Bu atlar Avni' nin atları
Kuvay-i Milliye atları
Kara yamçı altında ak sağrı dolgun
Titrer burun kanatları
Bu atlar, Avni'nin atları
Ressam Avni Arbaş'ın Kuvay-ı Milliye atları resimleri Nazım Hikmet böyle anlatıyor. Arbaş'ın atlardan çiçeklere değişik temalı resimleri 26 Ocak' a kadar İş Bankası Kibele Sanat Galerisi'nde.
Çıkış noktası nesneler yerine tutku, özlem, başkaldırı gibi duygular olan ressam 1940 larda Nuri İyem, Abidin Dino,Turgut Atalay gibi toplumsal içeği savunmaya başladı.
Düzenlemesini Ferit Edgü'nün yaptığı serginin girişinde bizi Arbaş'ın fotoğrafları karşılıyor. Çocukluk fotoğrafları, Paris Fotoğrafları ve bir fotoğrafta dostları Hazım Hikmet ve Abidin Dino'yla görüyoruz Arbaş'ı.
Arbaş resimlerinde çiçekler, portreler, manzaralar, atlar ve litholar var. Laleler, gelincik, papatya, çiğdem ressamın 60 lı yıllarda yaptığı çiçek resimleri.
Arbaş'ın çiçeklerinin farkı gerçek çiçeklerin resmin yapmayıp zihnindeki çiçek imgelerini tuvale yansıtmasında. Portrelerin konusu sokaktaki insan. İkinci eşi Hariette portreleri ressamın iyi bir portre ressamı olduğunu bir kez daha gösteriyor.. Dizide, Mustafa Kemal ve Nazım Hikmet portreleri de yer alıyor.
Arbaş'ın resimlerindeki Mustafa Kemal belli belirsiz yüzüyle sürekli hareket halinde . Bu resimlerde Arbaş heyecanı ve Mustafa Kemal'in iç dünyasını yansıtmaya çalışmış. Dizinin bir diğer resmi ise Maraş Katliamı; ölüler üstünde Azrail.
Süvari albayının oğlu Avni Arbaş Kuvayi Milliye atlarına da bir dizi ayırmış. Ressam bu diziyi 60lı ve 70 li yıllarda yapmış.
Normandiya ve Elazığ tablolarının yan yana yer aldığı dizinin adı: Manzaralar. Manzaralarda, doğa ve insan ressamın görmek istediği gibi yansımış tuvale.
Litholar da sanatçının ünlü Fransız yazar Henri de Montherlant'ın tiyatro yapıtlarının yayınladığı kitabı süslüyor.
Birçok koleksiyondan toplanan resimlerin yer aldığı sergide, Ferit Edgü'nün sanatçıyı anlattığı kitap da tanıtılıyor.
Sergiyi gezen az sayıda ziyaretçidenTülay Duman İş Bankası Kulelerindeki sergi mekanından şikayetçi:
"Plaza gibi elit bir ortamda toplumcu bir ressamın yapıtlarının sergilenmesi hoş değil.. Beni en çok etkileyen tablo 'Maraş Katliamı'."
1919 İstanbul doğumlu Arbaş resim kuramını Güzel Sanatlar Akademisinde Leopold Lewis'ten öğrendi. Okuldan sonra Fransız hükümeti bursuyla Paris'e gitti. Askerlik yapmadığı için Türk vatandaşlığından çıkarılan Arbaş 1970'te Türkiye'ye döndüğünde apatride yani vatansızdı. Uzun uğraşlar sonucunda vatandaşlığa geri döndü.
Arbaş ın eserleri özel kolleksiyonların yanı sıra
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi,
Ankara Resim ve Heykel Müzesi,
Müsee de Picasso,
Amman Güzel Sanatlar Müzesi nde sergilenmekte. (HT/NM)
Nimet Uzan, galeri yöneticisi, Artisan Sanat Galerisi desteğiyle yaptık. Ferit Edgü de serginin düzenlemesinin yaptı. Pek çok özel koleksiyondan tablo var sergide. Toplam 125 tablo sergileniyor.
