Flaş"ın yöneticileri, çoktandır "ülkenin en hassas kanalı" mertebesine nail olmakla, "büyük kanal" addedilebilecekleri hesaplarını yapmışa benziyor.
Son zamanlarda yükselişe geçen "milliyetçi hassasiyetlere" çanak tutarken, linç girişimlerini nasıl da övgüye mazhar olaylar olarak aktardıklarını biliyoruz,Flaş TV sunucularının. Flaş'ın program sunucuları, "konuk ettikleri" Kürt yazar-çizerlere parmak sallarken, elbette arkalarında ne kadar büyük bir güç olduğunun farkındadırlar.
Yunan sevgilisi olduktan sonra Hıristiyanlığa geçen manken Tuğçe Kazaz'ın bu "büyük kanal olma" hevesiyle medya "etiği" denen şeyi olabildiğince çiğneyen televizyon kanalı tarafından nasıl bir erkeksi dille hedef gösterildiği de, izleyicilerin malumudur.
Dinsel "sapma" durumunda, elbette ilk mikrofon uzatılacak olan din ve diyanetimizin uzman kişisi Zekeriya Beyaz, Hıristiyanlığa geçişin bir karakter eksikliğinden kaynaklandığını buyuruyor.
Türk olup, hem Yunan bir erkekle sevgili olmak, hem de kâfirliği seçmek olur şey değildir. Flaş TV'nin bunu, "duyarlı vatandaşa" dakikalarca aktarmaması, sorumlu gazetecilik ilkesine halel getirmesi anlamına gelirdi...
Zekeriya Beyaz gibi "konunun uzmanının" ağzıyla da, manken Tuğçe Kazaz'ın karakter eksikliği olduğu aktarılıyordu; Hıristiyanlıktan, Müslümanlığa geçen insanları yere göğe sığdıramayan Flaş TV.
Vicdanın bittiği yer
Flaş TV yöneticileri, Türkiye"de büyük medya olmanın en temel yolunun, insanların özel hayatına tecavüz etmek, kişilik haklarını ihlal etmek, din, dil, cinsiyet ve ırk ayrımı yaparak, farklı din, dil, ırk ve cinsiyetlere mensup insanları aşağılamaktan geçtiğini, "ağabeylerinden" öğrenmiş olmalılar.
Bu yüzden de akla gelebilecek her türlü riyakârlık örneği sunulurken, bir yandan da erkeksi dil, "haber dilinin" temel vurgusu olarak kalmaya devam ediyor. Çünkü Flaş TV, izleyici kitlesinin erkeksiliğinden çoktan haberdar görünüyor.
Hani hepimiz biliriz, vicdan diye bir adalet mekanizmasının, insanın doğasında varolduğunu. Fakat söz konusu olan "sorumluluk", "vatandaşın duyarlılığı", "ülkenin ulvi çıkarları" olunca, bu mekanizmanın hiçbir anlamı kalmıyor.
Vicdansızlık, meşruiyetini bu "sorumluluk", "vatandaşın duyarlılığı", "ülkenin ulvi çıkarları" gibi belirsiz tamlamalara gizlenmiş söylemlerden alıveriyor.
Nasıl ki bir eylem sırasında polis, eline geçirdiği çaresiz bir kadının kafasını olabildiğince daha fazla ezmeye çalışırken, vicdan sahibi insanlar "bir tane vurdun, bıraksana artık" diyorsa içinden, Flaş TV"nin yayın politikası da her vicdan sahibi izleyicinin içini bu şekilde sızlatıyor.
"Yalvarırım hayatımızla oynamayın"
Yaklaşık bir yıl önce medya tarafından vitrine çıkarılan ve hemen hepimizin gözleri önünde "doğup büyüyen" ve hakikaten trajik bir biçimde ölen Ata Türk"ün ve ailesinin macerası elbette Flaş TV"den kaçmayacaktı.
Bu macerayı burada tekrar aktarıp, bu korkunç sunuşun bir parçası olmayacağız elbet. Ne var ki, bir ölüm olayı karşısında "televizyonun vicdanına" değinmemek olmaz.
