Hıristiyan Demokrat Birlik (CDU) partisinin önde gelen isimlerinden Koch'a göre bu durum Türklerin Alman toplumundan uzak, ayrı bir dünyada yaşadığının göstergesiydi. Bu "endişe"nin birçok Alman politikacı tarafından paylaşıldığını biliniyor.
Elbette, Türkçe basının ve daha önemlisi Türkçe'nin bu ülke için bir zenginlik olduğunu kavramış politikacılar da var.
Ama galiba daha önemlisi, Türkçe'nin, dolayısıyla Türkçe basının bu ülkedeki varlığını sürdürme direnci. Yani Türkçe'yi kullananların, ondan yararlananların, onunla mutlu olup, onunla kavga edenleri, onunla ağlayanların direnci.
İşte bu direnç, Türkçe'yi iletişim dili olarak gelecek kuşaklarda da yaşatıp, onun bu toplum için bir zenginlik olduğunu gösterebilir, endişeli olanlara da hiç olmazsa Türkçe'nin varlığına katlanmanın çağdaş bir "zorunluluk" olduğunu kavratabilir.
Sorun da burada.
Türkçe Almanya'da, daha doğrusu Türk göçmen toplumunun yaşadığı Batı Avrupa ülkelerinde, gelecek kuşaklarda da iletişim dili olarak yaşayacak mı?
"Türkçe direnişçisi" bilinci
Bu soruya yanıt aramakla vakit yitirmeye hiç gerek yok.
Bunun için herkesin birer "Türkçe direnişçisi" bilincini kuşanması, Türkçe'yi yaşatıp, geliştirmeye katkıda bulunması gerekiyor. Bu toplumsal gelişmeye karşı çıkan ya da moda deyimiyle "entegrasyon"a karşı bir direniş değil.
Aksine çağdaş bir direniş.
Bu direnişe herkes katılabilir.
Kimisi ısrarla parasını vererek Türkçe yayınları takip ederek, Türkçe kültür-sanat etkinliklerini izleyerek, kimisi de okullardan Türkçe'yi sürgün etme girişimlerini protesto ederek, kimisi de Türkçe'yle üretimde bulunarak, yazarak, konuşarak bunu yapabilir.
Türkçe yaşarsa basın da yaşar
Elbette Türkçe'nin yaşaması, sadece Avrupa'daki Türk medyasının yaşaması ve basın-yayın kuruluşlarının bundan ekonomik çıkar edinmesi açısından önemli değil.
Her şeyden önce Türkçe'nin de diğer diller gibi yaşamaya ve gelişmeye hakkı var. İnsanlık farklı dilleri kullanmaya devam ettiği sürece bu hak, kutsal bir hak.
Ve gelecekte Avrupa'da yaşayacak Türklerin yaşamlarını ve dolayısıyla yaşadıkları ülkeleri güzelleştirecek bir hak.
Türkçe yaşarsa, Türkçe basın da yaşayacaktır. İşte bu nedenle bu hakkı savunmak herkesten önce gazetecilerin, basın çalışanlarının görevi.
Jöntürklerin de gazeteleri vardı
Avrupa'daki Türkçe basın iki tarihsel geleneğin üzerinde yükseliyor.
Hatırlanacaktır, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Avrupa'ya çıkan - çıkmak zorunda kalan - sürülen aydınlar İngiltere'de, Fransa'da Türkçe gazeteler çıkardılar. Jöntürklerin Türkiye'ye gizlice sokulan yayınları bir dönem Türkiye'deki aydınlanma hareketinin motor gücü oldu.
Avrupa'daki Türk gazeteciliği, bazıları bunun henüz farkında olmasa da bu tarihsel temele dayanıyor.
Bu tarih bilinci, Türk medyasının sadece Türkiye'den Avrupa'ya göçün ürünü olmadığını, entelektüel gıdasını çok eskilerdeki gazetecilik girişimlerinden, deneyimlerinden almaları gerektiğini gösteriyor. Bu eğilim tarih boyunca hep var oldu, yaşadı.
İlk gazete Akşam
İkinci gelenek de Avrupa'ya işçi göçü.
Bilindiği gibi göç 1960'lı yılların başında başladı. Türkçe basın, bu gelişmeyi kısa bir gecikmeyle takip etti. Almanya'daki Türkler için ilk gazete Akşam, 1970'de Münih'te basıldı. Onu Tercüman,
Hürriyet ve Milliyet izledi.