Avni Arbaş, 1919 da İstanbul' da doğdu. Resimle ilişkisi çocukluk günlerine, babasının çalışma odasında gördüğü suluboyalara ve babasıyla başladığı ilk resim alıştırmalarına kadar uzanıyor. Sanatçı bu süreci ' Kendimi bildim bileli, resimle iç içeyim, hayatımın hiçbir dönemimde "ne yapmalıyım?", "ne olmalıyım?" gibi bir düşüncem ve endişem olmadı' sözleriyle açıklıyor. 1946 yılında Galatasaray'dan mezun olup, kazandığı bursla Fransa' ya giden sanatçı, sanat yaşamının 30 yılını burada geçirdi.1977 yılında yurda dönen sanatçı, bugün altmış yılı geçen sanat yaşamını bir cümle ile özetliyor: "Kendime hiç ihanet etmedim!"
Sanat Galericileri Derneği İşbirliği ile TÜYAP tarafından hazırlanan 9.İstanbul Sanat Fuarı-ARTİST'99 başarılı geçti. 30 Kasım-5 Aralık 1999 tarihleri arasında, Tepebaşı'nda bulunan İstanbul Sergi Sarayı'nda düzenlenen ve açılışı Eczacıbaşı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Bülent Eczacıbaşı ile fuarın bu yılki Onur Sanatçısı olan Sayın Avni Arbaş tarafından yapılan bu büyük plastik sanatlar etkinliğine 51 sanat galerisi katıldı. Sanatseverler, 35'i yabancı 217 sanatçının yapıtlarını büyük bir ilgiyle izlediler. İstanbul'un henüz bir Çağdaş Resim
Müzesi'ne sahip olmaması nedeniyle, aynı zamanda "geçici" bir müze işlevi gören fuar 22 bin kişi tarafından gezildi.
Fuarın geleneksel ödülleri bu yıl da sahiplerini buldu. Açılış günü yapılan bir törenle Onur Sanatçısı Ödülü Türk resminin büyük ustası Sayın Avni Arbaş'a, Eleştirmen Onur Ödülü değerli sanat yazarı Sayın Mehmet Ergüven'e, Sanatsever Kurum Ödülü Eczacıbaşı Holding'e, Koleksiyoner Kurum Ödülü T.C. Merkez Bankası'na verildi.
"Büzüşme" adlı yapıtıyla, TÜYAP tarafından düzenlenen 5. Genç Sanatçılar Resim Yarışması'nı kazanan Fevziye Eyigör'e ödülü Avni Arbaş tarafından verildi.
AVNİ ARBAŞ
Avni Arbaş, 1919 da İstanbul' da doğdu. Resimle ilişkisi kendi açıklamasına göre, çocukluk günlerine, babasının çalışma odasında gördüğü suluboyalara, daha sonra babasıyla başladığı ilk resim alıştırmalarından sonra Galatasaray' daki derslere, okuldan çıkınca gidilen Akademi'nin "Akşam Atölyesi" ndeki çalışmalara, nihayet 1937 yılında Akademi'ye kaydolup Léopold Lévy' nin öğrencisi olmasına kadar uzanır. Sanatçı bu süreci ' Kendimi bildim bileli, resimle içiçeyim, hayatımın hiçbir dönemimde "ne yapmalıyım?", "ne olmalıyım?" gibi bir düşüncem ve endişem olmadı' sözleriyle açıklıyor. Sanatçının ciddi resim çalışmalarını Akademi'ye girdiği yıldan başlatırsak 60 yılı geride bırakırız. 1946 yılında mezun olup, kazandığı bursla Fransa' ya giden sanatçı, sanat yaşamının 30 yılını burada geçirmiştir. Bu dönem sanatçının 20.yy. resim sanatının Türkiye'deki ve Avrupa' daki serüvenine tanıklık gibidir. 1977 yılında yurda dönen sanatçı, halen yazları İstanbul'da, Asmalımescit'te, kışları ise Foça' da yaşıyor ve çalışıyor. Altmış yılı geçen sanat yaşamını bir cümle ile özetliyor "Kendime hiç ihanet etmedim!"