Perşembe akşamı, gece yarısı saat 01.00 sıralarında, Flaş TV'de Gökhan Taşkın'ın sunduğu "Gece Hattı" adlı programın "konuğu", Ata'nın babası Hamit Türk'tü. Programın sunucusu, elbette bu ölümün aslı astarı nedir, soracak ve bizleri aydınlatacaktı. Buna niyetli görünüyordu: Medya mı, şöhret mi, Semra Hanım mı öldürdü Ata'yı? Semra Hanım'ın psikolojisi bozuk mu? Her zaman böyle metanetli olabiliyor muydu?
Mesele açıktı, Ata'nın ölümünden sorumlu tutulacak biri aranıyordu. Program bittiğinde de bu sorumlunun teşhir edilmesi gerekiyordu...
Oğlunu kaybedeli henüz dört gün olmuşken, hakikaten de içi sızlayan baba bu sorunun yanıtını bulması için adeta köşeye sıkıştırılmaya çalışılıyordu. Arada bir, sağ elenin serçe parmağını, gözlerinin yaşardığını düşündürmek için kirpiklerinde dolandıran sunucu Gökhan Taşkın'ın sahteliği, elbette babanın acısına ortak olmak için yapılmıyordu. O, kandırılması gerekenin Hamit Türk değil, biz izleyiciler olduğunu gayet iyi biliyordu.
Baba olsa, oğlunu arardı!
Taşkın, ısrarla Ata'nın annesinin suçlu, hatta ve hatta deli olduğunu kanıtlamaya çalışırken, baba mealen; "basına yalvarıyorum, artık bizim hayatımızla oynamayın" diyordu. İşin trajik yönü ise, medya tarafından şişirildikçe şişirilen ve en sonunda bütün toplumun günah keçisi haline getirilen bir kadınının, bütün bu olup-bitenlerin müsebbibi olarak gösterilmeye çalışılmasıydı. Programa, psikologlar, konunun uzmanları ve gösteri merkezini şenlendirecek diğer bütün aktörler eşlik ediyor ve hep bir ağızdan, Semra Hanım"ın kötü olduğu vurgusu yapılıyordu.
Gökhan Taşkın soruyordu, "Hamit bey, siz olsaydınız, oğlunuzu tek başına Adana"ya gönderir miydiniz?"
Elbette Hamit bey, oğlunu tek başına göndermezdi Adana"ya. Ama Semra Hanım göndermiş.
"Peki, diyelim ki gönderdiniz. Oğlunuzu arayıp sormaz mıydınız"
Elbette oğlunu arar, sorardı. Fakat baba ve oğul arasına "kötü anne" girdiği için, Hamit bey, oğlunu arayamamıştır. Ne var ki, Semra Hanım da yaban ellere gönderdiği çocuğunu aramamıştır.
O halde Ata"nın ölümünden o sorumludur. Sorumlu olduğu gibi, gösterdiği metanete bakılırsa, oğlunu kaybettiği için üzülmüşe de benzemiyor.
"Kadının hırsı, oğlunu öldürdü!"
Program boyunca, acılı baba dökemediği gözyaşlarından dolayı patlama eşiğine geliyor. Fakat sunucu, "gerçekleri tüm çıplaklığıyla" bizlere aktarmak üzere Hamit beye, "arkadaşı olduğu için" sorularını sormaya, zaman zaman onun kendi karısına yönelik dokundurmalarına eşlik ederek bize "heyecan dolu" dakikalar yaşatmaya devam ediyor. "Gece Hattı" programı, ismine gönderme yaparcasına, pornografik bir sunu yapıp, acılı insanların duygularını satmak için fütursuzluğuna devam ediyor.
Ve nihayet Flaş TV sunucusu, tıpkı daha önceki programlarda olduğu gibi suçluyu bulmuştur: Suçlu bir kadındır. Ata'nın ölümünden ne medya, ne baba ne de şöhret ne de başka birşey sorumludur. Gencecik çocuğu, "annesinin hırsı" öldürmüştür. O hırs ki, güzelim ailenin parçalanmasına da neden olmuştur. (İA/EK)