İşin yönü değişmişti.
Bu kez de Türkçe gazeteler, Avrupa'ya Türkiye'den geliyordu.
Artık Avrupa'da matbaalar da var
Sonuçta günümüzde her iki geleneğin içiçe geçtiğini, buna Avrupa'da yetişen genç gazetecilerle yeni bir boyutun daha eklendiğini ve bu buluşma oldukça uzun bir geçmişe dayanan Avrupa'daki Türkçe medyayı daha da güçlendirdiğini söyleyebiliriz.
Zaman içinde gazeteler Almanya'da kurulan yazı işleri merkezlerinin ve yaygın muhabir ağlarının katkısıyla büyük değişiklikler yaşadı. Gazeteler Almanya'da kurulan matbaalarda basılır oldu, Avrupa'ya özel sayfalarının, haberlerinin sayısı arttı, hacmi genişledi.
Bu gazeteleri hazırlayan gazeteciler kısa bir süre öncesine kadar hep Türkiye'den geliyordu. Artık, Avrupa'da yetişen, gelişen genç Türkler de bu üretim sürecinin özneleri arasına girmeye başladılar.
Günümüzde Türkiye'de yayınlanan günlük gazetelerin önemli bir bölümünü Avrupa'daki gazete bayilerinde bulmak mümkün. Bu gazetelerin hemen hepsi, Almanya'da yeniden üretilerek, yani Türkiye'de hazırlanan sayfalara, bu ülkedeki merkezlerinde hazırlanan ağırlıkla Avrupa'daki siyasal, sosyal, kültürel, sanatsal, sportif gelişmeleri ele alan "Avrupa" haberleriyle dolu "Avrupa" sayfaları eklenmiş olarak piyasaya sunuluyor.
Bu gazetelerin günlük tirajı 100 bini aşıyor. İnternet kullanımının yaygınlaşması, Türkiye'de çıkan gazetelerin büyük bölümünün güncel olarak sanal ortamda yer alması ve televizyon yayınları Avrupa'daki Türkçe gazete satışlarını geriletse de Türklerin yarısından fazlası (yüzde 55) sadece Türkçe gazete okumakla yetindiği tahmin ediliyor.
Sadece merkezi Türkiye'de olanlar değil, son yıllarda Almanya'da kurulan ve ayakta kalmayı başaran çok sayıda basın-yayın organı, oldukça renkli bir çeşitlilik içinde Türkçe okuyan 2 milyonu aşkın bir toplumu bilgilendirme iddiası taşıyor.
Türkçe yayınlar her yerde
Tamamen Avrupa'da hazırlanan çok sayıda haftalık, aylık bu gazete-dergiler de Türkçe medya arzını zenginleştiriyor. Genellikle yerel olan, bir ya da birkaç kenti kapsayan bu gazete ve dergilerin büyük bölümü bedava ve elden dağıtılıyor.
Sadece ilan gelirleriyle yaşayan bu gazete ve dergileri bulundukları kentlerdeki tüm Türk işyerlerinde, marketlerden, lokantalara, berber salonlarından, doktor muayenehanelerinin bekleme odalarına kadar hemen her yerde bulmak mümkün.
Merkezi Türkiye'de olan televizyon ve radyo yayınları yoğun olarak izleniyor. Her üç Türk evinden ikisinde Türkçe televizyonları izlemek için uydu anteni bulunuyor. Türklerin yarısından fazlasının günde üç saatten fazla Türkçe televizyon yayını izlediği tahmin ediliyor. Bunu yanısıra Berlin gibi Türk nüfusunun yoğun olduğu kentlerde kurulmuş olan radyo ve televizyonlar arasında 24 saat yayın yapanlar bile var.
Bu arada başta Almanya olmak üzere, Türk göçmenlerin yaşadığı ülkelerde, bu ülkelerin kamusal yayın kuruluşlarının kurduğu, desteklediği radyo, TV yayınları da oldu. Burada halk arasında "Köln Radyosu" olarak bilinen Batı Almanya Radyo Televizyon Kurumu'nun (WDR) düzenli ve özenli yayınlarının ağırlığını ve önemini hatırlamakta yarar var.
Entegrasyona katkı?
Elbette, Türkçe medyanın çeşitliliği ve yaygınlığı açısından zengin bir dinamizm içinde olması, içerik açısından da memnuniyet verici bir durumun yaşandığı anlamına gelmiyor. Araştırmacı gazeteciliğin, ciddi haberciliğin, magazin gazeteciliği, sansasyonel habercilik karşısında gerilediği bir süreç yaşanıyor.