2. SANAT GÖRÜŞÜ
Avni Arbaş'a ilişkin yorumlarda, güncel tartışmaların ve akımların dışında kalması, kendine özgü bir beğeniye sahip olması, doğadan ve yaşamdan esinlenmesi, gözlemlerini ve duygularını kendine özgü bir resim diline dönüştürmesi üzerinde durulur. Sanatçının açıklamaları da bu genellemeler doğrultusundadır. Sanatçı, güncel akımlar ve çatışmalar konusunda şu değerlendirmeyi yapıyor:" Bir takım akımlar geliyor, gidiyor. Bir sanatçı bunlara gözlerini kapatamaz. Ben de kapatmıyorum. Hepsinin verdiği, verebileceği şeyler var. Ama bunları alabilmek için önce kendi resminizi yapmanız lazım."
Görüldüğü gibi Avni Arbaş, önce bir sanat akımı ya da anlayışından yola çıkarak " kendi resmini yapmak" yerine bunun tam tersini ifade etmektedir. Sanatçı bu görüşünü, Sabahattin Batur'la 1963 yılında Yeditepe Dergisi'nde yaptığı söyleşide de dile getirmiştir. Bunlar 1998'de kavranmış ya da uygulanmış düşünceler değildir. Bu ifadeler karşısında sanatçının sanatın güncel gelişmelerinin ya da resmin güncel sorunlarının dışında olduğu söylenebilir. Hatta Ferit Edgü onun resmini "değişende değişmeyen" olarak nitelendirecektir. Ani Arbaş, bilinen anlamıyla yenilikçi bir ressam olmadığı gibi, basit anlamda gelenekçi bir ressam da değildir. Sanatçının ifadesiyle: " Picassolar zamanında olsaydım, Akademizm' den çıkışı yaşasaydım ben de kübizm akımına katılırdım. Bilemiyorum. O hareket kapıları açma hareketiydi. Kapılar açılınca ben niye kendi yolumdan yürümeyeyim ki?"
Avni Arbaş için 20.yy resmi, Matissé, Cezanne, Gaugin gibi sanatçıların başlattıkları yolda ilerlemiş, nihayet Picasso döneminde 19.yy resmi ve Akademizm'le son bir hesaplaşma yaparak "modern resmin" kapılarını açmıştır. Bu kapıdan artık bütün sanatçıları, bütün akımları kucaklayan yeni ve büyük bir dünyaya girilmiştir. Bu dünyanın altında ise, bunların hepsinden süzülerek kalanların toplandığı büyük bir göl ya da deniz bulunur. Bu, bütün sanatçıları ve sanatlarını özümseyen "pür resim" dir. Sanatçının özlemi bu denizde bütün sanatçılarla kürek çekmeye çalışmak değildir. Onun amacı; bu göle ya da denize, yani resmin özüne kendi başına, kendi serüvenini yaşayarak ulaşmaktır. Bu noktada artık sanatçının "kendi resmini yapmak" ifadesi anlam kazanıyor. Fransız eleştirmen J.Lassaigne, 1953 yılında Paris'te açtığı ilk sergi için sanatçı hakkında şu değerlendirmeyi yapıyor: "Avni Arbaş, ...... Egzotizmin ve mahalli renklerin cazibesine kapılmayarak, sabırlı bir yaklaşımla ana temalar üzerinde çalışıyor. Böylelikle insanın karşılaştığı sorunlara duyarlılıkla yaklaşan sürekli araştırmayla sanatını ortaya koyuyor."
