönetememesinin de bir göstergesidir. Bunların hiçbiri Erdoğan iktidarı için bir kurtuluş değil. Uzatmaya katkıları olabilir, ama her şeyin bir sonu var.
Elbette bu tamamlanmış bir yazı değil ve bu maddelere yenileri eklenebilir. (HŞ/RT)