1974 sonrası gelişen ve tarihte bile yaşanmışlığı az olan bir düzen yaratılmış. Uluslararası BM kararlarının ağırlığını göz ardı ederek kendi alemimize dalmışız. Siyaset bir satranç gibidir. 74'te rakibimize "şah!" çekmişken tatlı düşlere dalmışız. Rakibimizi "mat!" edeceğimiz yerde, inanılmaz bir basiretsizlikle oyunda oyalanıp durmuşuz. O ise bizim kaybettiğimiz zaman içinde oyunu kendi lehine geliştirip bize "şah!" çekmiş. 'Yanlış!' mı dediniz? Gelin, geriye dönüp bakalım:
Ancak eski Osmanlı Fütühatı sırasında yaşanabilecek bir toprak, eşya ve mal yağması yaratılmış.
Güney'e geçmek zorunda kalan iki yüz yirmi beş binin üzerinde toprak sahibi Rum'un bıraktığı varlığı, yirmi beş bin Güney'den gelen insana adilane taksim edememişiz.
Osmanlı fethedilen toprağı "geçici" verirdi
Dahası, bunları kendi icat ettiğimiz keyfi kullanım kurallarına bağlamışız. Osmanlı zamanında fethedilen topraklar (has, zeamet ve Timarları anlatmak istiyorum) bir düzen ile ve ancak geçici olarak verilirdi; zira mülk devletindi.
Bizde hediye olarak sunulmuş; ama hak etmiş ama etmemiş... Bütün dünya, "böyle yapmayın, kabul etmeyiz!" demişse de aldırış bile etmemişiz. Bıkmadan usanmadan yinelenen hamasi masallarla ve söylemlerle zaman öldürmüşüz. Birçok yaşamsal ağırlıktaki gerçeklerin bile farkına varmadan yeni milenyuma erişmişiz.
Çeyrek yüzyılın şampiyonlukları
Yine dünyada eşi-menendi olmayan yanlışlıkları ulusal marşlarla geçiştirmeye çalışmışız. Ve gözlerimizin bağlı olduğunu unutarak karşımızda duran duvara çarparak başımızı yarmışız. İşte çeyrek yüzyıldaki şampiyonluklarımız:
* En azından, ülkenin 74 öncesi GSMH'nın yüzde on beşini karşılayan bir küçük ve orta sanayii yok etmişiz.
* Yüzde otuzluk payı ile Akdeniz'de bir rekor kıran turizmi sıfıra yaklaştırmışız.
* Politik saygınlığımız hiç olmamış.
* Ekonominin yüzde yirmi beşini sırtlayan tarımı da komaya sokmuşuz.
* Dünyada bir tek benzeri olmayan ve milli gelirini aylık ödenen maaşlılara yaslamış bir acaip ekonomi.
* İçi boşaltılmış bankalar ve paraları çalınmış mudileri... Bu bile garabeskliği ortaya koymuyor mu?
Gözlerdeki bağ
Duvara vurduk ya, gözlerimizdeki bağı bile çözemiyor ve karşımızdaki dev gibi engeli seçemiyoruz. Burnumuzda hafta sonu yiyeceğimiz kebapların kokusu, kulaklarımızda ise plağa kazılmış ve durmadan yinelenen ulusal söylevler, marşlar, televizyonlardan gelen 'rap-rap-rap' postal sesleri.
Ellerimizle duvarın sertliğini anlayabiliyor ama, yine de aşılabilir olduğunu umut ediyoruz.
Kıbrıs'ın kuzeyi'nde yaşayan gözleri bağlıların büyük çoğunluğu hallerinden şimdilik memnun, ya da böyle olmaya çalışıyor. Mutlu olduğu konusunda kendisine bir tuhaf telkin yapıyor; başarıyor da... Ta ki bağlı gözleriyle o da aynı duvara çarpana dek. O an başlıyor acısından haykırmaya... Ancak yirmi, belki yirmi beş bin kişi gerçeği seçebiliyor gibi.
Satrançta kilitlenme ve Avrupa
Oynanan satrançta kilitlenme var. Kurtuluşu 'pat olmada' görüp yeni bir oyuna girmekte buluyoruz. Yani, Avrupa Birliği'ne kapağı atıp yeni bir düzen kurmada... Ama durun bakalım, bizi idare edenlere bizimle hem fikir olup olmadıklarını sordunuz mu? Sormadınız. Onların böyle bir niyetleri olmadığı gibi, gözünüzdeki bağı açmanızı da istemiyorlar. Bütün umut, bir Gorbaçov'un gelmesinde. Bu da düşten öteye de bir şey. Ama olsun; bize göre bir yurt yaratmak için bu sıkıntıları yaşamak gerekirse yaşayacağız ve eminim buna değecek.
Makalemi noktalamadan bu yazıyı neden yazdığımı açıklamama izin veriniz: National Geografic'in Ocak sayısında; yazarlarından T.R.Reid, "yeni bir Avrupa"başlığıyla bu konuyu işlemiş. Yazıyı bitirdiğimde derin düşüncelere daldım. Meğer, Avrupa'yı bir araya getiren ana etmen, yani esas ruh, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları'nın yarattığı yıkımmış.
Makalenin fotoğrafçısı Stuart Franklin'in ilk resmi, Fransa- Quillers'te bulunan mezarlık. Birinci Dünya Savaşı'nın Birinci Somme Çatışması ölülerinin gömüldüğü mezarlığın yanaşık düzende sıralanmış binlerce mezar taşları... Avrupa'da Napeleon ve Hitler, "tek devlet" düşünü savaşarak yaratmaya çalışmış. Sonucu korkunç olmuş. Avrupa kendi aralarındaki çıkar yarışını bir yana bırakarak önce bir Ortak Pazar kurmayı denemişler. Globalleşen Dünyadaki Amerika'nın devasa ekonomisi ve Uzak Doğu'nun karınca misali kalabalık ve uyanan devlerine karşı bir birlik; yani Avrupa Birliği'ni kurmaya karar almışlar. Yoğun ve masraflı, fakat son derecede disiplinli çalışmaları ile kuralları tavizsiz uygulamaları meyvelerini vermeye başlayınca yeni doktirinler doğmaya başlamış: Anti nasyonalist tek devlet... İlk etapta hedef, sınırların kaldırılması. Oluyor işte...
Değişen amaçlar
Rumların AB'ye ekonomik gereksinimleri yok. Onların milli gelirleri zaten çok yüksek. Bir tek amaçları 74 sonrası yitirdikleri haysiyetlerini geri kazanmak için AB'yi arkalarına almak.
Ama bizim için öyle değil. Başımızı çarptığımız Berlin Duvarı'nın ardı gerçeğin ta kendisi olmuş: Kurtuluş umudu... Bu da şimdilik düş gibi bir şey.
Ya gözümüzdeki bağı çözüp atarız ve o duvarı yıkmanın yolunu hep birden aramaya başlarız... Ya da sonsuza kadar bir kurtarıcının gelip elimizden tutmasını bekleriz.
Nerede üç paraya köfte(?) Bu dünyada kimse bir başkasına iyilik olsun diye hizmet etmez; mutlaka, ama mutlaka bir karşılık beklentisi vardır. Uyan artık Kuzey Kıbrıs, uyan! (NU)