Tüm bunlardan sonra, sanatçının güncel tartışmalardan uzak da kalsa resmin temel sorunlarına ilgisiz kalmadığını, tam tersine kendisiyle, doğayla, insanlarla ve yeteneğiyle çetin bir savaş içinde olduğunu söylemek gerekir. Belki de güncel ve çoğu biçimsel tartışmanın dışında kaldığı içindir ki resmin ve kendi resminin derinliklerine doğru sürekli bir yolculuğa yönelebilmiştir. Geleceğin veya geçmişin değil kendi resminin peşindedir; daha doğrusu kalıcı resmin. Avni Arbaş'a alışılmış ve genel yöntemlerle yaklaşmaya çalışmak, bir şey vermeyeceği gibi kargaşaya yol açabilir. Bu nedenle de sanatçıyı tartışabilmek için sanatını ve sanat anlayışını açıklarken kullandığı tanımlardan hareket etmek daha faydalı olabilir.
"Kendi resmini yapmak": Avni Arbaş'ın resimle ilişkisini açıklarken kullandığı tanımlama, bugün anlaşılması ve uygulanması kolay olan bir kavram olarak algılanabilir. Ama bu noktaya ulaşmanın önemli bir çaba ve birikim gerektirdiği kavranmazsa, sonuca ulaşmak zor olabilir. Sanatçı "kendi resmini yapmak" ya da "kendisi olmak" istediğini açık bir şekilde ifade ediyor ve vurguluyor :" benim en çok sevdiğim ressam, Picasso'dur. Onunla tanıstım ve iki ay boyunca hergün birlikte olduk ama, benim Picasso karşısında bir kompleksim yoktu . Çünki hayatım boyunca kimse olmak istemedim, kendim olmak istedim. İnsan ne ise o olmalı, şimdi ben nasıl Picasso olurum? Ayrı ayrı insanlarız. Kötü de olsam ben, ben olmalıyım. Sen, sen ol, olan bu!"
1998' de söylenen bu sözler 60 yıllık bir birikimin eseri gibi görünse de, sanatçı: " Her zaman bu anlayıştaydım. Goya' yı çok severdim, 1942 de karımın resmini yaptım, bir baktım ki Goya olmuş. Kalktım tekme attım, şimdi düşünüyorum ki o resmi saklamalıydım. O kadar dalmışım ki Goya gibi olmuş, içimde taklit etme isteği olmadan belki içimde kalan etkilerle. Ama o zaman bile bunu kabul edememişim.'' Avni Arbaş, resimle ilişkisini: "Neden resim yapıyorum? Kendi hissettiklerimi anlatmak için... Başkalarının söylediklerini yaparsam kendi resmimi yapmamış olurum. Kendi lisanımla konuşmaya çalışıyorum, bu kendine sadakattir." sözüyle dile getirir. Tam ifade etmek gerekirse, kendi resmini yapmak için kendi dilinde konuşmak gerekir.
Ancak, sanatçı için "kendi dilinde konuşmak", hiçbir zaman mahalli veya ulusal sınırlar içinde kalmak anlamını taşımaz. Arbaş' a göre: " herkes kendi kültür ortamının resmini yapar. Eğer sen kendi kültür ortamını hazmetmişsen, yapacağın çalışma sonunda o etki ortaya çıkar. Ama kalkıp o motifi kopya edersen olmaz. Mesela, Matissé odalık yapmış, resim her şeyiyle oryantal ama yine de bir Fransız resmidir." Sanatçının Paris'teki ilk yılları incelenirse, İstanbul'dakinden daha çok arkasında bıraktıklarına bağlandığı görülür. Hatta o zamana kadar gösterdiği genel gelişimden uzaklaşarak, dışavurumcu izlenimleri güçlü, renk ve çizgide daha ifadeci bir tarza yöneldiği görülür. Ancak, yine de resimlerindeki duyarlılık ve şiirsellik onu dışavurumcu olmaktan uzaklaştırır ve bu resimlere " Avni Arbaş" damgasını vurur.
