Bu kararsızlık ya da olumsuz beklenti, organizasyon çalışmalarında bile ister istemez kendini gösteriyor. İlk üç yıl şaşmadan aksamadan dakik olarak yürüyen Festival etkinlikleri ve organizasyon, konukların faaliyetleri bu yıl hafiften ve zaman zaman sekteye uğruyor.
Kimi etkinlikler saatinde başlayamadı, daha da önemlisi katılım ve coşku geçmiş yıllara oranla daha zayıftı. Gerçi organizatörlerin açıklamasına göre, yerel seçimler nedeniyle Festival bu yıl sadece 40 gün içinde hazırlandı.
Ayrıca, sonbaharda düzenlenecek olan Diyarbakır Edebiyat Günleri nedeniyle edebiyat etkinlikleri bu kez Festival programına alınmadı. Sözkonusu tüm bu eksikliklere rağmen Diyarbakır Festivali yine de belirli bir düzeyin altına düşmüyor. Popüler sanat etkinlikleriyle daha dar kesimleri ilgilendiren panel, seminer benzeri çalışmalar son derece olumlu. Müzik, dans, tiyatro, sinema, bale gibi çeşitli sanat dalları arasındaki dengeler, bu yıl da gayet iyi bir şekilde kurulmuş.
Festivalin günlük gazetesi, her geçen yıl daha da olgunlaşarak kentlilere somut ve zengin bilgi ve fikir sunmaya devam ediyor. Bence Festivalin en önemli niteliği, neredeyse tüm etkinliklerin yerel halkın katılımıyla ve yerel mekanlarda gerçekleştirilmesi.
İnatçılar
Valilik mesela Festivalden bir kaç gün önce "Oğuzlardan Osmanlılara Diyarbakır" konulu bir seminer düzenlemiş; ama kentin en meraklı uzmanları bile bu etkinlikten ancak bez afişler sayesinde haberdar olabilmiş.
Diyarbakır'da, devlet hala toplumla rekabet edip, onun üstüne çıkmaya çalışıyor ama başarısız. Devlet, bu yıl Festivali özel olarak engelleyici bir tutum takınmayarak olumlu puan almaya çalışmış ama yine de bazı mekanların verilmesini önleyerek geleneksel tutumunu sürdürmeye de çaba gösteriyor.
Tanımamayı tanımamazlık edemez miyiz?
Diyarbakır Kültür Sanat Festivali, herhangi bir Anadolu kentindeki Karpuz Festivalinden tabi ki bir çok açıdan çok farklı bir etkinlik. Bölgenin tarihi, coğrafyası, kimyası, siyasi konjonktürü neredeyse doğrudan doğruya Festival etkinliklerine yansıyor.
Zaten, Mehabad'dan gelen dengbejle Almanya'dan gelen Kürt yazar ya da Akralı (Güney) sinemacıyla Diyarbakırlı kent uzmanı otel lobisinde lokantada bir araya geldiklerinde, o günkü ya da bir gün önceki veya sonraki kültür-sanat etkinliğini değerlendirmenin yanı sıra, sohbetlerinde Washington, Barzani-Talabani, ada, Ankara gibi sözcüklerin sıkça geçtiği konulara dalıyor.
1 Haziran tarihi en çok kullanılan tarih. 1 Haziran 2004, Kürdistan İşçi Partisi PKK'nin, Türkiye Cumhuriyeti devleti ve Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetine sorunu çözmek için adım atmasını talep ettiği sürenin son günü.
PKK açıklamalarına göre, bu tarihe kadar resmi cenahtan önemli bir adım gerçekleşmez, önemli bir açıklama gelmezse ateşkes bozulacak. Başbakan Erdoğan'ın Londra'da yaptığı "Kürtleri tanımazlıktan gelemeyiz" şeklindeki aşırı diplomatik açıklama, Diyarbakır'da öyle büyük bir memnuniyet ve tatmin duygusuyla karşılanmadı.
Kuşkusuz Festival günleri sohbetlerinde Kürtlerin "Güney Kürdistan" olarak tanımladıkları Kuzey Irak kilit konumda. Daha da büyük bir aktör tabi ki Amerika Birleşik Devletleri (ABD).
Zaten aslında her şey 20 Mart 2003'te ABD'nin Irak'ı işgaliyle ve Iraklı Kürtlerin bu işgalde, ABD'nin yegane müttefiki olmasıyla başladı. Ortadoğu'da tüm dengeleri altüst eden bu gelişme, kaçınılmaz olarak Türkiye'yi de Türkiye Kürtlerini de etkiledi.
İttifaklar değişti, güç dengeleri değişti, ABD'nin direniş karşısında gerilemesi, ABD-Kürt ve Washington-Ankara ilişkilerini farklı mecralara sürüklerken, Türkiye'deki Kürt siyasal hareketlerinde de bölünmelere hatta önemli önderlik zaaflarına yol açtı.