Ancak "bilgiyi araştırma, edinme ve yayma" hakkını kamusal bir görev olarak benimseyerek çıkan basın-yayın organlarıyla, gazetecilerin direnci, bu durumun sürekli olamayacağı umudunu veriyor, en azından sürekli olmaması gerektiğini gösteriyor.
Almanya'daki Türklerin okudukları gazeteler, dinledikleri radyolar, izledikleri televizyonlar sık sık araştırma konusu oluyor.
Bu araştırmalar genellikle Türkçe medyanın Türk toplumunun entegrasyondaki rolünü araştırmayı hedefliyor.
Birileri asıl görevleri "bilgiyi araştırma, bulma ve yayma" olan gazetecilerin pratiklerini "entegrasyona ne derece katkıda bulunuyor?" sorusuyla sorgulamaya kalkıyor. Hatta, bir "sonuç" olan bu fenomeni, bir "amaç" olarak dayatmaya çalışıyor gazetecilere.
Almanya'daki Türk medyasının amacı, Türk toplumunun bu ülkeye entegrasyonu değildir, olamaz.
Ama, bunu söylemek Türkçe basın-yayın pratiğinin toplumsal entegrasyona olumlu katkıda bulunmayacağı anlamına gelmiyor. Elbette, olumlu gazeteciliğin sonuçlarından biri de bu ülkede yaşayan insanları özgür, bilgili, eleştirel bireyler olarak toplumsal yaşama katılmalarını sağlamak olacaktır. Medyanın toplumsal uyuma katkısının ne ölçüde olduğu ancak bu açıdan incelenebilir.
Türk medyası da mutlaka bu olumlu gazeteciliği ne derece ciddi ve sorumlu bir biçimde gerçekleştirdiğini sorgulamak, kendi dışından gelen bu yöndeki sorgulamalara, eleştirilere açık olmak zorunda.
İstihbarat örgütü denetleyemez
Önemli olan insanların bilgiyi hangi dilde aldığı değil, hangi bilgiyi aldığıdır.
Bu açıdan bakıldığında Avrupa'daki Türk medyasının en az, ama aynı zamanda en fazla, Avrupa medyası kadar endişe verici bir durumda olduğunu söyleyebiliriz.
Ne fazla, ne eksik.
Batı basınında da "basın özgürlüğü"nü, soykırımı inkar etmek ya da şiddete çağrı yapıp, övgüde bulunarak ya da terörü haklı göstermeye çalışarak açıkça iğfal edenler var. Türkçe basında da bunun örnekleri görülüyor.
Nasıl ki, örneğin Almanya'daki aşırı sağcı, ırkçı, yabancı düşmanı, neo-nazi eğilimli basın - yayın organlarından hareketle, tüm Alman medyasını bağlayacak değerlendirmeler yapılamazsa, aynı tavır Türkçe medya için de gösterilmelidir.
Elbette bu yayınlar incelenmeli ve yasal takibata uğramalıdır. Ancak, Almanya'da geçenlerde bir Hıristiyan demokrat politikacının yaptığı gibi Türkçe yayınlanan bir gazetenin yayınları örnek gösterilerek, başta Türkçe gazeteler olmak üzere yabancı dillerdeki yayınların istihbarat örgütlerince denetlemesi çağrıları kabul edilemez.
Almanya'daki Türk medyası, bu ülkedeki medya dünyasının bir parçasıdır. Öyle de kalacağına göre en iyisi bunu bir zenginlik olarak görmek ve bunun keyfini çıkarmaktır.
Türkçe medya ve Türkçe medya için çalışan gazeteciler bu nedenle sağlıklı ve dostça yaklaşımı, saygıyı hak ediyorlar.
Gelecek?
Türkçe'yle çalışarak, üreterek yaşamlarını kazanan gazetecilerin, zengin bir geleneğin taşıyıcıları olarak, karşı karşıya oldukları tarihsel sorumluluğun farkında olmaları gerekli.
Peki Türkçe gelecekte bir iletişim dili yaşayacak mı?
Bu sorunun yanıtını tarih verecek.
Avrupa'daki Türk gazeteciler de bunun için çalışıyor. (GK/BA)
* Gürsel Köksal, Avrupa Türk Gazeteciler Birliği (ATGB) Başkanı