Sabahattin Eyüboğlu 1954 yılında sanatçıya gönderdiği mektupta:
"Adalet'in evinde senin siyah sarı çocuk kafan var hatırladın mı? Onunla her hafta konuşuyor, neler yaptığını neler yapabileceğini ondan çıkarmaya çalışıyorum. Dedi ki bana bu resim geçen gün: Benim kanımda iki zıtcevher var, biri zehir gibi acı, diğeri bal gibi tatlı. Onun için of derken oh, oh derken of der gibiyim. Ne sevinç ne de sıtma sarısı sade; ne Pernod ne muz likörü. Bir belalı sarı ki bir kıvamını buldu mu, bir gözünden yaş çıkarır adamın bir gözünden duman. İfadeci renkçilik mi, yahut renk ifadeciliği mi, senin yaman tarafını burada görüyorum ben. Bu bakımdan senin paletin bana Van Gogh'unkini hatırlatıyor. Roualt' ya da çalar bazen renklerinin ağdalı duyarlılığı, duygu derinliği; ama işin güzel tarafı bu iki ressamdan da ayrı bir tarafın var. İnceden, tazeden bir şey karışıyor senin resmine onlarda olmayan."
Avni Arbaş, 1940'lı sanatçılardan sayılır. Sanatçı, Akademi' ye girdiğinde D Grubu kurulalı 4 yıl olmuştu. En popüler üyeleri de Akademi' de asistandı. Avni Arbaş, D Grubu'na katılmadığı gibi, onların sanat anlayışına da ilgi göstermemiş, tartışmalarına girmemiştir. D Grubu'nun Batı etkisine çok açık olan biçimciliğini eleştirerek oluşturulan "Yeniler Grubu" na katılmış, ancak kendi açıklamasına göre, bu grup içindeki "Toplumsal Gerçekçilik" anlayışı etrafında yapılan tartışmalarda bağımsız sanatçı tavrını korumuştur. Akademi' de uzun yıllar resim yapmak için kalması, resimden uzak kalacağı için askere gitmemesi, Avrupa bursu sınavlarına sırf koşullu olduğu için katılmaması, Akademi' yi bitirmek için çaba göstermemesi, diplomaya önem vermemesi, Fransa'da belirsizlikleri ve sıkıntıları göze alarak resim yapmak için kalması, sonra Paris'te oldukça iyi bir duruma gelmişken resim yapmak için ülkesine geri dönmesi bir anlamda resme karşılıksız bağlandığının göstergesidir. Bu bağlanış, sanatçıyı resmi, resim dışı amaçlar için kullanmaktan her zaman uzak tutmuştur. Sanatçının, "Ne olmalıyım, ne olacağım diye bir kaygım hiç olmadı."sözleri, resme çok erken yönelmenin arkasındaki doğallık kadar güçlü bir iradeye de işaret eder. Bu iradeyi besleyen ise, resme yönelmesinin doğal süreci içinde biçimlenen, resimle arasında kurulan içten ve doğrudan ilişkidir. Sanat onun için bir yazarın söylediği gibi " kendi içinde yaptığı bir yolculuktur."
Ferit Edgü sanatçı için: "O, kendinden önce var olan resim dilini kullanarak, o resim dili içinde kendi sesini, dilini ve kişiliğini aramıştır. Klasizmin, Akademizmin ve gelenekçiliğin tuzağına düşmeden. Bu nedenle Avni'nin yaklaşık yarım yüzyıllık sanatında iniş çıkışlarla, dönemlerle karşılaşmıyoruz. O, başlangıçtaki çizgisini geliştirerek bugüne değin getirdi. Nerede olursa olsun... hep aynı resmi yapıyor. Hatta, birkaç istisna dışında, konuları bile değişmiyor. Bir bilinmezlikte yol alan, bu bilinmezliğin çekiciliğine kapılan sanatçılardan değil o... yarının resmi üzerine kafa yormuyor, onu geleceğe bırakıyor. Avni türündeki sanatçılar, kendinde bir geçmiş ve o geçmiş içindeki sanatçılardan bazılarını seçer yol gösterici olarak. Onlara öykünmek için değil, onlarla bir göbek bağı olduğunu sezdiği için Avni'de de böyledir...