Şartsız koşulsuz barış
Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir ilk gün açış konuşmasında "Koşulsuz Barış" teması üzerinde durdu. Çatışmaların yeniden başlama ihtimalinin tehlikelerini, rizikolarını anlattı.
Baydemir gibi İnsan Hakları Derneği (İHD) kökenli bir avukat ve siyasetçinin, savaş ve çatışma yıllarının acısını en derinden hissetmiş ve yaşamış bir şahsiyetin bu uyarıyı tüm konuşmalarında yinelemesi önemli.
Üstelik Baydemir'in kimi çevreler tarafından ağır baskı hatta tehdit altında tutulduğu gözönünde bulundurulursa, bölgenin selameti açısından her ne koşul altında olursa olsun Kürt meselesinin şiddetle, çatışmayla, silahla çözülemeyeceği gerçeği üzerinde durması, bir Belediye Başkanı ile hemşehrileri arasındaki bağların güçlendirilmesi açısından da önemli.
Savaş lobisi, derin devlet, apoletli medya gibi kimi kurumların çatışmaları yeniden başlatmak için yürüttükleri çabaları boşa çıkarmak, olgun yerel bir önderliğin ve deneyimli bir halkın ürünü olmalı.
Ağza bile alınmayacak sözler
Diyarbakır'ın önde gelen şahsiyetlerine sorduğumuzda aslında sözünü ettiğim olgunluğa yakışır yanıtlar aldım: "Artık bu dönemde çatışma, savaş, şiddet gibi sözcükleri ağzımıza bile almamamız gerekir" diyordu mesela Şeyhmus Diken.
Sokaktaki insan da eski kara günlerin geri gelmesini tahayyül bile etmek istemiyor. Akra doğumlu Paris sakini film yönetmeni Hüner Salim ise, son olarak 10 yıl önce geldiği Diyarbakır'la bugünkü Diyarbakır'ı kıyaslarken "O zaman her şey kapkaranlıktı, bugün ise kent cıvıl cıvıl" diyor.
Festivalin ilk üç günündeki en derin, en anlamlı konuşmayı yapan siyaset bilimci-sosyolog Prof. Abbas Wali, "Kültür ve kimlik" konulu konferansında "geçmişi unutmak", "radikal demokratik ortamı yaratmak" ve "kimliği oluşturan farklılıkları karşılıklı olarak tanımak" temalarını geliştirirken "intikam duygusundan arınmanın" önemine dikkat çekti ve "şiddetin hiç bir sorunu çözemeyeceğini" ısrarla vurgularken "Diyarbakır'da bugün oluşan barış ortamını saygıyla selamlıyorum ve bu ortamın güçlenerek sürmesini diliyorum" dedi.
Barıştan başka yol yok
Barış Kürtlerin en büyük kozu. Yasal ve meşru zemini muhafaza etmek için, hakların tanınmasını sağlamak için mevcut ve olası tek yöntem. Hele Aralık sonunda Avrupa Birliği (AB) ile ilişkilerin bugünkünden farklı bir seyir izlemeye başlayacağı bir aşamada, ne amaç ve ne yöntemle olursa olsun, Türkiye Kürtlerinin herhangi bir siyasal ya da askeri örgütünün, yeniden şiddete başvurması, Ankara'daki Kürt düşmanlarının, savaş lobisinin çıkarlarına hizmet edeceği gibi, tüm bölge halkını da yeniden karanlık günlere üstelik de eskisinden beter günlere mahkum edeceğini herkes kolaylıkla öngörebiliyor.
Barış ortamını ne pahasına olursa olsun muhafaza etmek, saldırganla mağdurun ayırdedilmesi açısından da hayati öneme sahip.
1925'den bu yana merkezi idare ile çok zahmetli, çoğu zaman kanlı ilişkilerden ders çıkarmış olan bölge halkının bu tuzağa düşmemesini diliyor çoğunluk. Şiddette ısrar edecek bir azınlık olursa, onların ve yaratacakları şiddetin marjinalleştirilmesi için de aslında koşullar müsait.
Hayırlı bir gelecek için
Diyarbakır Kültür Sanat Festivalinin beşinci ya da altıncı yılında, yine barış ortamında, gerçek anlamda bir Ortadoğulu kültür ve sanat insanlarının dev bir buluşma mekanı olmasını isteyen onbinlerce Kürt, Türk, Arap, Fars, Ermeni, Süryani, Keldani, Maruni, Yezidi, Nasturi, Alevi, solcu, muhalif, liberal, demokrat, kadın, erkek, çocuk, genç ve yaşlı var. Hakiki Büyük Ortadoğu Projesi bu toplulukların eseri olabilir.
Kalaşnikoflar, el bombaları, dinamit lokumları yerin bin kat dibine gömülse, tanklar, toplar, bombardıman uçak ve helikopterleri de hangara çekilse...Çıksın ortaya udlar, rebab ve küdümler, sazlar, kavallar, düdükler, her gece açılan tiyatro perdeleri, mavi-gri dev ekranlara yansıyan umut filmleri, panel ve konferanslarda gülüşmeler, alkışlar... (RD/BB))