Avni' yi doğanın kopyacısı olmaktan kurtaran, modeli, doğayı bir araç olarak algılayıp tuvalinde yaratmasıdır... Bakıp görmekte, sonra ayıklamakta, birleştirmekte ve bir resim olarak görünür kılmaktadır. Kendi zamanı ve mekanı içinde sanatsal bir uyum yaratma peşindedir. Özellikle uyum...Çunki Avni'nin tüm resimlerinde egemen olan tek nitelik budur. O'nun resimlerinde sahte bir naiflik, folklora dayalı bir yerellik ve rastlantısal bir şiirsellik de göremeyiz. Avni, Sartre'nin kendisi için söylediği bir sözü tersine çevirerek söyleyecek olursak; değişende değişmeyendir.... O nerede olursa olsun, her gittiği yere resmini götürmektedir."değerlendirmesini yapıyor.
3. SANATÇI İLE SON SERGİSİ ÜZERİNE SÖYLEŞİ
---Ne düşünüyorsunuz sanat süreciniz hakkında?
Zamanla gelişiyor insan, olgunlaşıyor.30 yıl önceki resmim ile bugünkü aynı değil. Hep kendi resmimi yaptım, bazıları gibi onu bırakıp diğerini yapma yolunu hiç seçmedim. 30 yıl önceki resimlerimi görenler de ben olduğumu biliyor. Ama hepsinde ben, benim... Ben kendime sadık bir adamım. Onun bunun etkisinde hiç kalmadım, moda akımlara kapılmadım. Sanat, insanın kendine doğru bir yolculuğudur. Mühim olan bu. Mesela ben Goya'yı çok severim ama onun gibi resim yapmam. Tabii ondan aldığım şeyler vardır... Bunlar insanı olgunlaştırır, geliştirir
Hayat dediğin aslında bir savaş, bir mücadele. Ben, diyelim bir savaş resmi yapıyorum, kendimi gerçekten savaşta hissediyorum. Ve biliyor musunuz, bu savaştan zevk almak lazım! Aslında biz bugün Türkiye'de çok enteresan bir devir yaşıyoruz. Kendimi ikinci kurtuluş savaşı içinde hissediyorum. Dövüşüyoruz yine. Atatürk bunları söylemişti zaten. "Bir gün gene savaşacaksınız" demişti, " ama bu sefer dahili düşmanlarınıza karşı..." Şimdi ben ressamım diye oturup elma, armut resimleri mi yapayım?.. Tabii kendi mücadelemi resimle aktarırken, resim olarak aktarmak istiyorum, edebiyat yapmak istemiyorum.
---Resimde önemli olan nedir size göre? Önceliği neye verirsiniz? "Resme ilk bakıldığında önce biçim konu daha sonra gelir" demişsiniz.
Resim hikâye değil, tabii mevzu olabilir, fakat resme baktığın zaman önce renk, şekil, kompozisyon olarak etkilemeli. Ben şimdi bir şey düşündüğüm zaman, şekil olarak, leke olarak düşünüyorum. Kalkıp da edebi tarafından düşünmüyorum. O zaman alırım kalemi yazarım, değil mi? Resim yapacağım diye edebiyat yapmak çok saçma bir şey. Resme baktığımda; renk, ışık-gölge, biçim görüyorum ben. Resim kurallara uyularak yapılmalı. Bu plastik sanat çünki! Resim diye hikaye anlatılıyor, bakıyorsun büyük hikaye ama resmi göremiyorsun. Resim bambaşka bir şey...
Ben bir ara Bologna'yı ziyaret etmiştim, 13. asır primitifler sergisi gördüm orada. Girdim, muazzam bir salon, taa uçta bir resim gördüm... Çarpıldım ama bilmiyorum nedir beni etkileyen? Tabii şekil, renk, kompozisyon... Baktım, melek, Meryem'e İsa'nın geleceğini haber veriyor. Yanına girdikten sonra onu anladım ama girmeden o hazzı, o plastik zevki duydum... İşte resim de bu!
--- Resmin ortaya çıkış süreci, olma süreci yorucu mudur sizin için?
Hızlı çalışırım, her gün akşama kadar... Ama kolay yapamıyorum. Siliyorum, yapıyorum; olmuyor, tekrar deniyorum. Böyle olunca da resmin 'olma' süreci artıyor. Aman satayım, sergi düzenleyeyim diye düşünemiyorum. Önce kendim kanaat getirmeliyim. 'İşte olmuş' demem gerekiyor ki onları sergileyebileyim. Sergi için üretmiyorum ben...Günümüz sanatçıları kolaya kaçıyor, aceleci davranıyorlar. Sanatı seviyorsanız, menfaat için kullanamazsınız. Düşünün çok güzel bir sevgiliniz var. Onu pazarlar mısınız? Resim benim en büyük sevgilim...her şeyi onunla anlatıyorum, onu kullanmaya, pazarlamaya kalkışırsam ne olur? Yazı yazmayı bile o yüzden istemiyorum. Yazarsam resme ihanet etmişim gibi geliyor. İşte o yüzden her şeyi resimle anlatmaya çalışıyorum.
---Tarzınızı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Herkesin kendi tarzı, tekniği var. Önemli olan yorum. Resmi seyirci bitirmeli. Öğrenciyken okuldaki konkurda Çallı, baştan sona biten bir resmi 1.seçmişti,Lévy ise yarım bir resmi... Çallı bu resme "bitmemiş" deyince Lévy " sizin ki daha başlamamış"diye cevap verdi. Resmi tamamlamak demek, söyleyeceğin şeyin gerekli olanını söylemek demektir. Daha ileriye giderseniz gevezelik olur. Nerede duracağınızı bilmeniz gerek. Resim fotoğraf değil, bizim için doğa, bir arayıştır. Aslında önemli olan, zaten benim de yaptığım, modeli önüme koyup oturup onu kopya etmek değil. Doğa bir araç, hatta resim bir araç... Ben düşündüğüm şeyi yapıyorum. Ama düşündüğüm şeyleri yapabilmem için yaptığım şeyleri tanımam gerek. Atı tanımadan at resmi yapılamaz. İnsan yaptığı şeyi tanımalı. Eğer söyleyecek şeyiniz yoksa o zaman bir şey yapamazsınız. Doğada formlar var öğrenmeden hiçbir şey olmaz. Mesela Picasso' nun keçisi vardır bilirsiniz. Bunun taslaklarını gösterdi bana muazzam klasik çizimler. Yüzlerce... sonra da resmi gösterdi sadece bir baş! Birinci ile sonuncu resim arasında büyük fark olur. Artık tanırsınız resminizi ve tanıdıktan sonra çok daha kolay ifade edebilirsiniz.
---Resim bir itiraftır demişsiniz.
Evet. Göründüğün gibi ol, olduğun gibi görün... hayatın gayesi kendisi olmaktır insanın. Yoksa kalkıp başkasını olmaya kalkmışım, olsam ne yazar ki... sanatçı kendini ifade eder resimlerinde.
---Son serginiz hakkında konuşalım mı?
Her zamanki gibi cafcaflı renklerden uzak, detaylar yok, formları bulamayacaksınız. Resim benim için bir araç; hissettiklerim ve söylemek istediklerim için. Aralardan canlı renkler sızıyor gibi ama bütüne hakim değil. Figüratifim ben. Resimlerimde insanlar olsun isterim; insanı, hayvanı çok severim. Dünyada var olan her şey beni ilgilendiriyor. Zor bir dönemden geçiyoruz. Bu resimlerimde , Nazım Hikmet'in "kurtuluş savaşı destanı" için başlangıç resimleri var. O destanı resimlemek istiyorum ve bunlar başlangıç resimleri...
Sanatçının, son resimlerin de yine atlar, hareket ve mücadele var...Figürler, yumuşak fonlar üzerinde baskın ve hareketli olarak verilmiş. Sanatçı anlamsal olarak savunduğu Atatürk'çü düşünceyi temel alarak ;izleyicisinin dikkatini çok önemli konulara çekmektedir. Son dönem eserlerinde, özellikle Nazım Hikmet'in "KURTULUŞ SAVAŞI DESTANI"nı dizi halinde resimlemeyi seçmesi üzerinde düşünmemiz gereken önemli bir noktadır.
4. KATILDIĞI SERGİLER
4. 1. KİŞİSEL SERGİLER
1951 ile 1975 yılları arasında arbaş türkiye'de hiç sergi açamadı. Çdğu ny ve paris'te olmak üzere 11 sergi açtı.
1977'de
New York, Paris, 1- 1998 arasında
Mayıs- Haziran, Maya Galerisi, Paris'ten yolladığı resimlerle açıldı.
1953 15 mayıs-1haziran, Galeri La Rou, Paris.
1954 Galeri Octoban, Paris.
1956 Galeri Dina Vierny, Paris.
1958 Musée Grimaldi, Antibes
1961 Galeri Nicole, New York,
1962 Galeri Dina Vierny, Paris.
1965 Galeri Dina Vierny, Paris,
1970 The Vernon Manor, Cincinnatı,
1971 Galeri Herbert Benevy, New York.
1975 Galeri Estéve, Paris.
1977 Vakko Sanat Galerisi, Ankara.( yurda döndükten sonra ilk sergisi)
1978 Bedri Rahmi Galerisi, İstanbul.
1979 Artisan , Ankara.
1981 Artisan, Ankara.
1982 Urart Sanat Galerisi, İstanbul
1983 Artisan, Ankara.
1987 Artisan, Ankara.
1991 Artisan, İstanbul.
1995 Artisan, İstanbul
1998 Milli Reasurans Sanat Galerisi, İstanbul
1998 Milli Reasurans S.G. " yurt ressamları", İstanbul
4. 2. KARMA SERGİLER
1935 - 1943 arası türkiye'de açılan 6 karma sergiye katıldı.
1946 -1964 arasında berlin paris .... 12 karma sergi...
Galatasaray Lisesi,İstanbul
1939 Sergievi, Ankara
1940 Matbuat Müdürlüğü Salonu, İstanbul
1941 Sergievi, Ankara
1942 Sergievi, Ankara
1943 Sergievi, Ankara
1946 Musée Cernushi, Paris
1946 Modern Sanatlar Müzesi, Paris
1951 Modern Sanatlar Müzesi, Paris
1954 Ecolé De Paris, Paris
1955 Düsseldorf, Münih
1955 Galeri Octoban, Saint Paul de Vence ( A.Dino ile ortak sergi)
1956 Galeri Charpentier, Paris
1957 Torini
1960 Salon de Mai ,Paris
1960 Salon de Mai, Zürih
1963 Brüksel
1964 Berlin
1964 Muséum für Moderne Kunst, Viyana
1965 Alman Kültür Merkezi, İstanbul
1966 Renée Laporte Galerisi, Antibes
1968 Galerie la Muraille
1977 İstanbul
1984 Fransız Büyükelçiliği, İstanbul
1986 Edpa Sanat Galerisi, İstanbul
5. KOLEKSİYON
İstanbul Resim Heykel Müzesi
Ankara Resim Heykel Müzesi
Antibes Picasso Müzesi
Amman Güzel Sanatlar Müzesi
Türkiye, Fransa, ABD., İtalya, İsviçre de Özel Koleksiyonlar
6. ÖDÜLLER
Atatürk'ün 100. Doğum Yıldönümü İçin Düzenlenen Yarışmada 1.lik Ödülü
---------------------------------------------------
BİBLİYOGRAFYA
*** "Avni Arbaş", Ada Yayınları, İstanbul, 1992,Sunuş Yazısı Ferit Edgü.
*** Batur ,Selahattin, "Avni Arbaş'la Bir Konuşma", Yeditepe- Onbeş Günlük Fikir ve Sanat Dergisi, 41,1953,s.8
*** Behramoğlu,ludmilla,"Sanat Bir Çeşit İtiraf",Cumhuriyet,7 Şubat 1991
*** Daponta, Costa, "Paris'te Türk Ressamları- Avni Arbaş", Cumhuriyet,Haziran 1964.
*** "Avni Arbaş", Sunuş Yazısı Murat Ural,Milli Reasurans L.Ş., Haziran 1998
Süreyya Eroğlu